ŞİİRSEL TRÜF MANTARI

 

Affet beni, Magdalena, hep böyle olduğum için affet beni!”

R.M.Rilke

 

Rakiplerimden bir şair arkadaşım söylemişti de inanmamıştım. Kifayetsiz herifin beni pohpohladığını sanmıştım.

Zekâ kat sayısı yüksek uyumsuz yaratıcı bir özne olarak normal insanlar arasında hep günaha bulanan bir iç kararmasıyla, kıskanılacak melankolik acılar çekebilirsin.

Senin gibi nobilitası tescillenmiş bir şair ve yorumcu yalnızca o unique gerçekliğine o şiirlerine ve yorumlarına aittir ve sen her gün onlarla kendini yeniden yaratmalısın, demişti.

Galiba haklı çıktı. Bu aşk ne çılgın bir yara ustasıymış meğerse!

Ah, çıkıp gelse o hercai örtünüp renklerine.

Sevinse eksiltili düşlem gerçeğin kıvrımlarına.

Neyse!

Bu sabah, yine şiirsel anamorfik oluşlarla öznenin hallerini okurun aklına asmak, günlük yaşamın akışına karışıp sınırları aşarak basit alışkanlıkları anlamak ve sorgulamak için kahve içmeye davet ettiğim karşı komşuma geceden kaleme aldığım entelektüel bir başınalığımın ürünlerinden degüstasyona tabi tuttuğum daimonik tutkularımın eylemi son şiirimi ve yazısını bekleyen bir şiirsel paragrafımı okudum.

(En ünlü şair veya en ünlü ikinci şair bu konuda ne demiş bilmiyorum ama şiirde degüstasyon işlemi önemlidir.)

Üfledim yüzüne düğünlenen zamanın kirini, özünün yoksulluğunu betimleyen kutsal döngüyü, bir acayipliğin teninde sulanan estetik birikimi, anlamlar kargaşasına gebe görkemli denizi. Üfledim, zembereğinden boşalan ağrılı ırmağı.

Metaforik zenginliğim karşısında allak bullak olan zavallı kadın, bir süre düşündükten sonra, bir şey anlamadım ama bir bildiğiniz vardır, üstadım, dedi.

İçimden bir ses: İnat etme ısınamazsın eşya uzmanı bu sıfatlı insanlara, dedi.

Şaşkın bakıyor duvardaki turna sürüsü.

Ki benim yaşama dair şiirsel hassasiyetlerim var. Dile kolay, size şiir tarafından kışkırtılmış bir ömrün ayrıksı tanrısal melankolisinden bahsediyorum. Melankoli deyip geçmeyin, kirli ve kötü acıyı yeniden yazma saatleridir, söz konusu olan ve düzen yıkıcıdır.

Belki de denetimli bir yalnızlığın ortasında durumcukların içinde birbirlerini kovalayan akıllı sınıf şairlerinin kopya çeken tutkularının oyuncağı oldum.

İşte yine dil ile mekânın arasındayım.

Dedim ki: Ben, sen olduğumda sıkıntısı ilginin süzgecinden başarıyla geçmiş bir inceliğin baskıcı yorumuyla şiiri yormak için kavramları mutasyona uğratıp, belleği çiğneyen nazik çelişkilere, ruhuna şairanelik sinmiş şımarık tümcelerle püf noktaları yazabilirim.

Gerektiğinde ilginç zenginleştiren kaygılarla pay üleştirebilirim.  Şiirsel özün yeraltı suyu acının çıraklarına utku flamaları ütüleyebilirim.

Tutku kotaran yetenek dualarıyla aşk ve ölüm üzerinden çıkıp şiire yürüyebilirim.

Hüznü şiirin kundağına sürerek sakıncasını ruhundan düşürmüş eski uykunun figüranlarına ateş edebilirim. Gerektiğinde şairine homurdanan bir şiiri sevebilirim.

Trajik olguların kahramanı “acı çekmeye yetenekli” kalemi kuvvetli şaşırtan ve etkileyen yol gösterici bir şair rolünün marifetler ve fırtınalar avlusunda yarattığı düş boşluk için taze sevinç mayalayan birbirine köpük sözcüklerle dalgasız bir mavi deniz çizebilirim.

Önce ürpersin sonra yine sussun diye var olmanın iyiliklerinden sayılan arınma törenlerine açılmış pencerenin altında bekleşen sıfatları özenle seçilmiş şiirsel seyirciyi masum bir toplanma alanına sığdırabilirim.

Eğer yorgun düşmezsem, lirik gecenin ilerleyen saatlerinde oturup, estetik deneyimlerle yeşeren bir çığlığın gölgesine yürüyen örtüsünü sıyırmış ve tembihlenmiş iyi huylu bir yalınlığın romantik performansla duygulara yarasa yanılgıları parçalayan inceliklerini yazmayı düşünebilirim.

Bakarsınız kükrer yine poz keserek nazar değmiş boncuk nişanıyla ölüye ışık seçilmiş çok bilen tutkusunu zamanın benliğine ilikleyen taklitçi yalnızlık.

Belki de şiirsel bir iktidar ağına yakalanmış veya kendini yakalatan öznenin düşlerini örselemesidir bu güzel devrik tümceler alkışı, pışpışlandıkça çelişki.

Ah, sustum ve acı sulardan geçtim en küskün halimle, gizlenerek damlalarca yaban bir ürpertiye. Düşlerle derine ağır sızıların içinde.

İşte mesafeler ve yitim, biçimle oynayan.

Ürkünç bir kum yığını. Al kovanı küreğini.

Bak, şiir bir ambrosiadır!

Utançkâr, ışıldıyor algısız yorumlar avlusu. Kehribahar bir ateş yanıyor, tükenirken yaşamın büyüsünde ses. Çürüyor kök ve yalnızlık, demini almış kendine kapanan ayna. Eriyor dil boncukları kısas çarşısında.

Şaşırmayın işte böyle dengelenecek günlerin tansiyonu! Çığlığın ateşi olacak anlamı tersine çeviren.

Ah ne yazık kuşku pencereleri kapalı ilkeli nedenciklerin kurbanı biz yaratıklar aynı batasıca gemideyiz. Sonra o gülümsemeyen sonsuzluk!

Galiba huzuru yine büyülü muhalif zamanlarımda bulacağım. En iyisi, moral yüklemek için başı dönmüş yeteneğime yazıma döneyim.

Ah başımda olağanüstü bir güzellik!

Sevgili okur nerede kalmıştık?

Belki de sonsuza yürümeye meyilli aklı ele geçiren yaratıcılığıyla üflenmiş tabiatı gereği taklidi olanaksız retorik betimlerle kışkırtıcı biçimlerden kopuk içeriğe bürünen bulgularının otoportresi şiirselliğimi gerilimlerin gölgesinde dinlendirmeliyim.

Modern oluşlar içinde dizelerin doğuştan gelen dengelenmiş esinle preslenerek sancıya evrilmesi okuyanı büyük bir sessizliğin içine çekmeli. Gerçekte bu sessizlik içten içe kaynayan imgelerin magmasıdır.

Bir arkadaştan rica ediyorum: Asil duygular içeren bu bölümü Latinceye çevirip e-sayfasında paylaşsın.

Kesindir: Arınma da bu noktada başlar. Ve albenisiyle yaratıcı bir sempatinin ışıkları yanar. Ve korkuluk elbiselerini çıkararak yürüyüşüne başlar.

Ve edebi açılım düzenli alkışlarla çölü ırmağa çevirir. Ve yüzölçümünü anlam ötesi için ekime hazırlar. Çünkü okur bu hasatla anlamının ötesine, Rönesans’ına oradan ulaşacaktır: Çekime yakalananın yeni hayat oksijeni.

Kötücül duyumlar ve oluşlar tarafından kuşatılan dehşete yakalanmış bireyi düşlerine kavuşturan şiir kasırgam çağdaş dokunuşların ampirik saplantılarının da yankısıdır: Dış dünyanın vahşi insan yüzünü ayrıntılara bölerek düşsel yalnızlıkların ışık kaynağını besler.

Kendime dedim ki sen bilinçdışı argınlıkların duygusal salınımlarıyla uzak ve yakın “ben”in arasındaki boşlukta zarif şiirsel inancını yakalamaya çalışarak estetik bakışın az bulunurluğunu yaşatmaya çalışıyorsun.

Yanmaya başlayan ise şeylerin otomatizmidir.

Lirik küllerinden şiirsel aşkınlığın doğuşu ise, evet, başlamıştır. Bu aşkınlık estetik deneyimler üreten edebi akımlar karması bir “homo narrator”un, kuşatmaya karşı duruşlar güncelleyen varlığına tutunma ile doruğuna ulaşır.

Çekinmeye gerek yok: Bu düşüncelerim, ödünç alınarak, şiir kitapları için modern arka kapak yazıları veya ödül gerekçe yazıları tedavisinde kullanılabilir.

Çoğalsın delisi gerçeğin, akıl ve hayat arasında o emreden yolculuğun kollarında, ihtiraslar parkında, zamanın ölü balkonlarında.

Göz kırpıp selamlıyorum telaşla uyanan duvardaki turna sürüsünü.

Sonra sıyrılıp kendimden doktora gittim: Kontrole.

Doktorlar insanı kontrol etmeye bayılıyor?

Gitmeden bir resmi okumaya çalıştım.

Bu entelektüel eylemimin nedenini sonra anlatırım.

Utangaç bir albino çekiştiriyor kolumu.

Sanatçı “Lekeler” isimli çalışmasında, ağırlıklı olarak mavi ve siyah bir haykırışla belleğe sürgün yaşamsal gerçeklerin dışa vurumunu imlemiş, acıyı birlikte yaşayalım, diyen.

Yaşamsal gerçeklerin çelişkiler ve olgular üzerinden biçimlenmesi uzama bütünüyle imgenin, şiirsel deliliğin bilincinde, hazzını tartan bir ağırlık oluşturuyor. Galiba lekeyi kalabalığın yüzüne algıya tanıştırılacak bir karayelle savuruyor, siyah beyaz çok dilli şiire yakışacak olan.

Lekeler’in yarattığı sessizlikle açığa çıkan tedirginlik resim okurunda bir düş uçurumu oluşturabilir. Düş uçurumunu alıp yola koyuldum: Bir ırmağın üzerindeyim, sürükleniyorum.

Bu kadın, yani doktor bambaşka biri yahu! Böğürtlen marmeladı gibi, güne şerh. Şahane kışkırtıcı çığlıklar kraliçesi!

Sanki artık, “yaratıcısını yitiren” bir Venüs tablosundan çıkıp gelmiş, güzelliğiyle yaşam körlerini tedavi ediyor.

İzlenimsel bir ağırlık gelip oturuyor benliğime.

Utandım elekte kalan şairliğimden ve büyük eleştirmenliğimden.

İnsan olan gözünü alamaz. Dedim ki: Sarsın beni ağır ideolojisiyle o mor ve kızılımsı ırmağın kolları. Kal orada, o cennette, bin ok gibi saplansın kalbine o büyülü karşı konulmaz akıl ağrısı.

Celan yazmıştı: “Aşk, deli gömleği kadar güzel.” diye.

En güzel noktadayım. Aklımın karıştığı yerlere dönmek istemiyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir