Gökyüzü, koyu kurşuni renkte bulutlarla kaplıydı. Biraz önce şiddetle yağan yağmur durmuştu. Yer yer çukurlarda yağmur suları birikmişti. Görüntüdeki bu ıslaklık; yağmur yağıyor, yere düşmüyor, havada asılı kalıyor hissini veriyordu. Otuzlu yaşlarında esmer, orta boylu, saçları atkuyruğu şeklinde toplanmış genç bir kadın, küçük valizini tekerlekleri üstünde yürütüyordu. Tarihi tren istasyonunun, yılların izleğine tanıklık etmiş, yerinden oynamış, parke taş döşeli yolundan koşar adımlarla geçti. Tren istasyonunda herkes hareket halindeydi. İnsanların suratında bir gülümseme vardı. Acaba bu insanların içi nasıldı? Hayat var mıydı? Yoksa endişeli miydiler? İkişer, üçer kişilik gruplar istasyon dışında sigara içiyor, bir kısmı da gazetelere göz atıyorlardı. İstasyon dışındaki resmi binalar gibi renksiz görünüyorlardı. Birisi tarafından kovalanıyormuş gibi tedirgin bir şekilde istasyon binasından içeri girdi. Gözlerini koskocaman salonun içinde gezdirdi. Ellerinin titrediğini, buz kestiğini hissetti. Hafif bir ürperme, ardından soğuk algınlığı başlangıcından ayrımsadığı bir üşüme.

Geride bıraktıkları usuna geldi. Ne yapmalıydı? Hiçbir fikri yoktu. Sadece kaçmalıydı. Tek bildiği doğru şu anda buydu. Takip ediliyor olabilirdi. Çevresini tedirgin gözlerle izledi. Gişelerin olduğu bölüme yöneldi. Üç numaralı gişenin önünde durdu. Boğazında bir kuruluk hissetti. Bir iki küçük öksürükle yetindi. Gişe memuru konuşmadan soran gözlerle baktı. Gideceği yeri söyledi. Memurun uzattığı bileti eline alınca, gitmek istediği yere sorunsuz ulaşmış, sıcak bir ev ortamında gibi kendini daha bir güvende hissetti. O duyguyla oldukça ferah, tavanı yüksek salonda ilerlemeye başladı. Karşıda; ayakta gazete okuyan bir adamı görünce, varsayımlar yürütmeye başladı. O an duyumsadığı gerilimle gözlerini kısarak çevreyi sinsi bir kedi gibi süzdü. Salonun belirli bir noktasında, arka arkaya dizilmiş, üzerinde reklam amaçlı bankaların isimleri yazılı, tahta banklara yöneldi. Tamamen boş olan bir bank yoktu. Bir ucunda birisi, diğer ucunda bir başkası oturuyordu. Gözüne kestirdiği, tek bir kişinin işgal ettiği banka yöneldi. Sakin ol! Sakin ol! diye, fısıldadı. Kalbinin hızlı hızlı çarptığını, kanı çekilmiş ellerinin buz gibi olduğunu hissetti.

Bir saat öncesine kadar, umarsız bir şekilde çalışma masasında bir şeyler karalıyor, araştırması için gerekli notları gözden geçiriyordu. O telefon gelene kadar. Telefonun ucundaki ses onun en yakın arkadaşıydı. Onu uyarıyordu. Edindiği bilgilere göre polis onu arıyordu. Bir an önce orayı terk etmesi gerekiyordu. Gözaltına alınan arkadaşlarından birisi, büyük olasılıkla uygulanan baskı sonucu, onun ismini polise vermişti. Somut bir suçu yoktu. Bu konuda kendinden emindi. Son günlerde, hiçbir protesto gösterisine bile katılmamıştı. Kendini tamamen üniversitedeki araştırma çalışmalarına vermişti. Telefonda arkadaşına olayı abarttığını, vesvese yapmamasını anlatmaya koyuldu. Arkadaşı bir an önce orayı terk etmesi konusunda ısrar edince; heyecanlandığını, korktuğunu ayrımsadı.

–Tamam dedi, sesi titreyerek. Arkadaşına merak etmemesini, hemen evden ayrılacağını söyledi. Yatak odasına yöneldi. Bir kış gününde, gerekli olabilecek giyecekleri düzensiz bir şekilde valize tıkıştırdı. Kimlik, üniversite kimliği ve para almayı unutmadı.

