SARI ELBİSE/ Nurgül Gülmez
Bir ilk bahar sabahı. Havada ilk çiçeklerin şekerli kokusu var. Önüm arkam göz alabildiğine meyve ağaçları. Solumda Harb-İş’in şimdiki apartmanlara göre alçacık, bana göre kocamaaan binaları. Balkonlarda çamaşır asan, kahvaltı sofrası kuran kadınlar. Herkeste bir sabah telaşı. Gün uyanıyor, karşımdaysa her sabah yürüdüğüm okul yolu uzanıyor.
Gözlerim havada, cıvıltısını duyduğum kuşlar gibi uçuşarak gidiyorum o sabah okula. Pikniğe gidecek, belki dansa davet bile oynayacağız. Heyecan doluyum. Öyle bir heyecan ki dolaşıveriyor ayaklarım ve bir anda kendimi yerde buluyorum. Dizim küçük bir çakıl taşıyla parçalanmış. Ama ben onun sızısını hiç duymuyorum. Aklım sarı elbisemde, üzerinde yeşil beyaz çiçekleriyle annemin diktiği sarı elbisemde. Robadan, beyaz fistolu, etekleri uçuş uçuş elbisem. Çimenlerin arasında, sabah rüzgârıyla usul usul savrulan çiçeklerden bile sarı elbisem. Korkuyorum bakmaya, ama bakmadan da edemiyorum. “Annem çok kızacak!” ile “Kim bilir bir daha ne zaman bu kadar güzel bir elbisem olacak!” düşünceleri arasında gidip gelen bir korku bu. Dizimdeki acıyı, ulu orta yere kapaklanmanın mahcubiyetini bastıran bir korku.
Düştüğüm yerden kalkıp avucumdaki tozu temizliyorum önce, sonra dizimdeki kan ve kum karışımını. Üstümü başımı yokluyorum sonra. “Elbisem, sarı elbisem?” Naylonlu kumaş kayıyor avuçlarımda, parmak uçlarımda hissediyorum sanki renklerini. Dizlerime doğru inerken ellerim, küçücük bir yırtık buluyorum eteğimin ucunda. O delikten içeri, içime içime bakıyorum sonra.
Neler var o delikte görmeden inanmazsınız. Bir Singer dikiş makinesi, anneannemin “kara kafa” dediklerinden. Başında annem var makinenin. Bana bir elbise dikiyor yahut babamın eskiyen gömleklerinin yakasını çeviriyor. Bir soba var. Okuldan gelmişim, tek başımayım, üşümüşüm. Ben yakıyorum, o tütüyor. O tütüyor, ben üşüyorum. Bir çalar saat var televizyonun üzerinde. İçinde kafası aşağı yukarı inip kalkan bir sarı tavuk. Birazdan kurulacak, sonra gece vardiyası için annemi uyandıracak.
Yedi yaşında bir kızım görebileceklerinden çok daha fazlasını görüyorum o küçük delikten içeri bakarken. Önce eve dönmeyi, annem tarafından bir güzel haşlanıp daha az güzel olan bir başka elbise giyip öyle gitmeyi düşünüyorum pikniğe. Ama elbisem, sarı elbisem öyle güzel ki kıyamıyorum ona. Sarı elbisemi, eteğindeki yırtığı, dizimdeki yarayı da alıp tekrar koyuluyorum yola. Okulda soranlara “Hiiiiç!” diyorum, “Düştüm.” Dizimdeki yarayı, eteğimdeki minicik yırtığı gösteriyorum. O yırtıktan içeri bakınca gördüklerimi ise kimseye söylemiyorum.
Nurgül Gülmez
Kaleminize saglik.Cok guzel bir öykü.
Sıcacık, tam da Nurgül gibi samimi bir öykü. Yakın bulduklarımıza, sonunda incinecek de olsak yırtıklarımızı gösterelim diye düşündürttü.