RAKI ŞİŞESİNDE BALIK OLMAK
Zaaflarımıza teslim oluşumuz bize masumiyetimizi kaybettirse de umutlarımızı hep saklı tutar. Yirmi yaşındaki umutlarımızın yetmiş yaşında bile aynı tazelikte olması bu yüzdendir. Ve yine bu yüzdendir, bizim için doğru bildiğimiz yol, başkaları için yanlış olsa da bir türlü vazgeçemeyişimiz…
Hangi yöne gideceklerini bilmeyenlerden ötürü, yaşam bir türlü yolunu bulamayanlarla doludur. Yaşamın asla aynı caddeye çıkmayan sokaklarında gelişigüzel dolaşırken önümüze çıkan ok işaretlerinin gösterdiği yöne gideriz hep.
Hiç sorgulamadan!
Bazen de gitmekle kalmak arasındaki o ince noktada durur bekleriz. Bir türlü karar veremeyiz nereye gideceğimize. İnsanoğlu zayıf yaratıktır. Böyle anlarda uzanan ilk eli tutmak ister. Ve bu el genelde bir şişenin içinden çıkıp uzanıvermiştir. Bir sevgiliye sarılır gibi sarılıveririz bu ele. Bir kadeh, bir kadeh daha derken yolumuzu bulmak yerine hepten kaybederiz. İlk kayboluştan sonra bir daha asla bulunmak istemediğimiz de olur…
Rakı şişesinde balık olmak isteyen şair bu isteğini gerçekleştiremese de (!) herkes onun rakı şişesinde balık olduğuna inanmıştır. İnsanlar gerçek olana değil, inanmak istediklerine inanırlar nedense. Tam da bu yüzden, bir akşam, belediyenin açtığı bir çukura düşen şairimize sarhoş muamelesi yapıp eve gönderen doktorlar onun aslında beyin kanaması geçirdiğini göremediler. Dahası, otuz altı yaşındaki Orhan Veli’yi ölüme gönderdiklerini asla kabul etmediler…
Dinin ve muhafazakarlığın etkisi nedeniyle içkiye ve içenlere uzak duran bir toplumuz. Oysa ben Tanrı’nın bir topluma içkiyi helal kılıp diğerine haram kıldığına inanmıyorum. Aklın yolu birdir. Hıristiyan kullarına helal ettiğini bana haram kılması iki taraftan birine adil davranmadığı anlamına gelir!
Şer’i hükümlerin geçerli olduğu Osmanlı’da birçok padişahın içki içtiğini tarihçiler yazar. Örneğin Yıldırım Bayezid’in içkiye eşi Sırp prensesi Despina tarafından alıştırıldığı rivayet edilir. 2. Selim’in, 2. Mahmut’un, Abdülmecid’in içkiye olan düşkünlükleri bilinir.
Şair olup da içki içmeyen çok azdır sanırım. Ve elbet hepimizin aklına ilk gelen isimler Neyzen ile Hayyam değil midir? Neyzen Tevfik’in o inanılmaz hicivlerinin, Ömer Hayyam’ın o eşsiz rubailerinin güzelliği, en sadık dostları olan şişelerin içindekilere bağlı olmadığını kim söyleyebilir?
Akşamcıları herkes bilir. Belli bir saat geldiğinde masaları başındadırlar. “Haydi Abbas vakit tamam / Akşam diyordun, işte oldu akşam. / Kur bakalım çilingir soframızı / Dinsin artık bu kalp ağrısı.”*
Bazen kalp ağrısından, bazen baş ağrısından ama mutlaka bir sebebi vardır. Bizim için yoksa bile bir dostumuzun hazırda olan sebebi için de içilir elbet…
Bir de öğle rakıları vardır ki, hiç sebep aranmaz! Örneğin; Boğazdaysanız, tabağınızda beyaz peynir ve kavun varsa, serin bir mavilik okşuyorsa ruhunuzu, “eski bir plakta tamburi Cemil Bey çalıyorsa”** yüreğinizin kuytularında ince bir sızı varsa, canınız elbet bir kadeh çekecektir…
Buyurun içelim birer kadeh / Güzeldir öğle rakıları efendim / Unutulmaz / Bir kadından söz eder gibi / Utangaç, gizli, yasak.”***
İş çıkışı ya da akşamları bir tek atmanın insana rahatlık verdiğine inanırım. Kahvenin yanında bir yudum liköre veya konyağa hayır demem. Akşam yemeğinden sonra bir kadeh şarap içmek bana keyif verir, güzel bir film eşliğinde.
Diyeceğim o ki, başta kendin olmak üzere, kimseye zarar vermedikten sonra biraz neşelenmenin, tatlı bir muhabbetin adı neden günah olsun?
Ama ille de günah sayılıyorsa, varsın olsun efendim!
*Cahit Sıtkı Tarancı/ Abbas
**Yahya Kemal Beyatlı / Kar Musikileri
***Mehmed Kemal /Öğle Rakıları