Şimdi buradaydı. Her şey tuhaf anlamsız görünüyordu. Gözaltındaki arkadaşını düşündü. Onu suçlamıyordu. Kim bilir? O ortamdan bir an önce kurtulmak için ismini vermiş olabilirdi. Bir dönem ev kirasını ödemede zorlanınca, ortak arkadaşları aracılığı ile tanışmış ev arkadaşı olmuşlardı. Saygılı, sessiz, düzenli bir arkadaştı. Aralarında hiçbir sorun yaşanmamıştı. Gözaltında başına gelebileceklerden çekiniyordu. Suçsuz olduğunu ispat edinceye kadar hırpalanacağını, dayak yiyeceğini biliyordu. Daha önce gözaltına alınan arkadaşlarından esprili bir dille anlattıkları, nice öyküler dinlemişti. Korkuyor muydu? Evet. Bunu itiraf etti kendine.

Birden bir film festivalinde izlediği belgesel geldi usuna. Şili’de

Salvador Allende’yi deviren Pinochet döneminde, muhaliflere yapılan bir işkence sahnesi. Ürperdi. Kör şeytan, nereden geldi aklına. Anımsamaya çalıştı. Neydi? Belgeselin adı. Allah kahretsin! Bir türlü aklına gelmedi. Beynini harekete geçirmek istedi. Yok işte!

Gelmedi. Kurbanlara işkence ettikten sonra, iğneyle onları uyuşturuyor, karınlarının üstüne boylamasına otuz kilo ağırlığında tren rayları yerleştiriliyor, canlıyken insanları başlarından geçirilen çuvallar ile bağlıyor, helikopter aracılığı ile Pasifik Okyanusu’nun derinliklerine atıyorlardı. Hiç bir iz bırakmadan. Belgeselin sonunda iki bine yakın insanın bu yolla kaybolduğunu öğrenmişti. Okyanus’un dibinde, yıllar sonra araştırma yapılıyor, sedef düğme bulunuyordu. Ah! Evet. ‘Sedef Düğme’ belgeselin adı. Kim bilir? Hangi aydının, bürokratın, akademisyenin gömleğinden kopmuş bir parçaydı. Şok olmuştu izlediğinde. Soğuktan etkilenen, renk değiştiren, kurumaya başlayan bir ağaç gibi hissetti kendini, bu tarihi tren istasyonunda. Ve de yalnız! Düşünceli, kederli kendini toparlamaya çalıştı. Yüreği pır pır ayaktaydı. Yatıştıramıyordu içini. Bir kâğıt oyuncusu önce kazanır, oyun ilerledikçe, olasılıkları hesaplayıp kaybedeceğinden emin olunca, içini bir sıkıntı kaplar; öyle bir ruh hali içinde hissetti.

Trenden inince nereye gidebileceğini saptamaya çalıştı. Bütün bu düşünceler birbiri ardında, zihninde çarpışırken, bakışları istasyonun yer döşemesine kaydı. Birkaç dakika sonra yer döşemesindeki karoları saydığını ayrımsadı. Bakışları ileriye yöneldi. Birleşme noktalarına küçük siyah taşlar yerleştirilmişti. Onları da saymaya başladı. Siyah taşların sayısını anımsamaya çalıştı. Kafası yere paralel önündeyken kendisine –Merhaba! Diyen otoriter resmi bir sesle irkildi. Allak bullak olmuştu. Başını kaldırdı, baktı. Karşısında son derece hoş, alımlı genç bir bayan duruyordu.

-Siz Nermin Çay mısınız?

 

Not: 27.Ankara film festivalinde gösterilmişti bu belgesel. SEDEF DÜĞME. -Orijinal adı

THE PEARL BUTTON- Yönetmen.PATRİCİO GUZMAN

2 thoughts on “Tren İstasyonunda Bir Kadın / Gülser Kut Arat

  1. Fitnet Birsen Öztürk dedi ki:

    Öyküyü çok heyecanla okudum.Hatta atladigim bir yer var mı diye iki kez okudum.
    İnsanların hürriyetlerinin elinden alınması korkusu .Duyduğu .Yaşanmış kötü olaylarin kendi başına da gelebileceği endişesi ..

  2. İnsandaki ölüm ve kötü muameleye maruz korkusu..Düşünce özgürlüğünün yok sayılıp cezalandırılması.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir