Tolstoy’u Anlamak

“Sevdiğin insanları kaybetmeye alıştığın zaman, hayatı önemsememeye başlıyorsun.“

L. Tolstoy

Fransız Edebiyatı’ndan sonra  gerçekçilik akımının en önemli yazarlarını Rus Edebiyatı’nda görüyoruz; Gogol, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov.

Birbirinden değerli eserleri edebiyat dünyasına kazandırdılar. Lev Nikolayeviç Tolstoy diğerlerinden farklı olarak aristokrat bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. 9 Eylül 1828’de ailesinin mülkiyetinde olan ve bugün kendi adı ile anılan Yasnaya Polyana’da. Annesini kaybettiğinde henüz iki yaşındadır. Babasız kaldığında ise dokuz. Kendi tanımlamasıyla şefkatli ve sevgi dolu bir kadın olan halası tarafından büyütülen Tolstoy “İtiraflarım” adlı eserinde okurlarına çarpıcı bir otobiyografi sunmuştur. Yalın ve gerçek…

Çıktığı her yolculuk kendi gerçekliğine doğru yapılmış gibidir. Yarım bıraktığı Kazan Üniversitesi, Doğu Dilleri Eğitimi’nin ardından  hukuk okumak istemiş ancak St. Petersburg Üniversitesi’ne kabul edilmeyince köyüne geri dönmüştür. 1844  – 1848 yılları arasındaki eğitim serüveninin ardından kendi mülkündeki çiftçilere yönelik reformist tutumlar sergilemiştir. Tam anlamıyla hovardalıkla geçen bu kısa dönemi ani bir kararla Kafkas cephesinde bulunan ağabeyinin ardından orduya katılarak sonlandırmış, belki de  halasının onun için kurduğu gelecek hayallerine doğru bir adım atmıştır. Ancak beklenen olmamış, kendisine önerilen ayrıcalıklı görevleri kabul etmemiş, Kırım Savaşı çıktığında Tuna Ordusu’na katılmıştır. Yayımlanan ilk eseri “Çocukluk” ve 1954 `de Sivastopol izlenimlerini aktardığı eseri ile adı iyice duyulmuş, önemli eleştirmenler ondan övgü ile söz etmiştir. Ordudan ayrılışı ve yeniden St Petersburg’a yerleşmesi, sonrasında kendi topraklarına dönmesi onun ani kararlar zincirine eklenmiş, ardından 1957’de yaşamını derinden etkileyecek olan Avrupa gezisine çıkmıştır. Charles Dickens, Iwan Sergejewitsch Turgenew ve Adolph Diesterweg ile görüşmüştür. Dönüşünden sonra eğitim reform çabalarını yoğunlaştıran Tolstoy, Rousseau modeline dayalı köy okulları açmış, ancak Çarlık yönetiminin baskılarına fazla dayanamamış ve okulları kapama kararı almıştır. Tolstoy defalarca ve başarılı bir şekilde siyasi ve dini zulüm gören insanlar için kampanyalar yürüterek daha iyi bir hayat nasıl olurun izlerini sürmüştür. Akıl ve mantık yönergesinde bulamadığı yanıtları inanç kavramında aramaya başlamış, yaşamına son vermeyi düşünecek kadar ağır bunalımlar geçirmiş, aradığı yanıtı bulabilme umudu onu yeniden ayağa kaldırmıştır. Bu yolda ilerlerken kiliseyle yakınlaşmış ancak eylemler ile söylemler arasında tutarsızlıklar olduğunu fark etmesi,  Avrupa’da edindiği aydın çevreden ve doğuştan içinde olduğu aristokratik sosyal yaşantıdan kaçtığı gibi bu ruhani ortamdan da hızla uzaklaşmasına neden olmuştur. Doğu felsefeleri ve İslamiyet ile ilgilenmiş, kendinden sonra gelen reformistlere esin kaynağı olmuştur.

İyi bir gözlemci ve dinleyici olması, sorgulayıcı kişiliği , sorduğu sorulara usanmadan mantıklı yanıtlar bulma çabası, yaşadığı coğrafya, gençlik yıllarında verdiği kararlar yazmayı tutku haline getirmesine neden olmuştur.

“Bu kadar aşık olacağımı hiç düşünmemiştim“ dediği Sofie Behrs ile 1862`de evlenene kadar sürdürdüğü ve çalkantılı ruh haline paralel giden yaşam biçimi yerini dingin ancak bir o kadar da üretkenliğe adanmış olarak geçirdiği yıllara bırakmıştır. Sonuna kadar böyle kaldığını düşünmeyin. Ani kararların uygulayıcısı Tolstoy içine doğduğu ve bir türlü benimseyemediği sosyal sınıfa sırtını dönmekten son nefesine kadar vazgeçmeyecektir.

Sofie Behrs´in eşinin en büyük destekçisi olduğu, huzurlu evlilik yıllarında  iki baş yapıt  “Savaş ve Barış” ile “Anna Karenina”yı kaleme almış, hatta  “Savaş ve Barış”ın düzeltmelerini 12 kez yapıp yazmıştır. Bazı kaynaklarda eşi tarafından terk edildiği için  bir trenin altına atlayarak  yaşamına son veren komşusuna çok üzüldüğü ve Anna karakterini yazmaya başladığı yer alır. Araştırmalarımda bu konuyu doğrulayan başka bir anlatıma denk gelmemiş olsam bile olabilirliğine inandım. “Bir insan acı hissediyorsa canlıdır. Başkasının acısını hissediyorsa insandır.“ sözünü okurları biliyor. Bir süre sonra yeniden, bu sefer daha şiddetli bir moral çöküntüsüne uğramıştır. Geniş halk yığınlarının, özellikle Rus köylüsünün yoksul, perişan durumu onu çok üzmüş, bu nedenle bütün servetini köylülere dağıtıp  her haliyle onlar gibi yaşamaya başlamıştır. “İman Nedir”, “İnciler”, “Kilise ve Devlet”, “İtiraflarım” hep bu yılların ürünleridir. 1872’de yayımlanan “Alfabe” adlı kitabı 20. yüz yıla kadar okullarda ders kitabı olarak okutulmuş, bir çok dile çevrilmiştir. “The Canvas Knife” öyküsünü bir  atın bakış açısından yazarak mülkiyet olgusuyla alay etmiştir.

“Bir toprak parçasına ‘benim’ diyen ve bu toprağı hiç görmemiş ya da ayak basmamış insanlar var. Hayatta insanlar iyi olduğunu düşündükleri şeyi yapmaya çalışmazlar, daha çok ‘benim’ olarak adlandırırlar. ”  Tolstoy ülkesinin toplumsal – siyasal çalkantılarını, halkın yaşayışını büyük bir ustalıkla yansıtmıştır. Gerçekçilik akımının edebiyattaki  en büyük temsilcilerinden olduğu kadar, filozof ve pasifist ve aynı zamanda da  eğitim reformistidir. Yukarıda sayılanların dışında “Diriliş”, “Gençliğim”, “Çocukluk”, “Hacı Murat”, “Ayaklanış”, “Sergi Baba”, “Tanrı Bizim İçimizdedir”, “Kazaklar”, “Tesadüf”, “İki Süvari” gibi eserleri vardır.

Ölümünden kısa bir süre önce, gençliğinde Tolstoy’a atıfta bulunmuş olan Mahatma Gandhi, ona küçük kitabı Hind Swaraj’ı göndermiştir. Büyüme ve ekonomik ilerlemenin kapitalist ilkelerine karşı mülkiyet propagandası yapmış ve Satyagraha  doktrinini şiddet içermeyen ama aktif direnişle açıklamıştır. Tolstoy kutsal yazıları okumuş ve bir mektupta Gandi’yi cesaretlendirmiştir. Gandhi, destekçileriyle birlikte 1910’da Güney Afrika`da bir yerleşim kurmuş ve buraya Tolstoy adını vermiştir.

Tolstoy bir çok kez büyük sıkıntılar yaşamıştır.  Marksizm’den etkilenerek oluşturduğu mülkiyet konusundaki radikal fikirleri, İznik Kilisesi’ne dair eleştirel tutumları, Tanrı inkarına varmamış olmasına rağmen 1901`de aforoz edilmesine neden olmuş ancak kendisi bu duruma üzülmemiştir. Halk tarafından sevilen, tanınan Tolstoy sağlığında da ziyaretçi akınına uğramış, bundan şikayet etmemiş güler yüzle karşılık vermiştir. Küçük yaşta acılarla tanışmış ,sonrasında on üç  çocuğundan beşinin acısıyla sınanmış büyük yazar evinin aranması ve bulunan metinlere el konulması şeklindeki keyfi devlet uygulamalarına maruz kalmıştır. Rus halkına miras bırakmak istediği edebi eserlerini “halkın ortak malı” olarak görmeyi reddeden karısıyla ters düştüğü  için bir mektup bırakarak evini terk etmiştir. Kimilerine göre ise yakında öleceğini düşündüğünden güneye doğru yolculuk yapmak üzere evinden ayrılmıştır. Açık bir trende yaptığı bu yolculukta zatürreye yakalanmış ve 20 Kasım 1910 sabahı Astapovo tren istasyonunda 82 yaşındayken hayatını kaybetmiştir. Ölüm haberi hızla yayılmış, polisin cenaze törenine erişimi sınırlandırma çabalarına rağmen başta dünya  basını olmak üzere büyük bir kalabalık Yasnaya Polyana´ya akın etmiştir. Bazı kaynaklara göre Tolstoy hayatının son saatlerini trendeki diğer yolcularla aşk, şiddet içermeyen yaşam ve Gürcülük üzerine sohbetler yaparak geçirmiştir.(1)

Kendini yaşamın anlamını bulmaya ve yazmaya adamış, bundan son nefesine kadar vazgeçmemiş olan Lev Tolstoy´un beni etkileyen sözlerini de paylaşmak istiyorum. Kim bilir belki de trendeki yolcularla sohbetinde bu sözlerini yinelemiştir ve  Anna Karenina  başucunda oturmuş onu dinliyordur.

“Sıfır her zaman sıfırdır.“

“Mutlu olmak istiyorsanız, olun.“

Işık Sema Ergürbüz

 

 

(1)Kenneth C. Wenzer, “Tolstoy’s Georgist spiritual political economy: anarchism and land reform – 1897–1910”, Special Issue: Commemorating the 100th Anniversary of the Death of Henry George, The American Journal of Economics and Sociology, Oct 1997

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir