Modern Öyküde İlk Adım: MEMDUH ŞEVKET ESENDAL

Sanatçı kimliğinin üzerini örterek siyasi yanıyla yaşamaya özen göstermiş, yaşamının sadece dokuz yılında kendisini edebiyata vermiş olmasıyla bile Türk Edebiyatında özgün bir yer edinmiş nadir bir kişiliktir. Şaşırtıcı bir konu zenginliğine sahip 300 den fazla hikayesiyle ve Türk edebiyatına getirdiği yeni boyutla kendi kuşağındaki hikayecilere  de yol gösterici olan Esendal’ı doğumunun 138. Yılında yeni kuşaklara anımsatmak istedim.

Edebi kişiliğiyle; Bakü, Tahran ve Kabil büyükelçiliğini, dört dönem sürdürdüğü milletvekilliğini ve 1941/45 arasındaki CHP genel sekreterliğini hep ayrı tutan Esendal, ancak CHP den ayrıldıktan sonra kendini tamamen edebiyata verir, bu sürede yapıtlarını derleyip kitaplaştırmaya ve yeni öyküler yazmaya başlar.

İlk hikayesi “Veysel Çavuş” 1908 de Tanin gazetesinde yayınlanır. Aynı gazetede hikayeleriyle birlikte düz yazıları da yer alır. Daha sonra Çığır ve Halka Doğru gazetelerinde yayınlanan öykülerin ardından, 1924 de   “Meslek Gazetesi”nde “Mülahazat Hanesi” isimli öyküsü yayınlanana kadar sessiz kalır.  Aynı gazetede “Miras” adlı romanı tefrika edilirken çizdiği karikatürlere de yer verilir. Ancak siyasi içerikli karikatürler nedeniyle gazete bir süre sonra iktidar tarafından kapatılır. Daha sonra öyküleri Sanat ve Edebiyat, Seçilmiş Hikayeler, Ulus, Ülkü,Türk Dili gibi dergi ve gazetelerde MŞE, Mustafa Memduh, M.Oğulcuk, İstemenoğulları gibi müstear isimlerle yayınlanır.

Türk hikayeciliğinin onunla boyut değiştirdiğini söylemek abartı değildir. On yedi yıllık yurt dışı görevlerinde Rusça, Farsça, Arapça öğrenmiş ve bu dillerin edebiyatını ve kültürlerini incelemiş, Çehov’a olan hayranlığı onun için bir dönüm noktası olmuştur. O güne kadar Türk Edebiyatında etkili olan Maupassant tarzı olay öyküleri yerini Esendal’la birlikte “Durum” öykülerine terk etmiştir.

Bilindiği gibi, Maupassant tarzı öykülerde her şey bir olay etrafında gelişir. Giriş, gelişme, sonuç kurgusu içinde yazılır. Merak, heyecan, gerilim unsurlarına dayanır. Finalinde genelde hayret uyandıran bir olayla sonlandırılır. Çehov tarzında ise insandır ön planda olan. Öykü o insanın psikolojisini yansıtır. Klasik giriş, gelişme, sonuç bölümleri yoktur. Dolayısıyla Esendal, Türk öykücülüğünde ilk kez olaysız bir sadelikle de öykü yazılabileceğini göstermiştir. Bu bağlamda, MŞE için, modern öykücülüğün babası Sait Faik’in yol göstericisi demek yanlış olmaz sanırım.

Onun öykülerinde olağanüstü hiçbir şey olmaz. Sadece bir “An”ın tesbitini yapar. Öykülerinde kurgu olmadığı için de sonlar bir anlam ifade etmez. Anlatım ritmi, son beklentisini gereksiz kılar. Örneğin, bir ailenin sıradan bir gününü anlattıktan sonra, “Bugün de başka günler gibi geçmeye başladı” diye bitirir.

Üslubunda Çehov etkileri görülse de onun karamsar bakışını yansıtmaz. O’nun, insana yaşamak için umut veren öykülerinde derin bir insan sevgisi vardır. Toplumun çoğunluğunu oluşturan evine, işine, yurduna bağlı insanları severek anlatır. Behçet Necatigil onu “Kahramanlarına sevgi ve şefkatle eğilen, onları gündelik yaşamın içinde en yapmacıksız haliyle görmesini bilen, renkli ve canlı anlatan bir hikayeci” olarak anlatır ki bu çok yerinde bir tesbittir.

Esendal’ın dili sade, yalın ve süsten uzaktır. O  bu anlatımını şöyle açıklar: “Edebiyatı bilmediğimden, marifetsizliğimden sade yazmışımdır. Bilsem, böyle düpedüz yazar mıyım hiç? Köylü bir şeyi söylerken dikine, olduğu gibi söyler… Neden? Söylemesini bilmez, anlatmasını bilmez de ondan. Marifetli insanlar öyle yapmazlar. Sözlerine, yazılarına marifetlerini sokarlar.”

Konularını büyük bir sadelikle işlerken, çağdaş öykünün kurgu, tasvir gibi olanaklarını kullanmaz. Bir yanıyla sıcak, samimi, içten; diğer yanıyla düz, tatsız, gerilimsiz anlatır.  Kısaca anlattıkları hayatın ta kendisidir. Her şey hayatta olduğu gibidir. O, sadece bize aktaracaklarını seçer. Fethi Naci onun için “Telgraf yazar gibi yazıyor” demesi de bundandır. Öykü konularını genelde kahve muhabbetlerinden seçtiği için halk ve sokak diline sadık kalarak yazmış, dili germe, soyutlama, çağrışımlara yaslama yerine günlük dili kullanmaya özen göstermiştir.

Hikâyelerinde anlattığı kişiler hep bizimdir. Esnaf, köylü, aylak, ev kadını, cahil, aydın, mektepli, çırak, üst sosyete, alt tabaka insanlar, hepsi onun şahıslarıdır. Her gün gördüğümüz ilgi göstermediğimiz kişileri o sıcacık bir sevgiyle ve ayrıntılara inmeden, ilgi çekici bir canlılıkla ve birkaç satır içinde canlandırıverir:  Ortaokulun bütün öğretmenleri, başlarında müdür hanım, bahçelerinde ne kadar çiçek varsa toplayıp getirdiler, Bedriye‟nin önüne döktüler, onu kucaklayıp bağırlarına bastılar, yanaklarından öpüp, saçlarını okşadılar. (Bir Kucak Çiçek; Bir Kucak Çiçek)

Memduh Şevket Esendal hikâye ve romanlarında genellikle İstanbul’u, özellikle Aksaray semtinden yoksul çevreleri, çeşitli kasabaları, konakları ve köyleri anlatmıştır. Anlattığı bu yerlerdeki kişilerin birkaç saatlik serüvenini ortaya koyar, sonu ve başı belli olaylardan kaçınıp entrikalı bir öykü kurgulamaz, olaydan daha çok olayın iç yüzünün peşinde koşar.

Esendal, Türk insanının zaaflarını ve güçlü yanlarını, onları yaşatan iç dinamikleri, değişim karşısındaki tavırlarını öykülerinde anlatmıştır. Öyküleri sarsıcı, çarpıcı değil ama sıcak ve inandırıcıdır. Tamamen duyum ve gözleme dayanır. Ruh tahlilleri, psikolojik analizler yoktur. Neyi gözlemlemişse, kendinden bir şey katmadan olduğu gibi yazar.

Öykülerindeki önemli unsur diyaloglardır. Diyaloglarla başlayıp biten öyküleri vardır.   Öykülerinde ana tema sevgi, kadın, aile, bürokrasi, batılılaşma, bağnazlık üzerinedir. Özellikle aile kurumuna çok önem verir.  Cinsel ve bireysel özgürlükler adına evliliğe ihanet edenleri hoş görmez. Geleneksel kadın ve erkek ilişkilerini savunur. “Anam babamı nasıl saydı ise ben de, kocamı öyle sayacağım. Babam ile anam nasıl yüz göz olmamışlarsa ben de öyle.” (Otlakçı; Bir Kadının Mektubu)

 

 

Erkeklerin dünyasında ezilen, savunmasız, korumasız kadınların hikayelerini anlatılır.  Bu Sıska Karı” da, nikahsız, erkeklerin yanında yaşamak zorunda kalan ve erkek dayağı yiyen kimsesiz, dışarıdaki kadını, “Tutkunluk”ta yine ezilen kadınları işler. “Bir Eğlenti”de rakı masalarına meze olan kadınlar vardır. Bu öykülerden başka Mihrişah, Behiye, Ayşe’nin Kocası, Adnan’la Karısı, Şimdilik Dursun, Bir Akşam Üstü, Bu Yollar Uzar, Yol Arkadaşları, Arkadaşım, Gençlik, Kayış Çeken, Ana Baba, aile ve kadın konularını gündeme getirdiği öykülerinden bazılarıdır.

Yaşarken politik kimliğiyle, öldükten sonra hikayeleriyle öne çıkan MŞE, tek parti döneminin ikinci adamı olarak yönetim sorumluluğunu paylaşmış bir yazar olarak da devlet-birey arasındaki derin uçurumu, bürokrasinin açmazlarını öykülerine konu etmiştir. Bürokrasinin otoriter yapısını, mevzuatları, kanunları kendi lehine kullanan bürokratları örneklerle anlatır. Öykülerde bürokratik kariyer, halka hizmetten çok, bireysel yaşantıyı yükselten bir imkan olarak görülür. Bu öyküler onun devlet kademesindeki yanlışlıklarla hesaplaşmasıdır bir bakıma. Örnek olarak, Mülahazat Hanesi’nde başlarının belaya girmesinden korkan küçük memurların işi çözmekten ziyade bir kâğıdı kime havale edeceklerini tartışmalarını, Mendil Altında’da bir memurun mebusluk düşünü, Müdürün Züğürdü’nde adı rüşvetçiye çıkan müdürün bunu çingenelerin iftirasına yormasını, Mebus Olursa’da mahalle kahvesinde mebus olurlarsa neler yapacaklarını tartışan insanları, Dedikler’de bürokratik otoritenin insanları nasıl yalana ve dalkavukluğa sürüklediğini, Aptal Sen De’de rüşvet yiyen belediye zabıtasını, Uğursuzluk’ta Müsteşarla küçük memur arasındaki iletişimsizliği, Kurt Masalı’da haklı olmasına rağmen imzaladığı bir kâğıttan dolayı dört yıl hapse mahkûm edilen Memur Mustafa’nın dramını okuruz.

Esendal’ın yaşadığı dönem göz önüne alındığında, ülkemizde yaşanan sosyal ve kültürel değişimin öykülerinde yer almaması elbette düşünülemez. Batılılaşma hareketleri beraberinde pek çok çelişkiyi ve çatışmayı da getirdiğinden, Esendal bu değişimi öykülerinde başarılı bir şekilde işler. O dönem insanlarının hayata, olaylara, eşyaya bakışını, zevklerini gözler önüne serer. Değişimi onaylamakla beraber beraberinde getirdiği yozlaşmaya karşı çıkar. Batıya eleştirel bir gözle bakarak, körü körüne taklitçiliği eleştirir. Öykülerinde Avrupa’da eğitim görmüş ya da uzun zaman orada yaşayıp yurda dönmüş insanlar olumsuz bir tip olarak çizilmiştir. Özenti ve taklitçilik öykülerinde yerici bir dille anlatılmıştır.

Onun öykücülüğü aktif politik hayattan çekildikten sonra ivme kazanmış, ama öykülerini sadece iki cilt yapabilmiş, daha sonraki ciltleri toparlamaya ömrü yetmemiştir. Onun tüm öyküleri ölümünden sonra kitaplaşmış, keşfi de ölümünden sonra olmuştur denilebilir. 13 cilt tutan kitaplarıyla kalıcı bir imza olmayı başarmıştır. Onu Türk öykücülüğünde önemli kılan tek tek öyküleri değil yazdığı bütün bir öyküler toplamıdır.. Dönemin öykü anlayışıyla uyuşmayan öykücülüğü, hep gölgede kalan sanatçı kişiliği ve kitaplaşabilen sadece iki öykü kitabı nedeniyle yaşadığı dönemde öykücülüğü fazlaca öne çıkamamış, zaten kendisi de bunu istememiştir.

Sonuç olarak MŞE bu toprağın insanını ona ait tüm özellikleriyle, olduğu gibi bize anlatmış, insana ve hayata hümanist yaklaşımıyla Türk öykücülüğüne kendine has bir tat ve biçem kazandırmıştır.

 

Kaynakça:

Necip Tosun / Öykümüzün Kırk Kapısı / Hece Yay.2013

Necip Tosun /  M.Ş.Esendal Öykücülüğü / Ülkücü Dünya Görüşü  14 Mayıs 2012

İ.Aydın,B.Çelenk,Z.Can/ MŞE Öykülerinin Değer Aktarımı Açısından İncelenmesi  Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Der. Sayı7/1 2018

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir