Mehmet Eroğlu Polisiye Üçlemesi İle Yeni Okur Arıyor

İyi Adamın On Günü, Kötü Adamın On Günü, Meraklı Adamın On Günü -II

 

1 Mart 2019 günü İstanbul hava limanında görüp satın aldığım üçlemenin ilk romanı olan İyi Adamın On Günü‘nü uzun New York uçuşunda okuyup bitmiştim. Seminer Hocamın yeni bir romanının yayınlanmış olduğundan haberim bile yoktu. Heyecanla almış, uçak NY’a inmeden okumayı bitirmiştim. Polisiye örgüsünü zorlama bulmuş ama ana karakter olan Sadık Demir’i tipik Mehmet Eroğlu erkeği olarak değerlendirmiştim.

Birkaç hafta önce 26 Mart 2021 günü Ankara-İstanbul uçağında okumaya başladığım Kötü Adamın On Günü aynı gece evde geç saatte bitmiş, ertesi gün Miami yolculuğuma ise Meraklı Adamın On Günü eşlik etmişti.

Bu üç kitap arasında; şiddet, vahşet ögeleri, kötücül entrikalar da dâhil olmak üzere en makul ve kısmen de olsa inandırıcı olanın, Selçuk Altun romanlarında olduğu gibi işlerin ana karakter lehinde tıkır tıkır gelişmesi ve pek çok abartılı ayrıntıya rağmen, ilk kitap olan İyi Adamın On Günü olduğunu söylemeliyim.

Yazarımız ilk romandan itibaren devam niteliğinde olan üç kitapta akan hikâyenin de arka planında “iyilik, kötülük, sadakat, ihanet, adalet, fırsatçılık, güzellik, çirkinlik” gibi evrensel kavramları tartışmakta, keskin çıkarımlar yapmaktadır.

Serinin ikinci ve üçüncü kitaplarında karakterler baştan savma, çalakalem yazıldığını düşünüyorum. Eski asker, sonra kiralık katil olan Zeynel ve Hüso için yazarımız bir söyleşinde “eğlenceli demiş. Ben “zavallı demek istiyorum. Karakterlerin aile kökleri, geçmişleri adeta geçiştirilmiş, bir anda patron ve taraf değiştirmekte sakınca görmeyen, evsiz, yersiz yurtsuz eski askerler adeta Sadık’ın yanına sığınırlar.

Özellikle ikinci kitaptaki, “kahvaltıda sucuklu yumurta yemeleri” konusu çok abartılmış, sadece süt ile yaşayan Sadık, birlikte yaşadığı, kader birliği ettiği insanların ne yiyeceklerine karışan, onların zevkini küçümseyen çok üsten bakışlı bir karakter olarak resmedilmiştir. Örnek olarak; Hüso, yanlış kullandığı sözcükler ve görgü bilgisi yetersizliği nedeniyle hem Sadık, hem Pınar tarafından sık sık çeşitli vesilelerle, yerli yersiz azarlanmakta,  sağına soluna şaplaklar yemektedir.

Aynı Hüso üçüncü kitapta ise korona dönemi başlangıcında abartılı alışverişler yapan kişilere gönderme yapılarak, uyarılara rağmen panik içinde maske ve gıda ürünleri alışverişi yapan biri olarak çizilmiştir.  Oysa Hüso ve Zeynel insan avında bambaşka bir şeye dönüşmekte, stratejik planlar yapabilen, kararlı, korkusuz eylemciler haline gelmektedir.

Hüso ile birlikte ikinci ve üçüncü kitaplarda yer alan Zeynel karakteri ise, fizyoterapist olmasına rağmen İstanbul’da hayat kadını olarak çalışarak, ailesine para gönderen Moldovalı sevgilisine olan bağlığı üzerinden anlatılmış. Daha bilgili görgülü, duygulu naif biri adam yaratmış yazarımız.

İyi, hoş da, aynı zamanda birer ölüm makinesi olmaya devam eden bu karakterleri şimdi sevimli mi bulmalıyız?

Mağdur edebiyatından çok sıkılıyorum. “Toplumsal yozlaşma ve çürüme nedeniyle bu haldeyim, bir şekilde bu hayata savruldum, elimden bir şey gelmez” diyen roman karakterlerini sevemiyorum.

Ayfer Tunç’un üçlemesini anlattığım bir önceki yazımda, kapak kızı olmayı kendi seçen Şebnem karakteri için de benzer düşüncelerimi ifade etmiştim.

Eroğlu “sevimli“ olmaları için kendince çaba harcadığı bu ölüm makinelerini üçüncü kitabın son satırında ortada bırakıvermiş. Kendisi genç sevgili Pınar ille birlikte keyif çatmaları için tahsis edilen Boğaz manzaralı eve yerleşmeye hazırlanırken, yoldaşlarına ne olacağı okurun hayal gücüne bırakılmıştır. Üstelik giderek dengesizleşen Meral’in bir süreliğine yeni ev sahipleri Doktor kuzenlerin özel hastanesine yatırılarak tedavi edilmesini bile yanı sayfada planlamışken,  birlikte adam öldürdüğü gençleri ortada bırakıvermiş. Üç roman boyunca yan karakterlerin sonları veya gelecek yaşamları hakkında ayrıntılar yazmayı çok önemsemiş olan Yazar bu iki eski askeri bir tür belirsizliğe mahkûm etmiş görünüyor.

İhmal edilen bir başka karakter de, hiç evlenmediği halde, Doktor Buket’i henüz bebekken evlat edinerek, itina ile büyütmüş olan Kayserili Köseoğlu ailesinin soyundan gelip de üç romanın sonunda hayatta kalan iki kişiden biri olan ismet Hanımdır. İkincisi ise, Doktor Gülşah’ın obez, tembel, hazır yiyici erkek kardeşi Can’dır ve gerçek Köseoğlu kanı taşımaktadır. Buraya kadar anlattıklarımdan doktor kızların ikisinin de aileye bir şekilde dışardan eklenmiş, çakma veliahtlar olduğu ortaya çıkmış bulunmaktadır. Buket’in evlatlık olduğu en baştan buyana açık bilgidir. Şimdi ise Gülşah’ın evlilik dışı ilişkiden doğduğunu öğrenmiş olduk.

Yukarıda Kötü Adamın On Günü adlı romanı özetlerken ihmal ettiğim ayrıntı şöyleydi. İlk romandaki avukat Maide karakteri ortaya çıkar ve Sadık’a yeni bir iş verir.  İsmet Köseoğlu Hanım, dururken ortadan kaybolan karı-koca Moldovalı hizmetçilerin bulunmasını istemektedir. Maide, birinci romanda genç Tevfik’in aranması konusunda olduğu gibi, Sadık’tan gene “mış“ gibi yapmasını ve Moldovalıların memleketlerine dönmüş olduğu konusunda yaşlı kadını ikna etmesini ister.

Okur olarak bana göre, Sadık-Adil karakterinin bu işi üstlenmesi için çok geçerli bir nedeni yoktu. Buna rağmen Sadık-Adil, kötü adamaların çantalar dolusu paralarına el koydukları bir dönemde, çok da önemi olmayan beş bin dolar ücret karşılığında Moldovalı çifti arama işini de üstelenir.

Her üç romanda da görülen ama rolü giderek azalan Meral karakteri de çok zayıf ve baştan savma yazılmış. İlk tanıştıklarında eski bir tiyatrocu olarak okura tanıştırdığı Meral’in ikinci kitapta herhangi bir oyunda rol almış olduğunu işitmediğinden söz eder.  İlk kitapta alkolik, aklı karışık, geceleri eski kocasının ruhunun ziyarete geldiğini söyleyen Meral’e güvenerek, romanın son unda, eski eşinden kaldığını söylediği evi onararak, otele dönüştürmek Eskişehir’e gittiklerini yukarıda anlatmıştım. Yanlarında seks köleliği işini bırakmak isteyen Fatoş’a şiddet uygulayarak senet imzalatan eski pazarlamacısından (pezevenk) kaçak araba satıcı Abi’nin yardımıyla kopardıkları yüklü miktardaki tazminat-avanta para ile Sadık’ın Tevfik’i teslim etmesi karşılığında ikizlerden aldığı para dolu bir çanta vardır. Bu para otelin onarılmasında kullanılacaktır

Raşit on Twitter: "Kötü Adamın On Günü romanı; Hamlet'in iç sesleri ile bezeli suç, adalet, aşk, adiyet varoluş, konuları ve İstanbul Belediyesi seçimlerine ufak dokunuşları eşliğinde karakterleri ve kurgusuyla çok beğendim bir

Kötü Adamın On Günü adlı romanın ilk sayfalarında Fatoş’un öldüğünü okumuştuk. İlerleyen sayfalarda otel inşaatı için halâ çok para gerektiğini,  Meral’in eski eşinin yeğeni olan bir mimarın onarım projesini hazırlamış olduğunu, onay ve inşaat süreçlerini yönettiğini mealen anlarız. Bu romanın sonunda ise defteri dürülen Abi’nin kasası yağmalanmış, garajdaki kaçak lüks arabalar elden çıkarılmış ve toplanan para Zeynel, Hüso ve Pınar arasında paylaşılmıştır. Ama her üçü de paralarını otel inşaatına yatırmayı seçerler ve Sadık-Adil Öcal’ın peşine takılarak,  Eskişehir’e giderler.

Bu arada Sadık-Adil karakterinin “kötü” dedikleri kişilerden edindikleri yüklü miktardaki nakit paraya elini sürmemesi, grup üyelerine adil olarak paylaştırması özel bir motif olarak romanda sık sık öne çıkmaktadır. Sadık-Adil Öcal karakteri ortalığı kötü adamlardan temizlemekte bir sakınca görmez ama onlardan zorla almış olduğu parayı doğrudan kullanmayı zımnen reddeder.  Nasıl olsa, dört kişilik grup sürekli etrafındadır ve onun rahatı için her türlü fedakârlığı yapmaya hazırdır, istemesi yeterlidir. Kısacası yaşamlarını devam ettirmek için gerekli harcamaların hangi kirli paradan yapıldığı aslında umurunda bile değildir. Onun sütü ve sigarası her daim hazırdır nasıl olsa.

Meral ikinci kitabın sadece sonunda karşımıza çıkar. Sadık’ın yanında gelen üç yeni kişiyi hiç şaşırmadan evine ve hayatına memnuniyetle alır.

Üçüncü ve son kitapta ise Sadık yediği dayaktan baygın yatarken açık kapıdan giren Meral romana dâhil olur. Bu kez, kendisine tiyatro yönetmeni süsü vermiş bir dolandırıcının güya sahneye koyacağı bir oyuna yapımcı ve oyuncu olarak para koyarak, elinde kalan son kuruşları da kaptırmak üzere olan bir Meral vardır karşımızda. Sadık’ın bomboş ve bakımsız evini derhal yaşanabilir bir hale koyan, Zeynel ve Hüso’nun da aynı evde kalabilmeleri için derhâl yeni eşyalar alıveren Meral’in fonksiyonu nedense birden sona erer. Artık diğerleri tarafından yakından takip edilmesi, sürekli kontrol altında tutulması gereken biridir.  Öyle ki, hafta başında herkesi anında evde toplamayı başaran, ardından evin yaşanabilir hale gelmesi için gerekli ayrıntıları hemen örgütleme yeteneği ve kapasitesi olan kadın, birkaç gün sonra korona olduğuna ve odasından hiç çıkmaması, karantinada kalması gerektiğine inandırılarak, izole edilir. Bu bölümler çok rastgele yazılmıştır, inandırıcılıktan hayli uzaktır.

Hikâye akışında unutulan veya önem verilmediği için ortaya çıkan bir komedi de şudur. Meral’in eski eşinin yeğeni aniden yurt dışından gelmiş ve yasal tek mirasçının kendisi olduğunu ispatlayarak, söz arasında öğrendiğimiz iki milyon harcanmasına rağmen halâ bitmemiş olan otelden Meral’i kapı dışarı etmiştir. Çünkü bizim aklı karışık, alkolik Meral karakterimiz meğer yıllar önce kocasından boşanmış olduğunu unutmuştur. Eski kocası öldüğünde zaten onun mirasçısı olabilecek bir konumda değildir. Ama Meral bu ayrıntıyı unutmuş, ya da unutmayı seçmiştir. Asıl ilginç olanı İstanbul’dan getirdikleri parayı hiç düşünmeden otel inşaatına gömmüş olan Zeynel ve Hüso bu durumdan pek gocunmazlar. Akıllı ve çıkarını korumayı daha küçük yaşta öğrenmek zorunda kalmış olan Pınar kızımızın ise bir süre önce hakkına düşen parayı alarak, Sadık’a haber vermeden İstanbul’a kaçmış olduğunu yukarıda anlatmıştım.

Gelelim buradaki asıl komik olan ayrıntıya. İkinci romanın başında evin müteveffa sahibinin  (Meral’in eski kocası) mimar yeğeninin otelin onarım projesi ve inşaat işlerini takip ettiğini okuduğumuz halde, üçüncü romanda bambaşka bir yeğen yurt dışından çıkıp geliverdiğini okuduğumuzda ya gülmek durumundayız ya da “Hocamız bu kez ödevini aceleye getirmiş” diyebiliriz.

Durun, daha bitmedi! ODTÜ İnşaat Fakültesi mezunu, uzun yıllar kamuda ve Nazif Günal’ın MNG adlı şirketinde mühendislik ve yöneticilik yapmış olan Eroğlu’nun asla gözden kaçırmaması gereken bir ayrıntı var ki,  tam evlere şenlik. Bu ülkede yaşayan en kör cahil bile, elinde tapu ya da mal sahibi tarafından verilen bir yetki belgesi bir vekâletname olmadan bahçeye çit bile yapılamayacağını gayet iyi bilir.

Kötü Adamın On Günü arşivleri - 221B Dergi

İlk roman 2018 yılı yaz başında geçen on günü anlatıyordu. (Sıcak havada kışlık ceket giymekte olan Sadık figürü)

İkinci roman 1 Nisan 2019’da yapılan yerel seçimlerin ertesi haftasında geçen on günü anlatmaktadır. Romanda sık sık Ekrem İmamoğlu’nun kabul edilmeyen seçim sonuçları hakkında Pınar ve Hüso arasında ağız dalaşı yaşanır. Yani, yaklaşık on ay geçmiştir ilk hikâyeden sonra. Pınar’da lise son sınıftadır artık.

Üçüncü roman ise, 2020 yılını Nisan ayının ilk günlerinde,  pandeminin başlangıcında geçmektedir.

İki yıldır yüklü nakit paraya rağmen bitmeyen otel inşaatı anlaşılan zaten başlamamıştı bile. Çünkü onaracakları bina en baştan bu yana zaten Meral’e ait değildi. Bu durumda da herhangi bir projenin onaylanması ve onarım ruhsatı alınabilmesi mümkün değildi ki, inşaata başlayıp, paraları harcamış olsunlar. Dolayısıyla ikinci kitapta inşaatla ilgili geçen sözlerin hepsi bir üçüncü roman yazılırken bir anda unutulmuş, ya da okurun bu ayrıntı önemseyeceği düşünülmemiş. Yurt dışından son dakikada çıka gelen yeğen masalı ile Meral’in İstanbul’a ve üçüncü hikâyeye girmesi sağlanmış.

İyi Adamın On Günü adlı romanın son bölümde rol verilen albino ikizlerin enstete varan yakınlıkları ve öldürme zevkine tapınmaları ne kadar kötücül ise, bana göre Kötü Adamın On Günü adlı romanda çarpık ilişkilerini öğrendiğimiz doktor kuzenler Buket ve Gülşah karakterleri de o denli kötücüldür.

Albino ikizler yaşıtları ile birlikte gün ışığında normal bir yaşam sürdüremediklerinden, bütün ömürlerini bir arada geçirmişler, zaten hastalıklı olan kişilik yapıları giderek bozulmuştur. Normal yaşamla doğru dürüst bir bağı olmayan ikizlerin kötü olmasını Eroğlu’nun izinden giderek, toplumsal çürüme ile bağdaştırmak bence zorlama olacaktır.

İkinci romanın sonunda, Doktor kızımız Gülşah’ın annesi ile işbirliği yaparak, o yaşına kadar baba bildiği kişiyi hiç tereddüt etmeden öldürebilmesi bozuk kişilik örneği değilse, acaba nedir? Baba Doktor Hikmet Köseoğlu hastanelerinde kurdukları “soy belirleme” biriminin açılış töreninde yapılan testin sonucunu öğrendiğinde doğruca evine gider ve hem karısını hem de varlığı ile guru duyduğu Gülşah’ı evden kovar. Babasını öldürmekle yetinmeyen Gülşah soy belirleme merkezini kuran ve gerçeği ortaya çıkaran doktoru da gözünü kırpmadan öldürür.

Doktor Buket cinayetlere belki ortak değildir ama cinayetleri saklayarak ve cinayet izlerini silinmesinde yardım ve yataklık ederek, Gülşah’ı canı gönülden destekler. Çünkü ortak idealleri, daha doğrusu ortak çıkarları söz konusudur.

Kötü Adamın On Günü adlı romanın son sayfalarında, mesleği uzman psikiyatr doktor olan Buket’in Gülşah’ın işlemek zorunda kaldığı bu cinayetlerin nasıl ulvi bir ideal uğruna gerçekleştirmiş olduğunu açıklaması tam da Yazarımızın iddiasını destekler niteliktedir.

Bu görüşe göre ulvi bir amacın gerçekleşmesine engel olabilecek kişileri ortadan kaldırmak çok normaldir. İyi ama kime göre, neye göre belirleniyor bu ulvi amaçlar?  Ya insanların yaşam hakkı, doğumdan gelen miras hakkı ne olacak?  Gülşah’ın öz kızı olmadığı ortaya çıkarsa, Hikmet Köseoğlu tüm mirasını obez ve hayta oğlu Can’a bırakacak, Buket ve Gülşah’ın geliştirmek için yıllarını verdikleri hastaneler Can’ın kötü ve vurdumduymaz yönetimi altında kısa sürede yok olacaktır.

Bu savunmayı sessizce dinleyen Sadık-Adil, sessizliğini korumağa, sırların saklamağa söz vererek, romanın sonunda ekibi ile birlikte Eskişehir’e dönmüştü. Zaten söyleyecek hangi sözü vardı ki? Abi’nin oto galeri gibi işleyen tenhadaki garajındaki katliamda yerde kanlar içinde yatan yaralı adamın yalvarışlarına aldırmadan tetiği çeken Sadık değil miydi? Kim daha suçsuz acaba?

Buket yöneticisi olduğu özel hastane aracılığıyla Gülşah ile birlikte gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projeleri ve siyasi görüşleri ile mangalda kül bırakmayan, kapitalist sağlık sistemine karşı çıkan bir idealisttir.

Buket ve Gülşah derin kuyularda meraklı gözlerden gizledikleri çarpık ilişkilerine ek olarak absürd bir yolla çocuk edinme serüveni kurgulamışlardır. İkili gizli yollardan ortak bir çocuk sahibi olarak geleceklerini garantiye almak peşindedir. Köseoğlu mirasını ve hastaneler zincirinin kontrolünü yitirmek istemezler. Çünkü yüksek idealleri vardır. Başarılı hastanelerinin sayısını artırarak daha çok sayıda insana yardım edebileceklerdir.

Doktor Buket, her nasılsa o güne kadar varlığından haberdar olmadığı sorunlu bir tip olan ve ömrü hapishanelerde geçmiş olan babasını ve ikiz kardeşi Filiz’i bulmuştur. Kocaeli yakınlarında bir kasaba eczanesinde yardımcı pozisyonda çalışmakta olan Filiz’i ikna ederek İstanbul’a taşımış, bir şekilde elde ettikleri spermle Filiz’in yumurtasını döllemiş, oluşan embriyoyu ikiz kız kardeşinin rahmine yerleştirmiştir. Şimdi üçü bir arada yaşmakta ve bebeğin doğumunu beklemektedirler.

Kötülükten yola çıkarak, yeni bir hayat yaratmayı tasarlayan bu üç kadının gücü Sadık’ı etkiler ve onların bu çabasına saygı duyar.

Bu üçlemenin bir tür kötülük ve suç işleme kardeşliği manifestosuna dönüşmesine ramak kaldı.

Meraklı Adamın On Günü adlı üçüncü kitapta ise hamileliğin son günlerinde gelişen bir kanser türü nedeniyle Buket’in ikiz kız kardeşi Filiz bebeğini doğururken ölmüştür. Yani romandaki işlevini tamamlamış ve geldiği gibi hızla roman dışına atılmıştır.

Ne hikâye değil mi? Dünya üzerinde bilinen tüm çetrefil ve çapraşık ilişkilerin tekmili bir arada!

Ana karakterle ilgili aklımdan geçen son cümleleri de sizinle paylaşmak istiyorum. İçimde kalmasın.

Sadık,  İyi Adamın On Günü adlı ilk hikâyede, daha on beş – on altı yaşındayken tanıdığı Hatice-Pınar’a kenarın dilberi gözüyle bakmıştı. Paragöz,  obur, kaba bulduğu Hatice’den hiç hoşlanmaz, itici bulur ama romanın sonunda kızın hikâyesinin tamamını öğrenince, Maide’nin kocasından tecavüz tazminatı olarak sızdırdığı parayı on sekiz yaşına gediğine alması koşuluyla Hatice-Pınar’ın adına bankaya yatırır.

Kötü Adamın On Gün adlı ikinci anlatıda ise Sadık, sevgilisi ve ölü doğan kızının annesi Fatoş’u henüz on beş gün önce kaybetmiş olduğu halde, bu ikinci macerada kendisine çok yardım eden Hatice-Pınar’dan çok etkilenir. O’nun pervasızlığı, aç gözlüğü, dişil yanları, güzelliği, özgüveni Sadık’ı etkilemiştir. Romanın sonunda Eskişehir’e birlikte gitmeyi önerir ve “Gelirsen seni sevebilirim” der. Aslında çoktan âşık olmuş, genç kızın çekici büyüsüne kapılmıştır. Romanın son sayfasında, daha yeni yaşamlarının ilk sabahında, henüz reşit olmamış, kendisinden yirmi iki yaş küçük olan genç kızla büyük bir tutkuyla sevişir. Bu koşullarda ilk macerada çocuk yaştaki Hatice ile cinsel ilişki yaşamış olduğu için tartakladığı, parasını sızdırdığı ve yaptıkları hakkında karısına bilgi verdiği Maide’nin kocasından ne farkı kalmıştı?

Bir ayrıntıdan daha söz edelim. İkinci roman boyunca “yeğen” olarak tanıtmış olduğu Pınar’la bu yakınlaşmasını aynı evi paylaşacakları Hüso ve Zeynel tarafından nasıl karşılanacağı, nasıl sindirileceği konu dışıdır.  Olaylar ve durumlar polisiye öykülerde de belki böyle gelişiyordur ama gerçek yaşamda bu denli sapmalar grup üyeleri arasında en azından huzursuzluğa neden olur.

Meraklı Adamın On Günü adlı son anlatıda Sadık, kendisini terk ederek İstanbul’a kaçmış olan Pınar’a hastane odasında karşılaştıkları ilk gün küs kalmaya gayret etse de,  genç kızın cazibesine çabucak yenilir. Sadık, bir yandan birkaç muammayı birden çözmeye çalışmakta, bir yandan da Pınar ile yatakta tutkulu saatler geçirmektedir. Pınar’a yirmi beş yaşına kadar evlenmemesini önerir ama kendisi o yaşa kadar kızı yatağında tutmaya kararlıdır.

Bu üçlemede en iyi yazılmış karakterlerin biri Hatice-Pınar’dır. Tutarlıdır, nettir, iki yıllık sürede çok önemli gelişmeler kaydetmiştir. Zamanın ruhuna uygundur, esnektir, uyum yeteneği yüksektir, akıllıdır. Neden bilinmez, O’da Sadık’a tutkundur. Onun gözüne girebilmek için değişmeye, başka biri olmaya gönüllüdür. İkinci anlatıda aç gözlüğü ve çıkarcılığı hâla devam etse de, oldukça olgunlaşmış on yedi yaşında, son derce becerikli bir genç kadındır.

Annesi Yeter köye dönmüştür. Annesinin bir köylüsünün evinde bir tür pansiyoner gibi yaşamakta, aslında bildiğini okumaktadır. Aslında üçüncü romanda Yeter Hanım’ın köye dönmek istemeyen Pınar’ın bir tanıdığın yanında okula devam etmesine izin vermesinin söz konusu olmadığını ve Pınar’ı evlatlıktan reddettiğini oluruz. Bu arada sapa sağlam çocuk bakıcı Yeter Hanım’ın köyünde öldüğünü de gene satır arasında öğreniriz.

Farklı karakterlerle anlatıya renk ve zenginlik katmanın önemine ben de inanıyorum. Ancak, bu üçlemede Eroğlu’nun yan karakteri yaratmadaki başarısının, aynı karaktere son biçerken devam etmediğini üzülerek görmekteyiz. Yazarımız Yeter karakterinin sonu için hiç çalışmamış, kolaya kaçmıştır.

Sadık, Kötü Adamın On günü adlı romanda Abi’nin kendisinden bulmasını istediği kayıp kişiyi tamamen Pınar’ın internette elde ettiği bilgilerle sosyetik mekânlarda iz sürmesi sayesinde bulur. Roman boyunca Sadık’a kalan görev, Abi ve çetesini yok etmeyi planlamak ve İsmet Köseoğlu’nun kayıp hizmetçilerinin akıbetini bulmak olmuştur.

Meraklı Adamın On Günü adlı son anlatıdaki Pınar tamamen farklı bir genç kadındır. Okula dönmüş, kariyer hedeflerini belirlemiştir. Eskişehir’den kaçmış olmasına rağmen Sadık’a hâla kör kütük âşıktır. Uyumlu, becerikli, akıllı ve yöneticidir. Sadık’ın ilk iki maceradan etrafına toplamış olduğu eksik gedik yaralı tipleri hem büyük bir ustalıkla hem de sevecenlikle idare etmektedir. Bencil ve paragöz kız kaybolmuştur. Öldürme eylemlerinin ayrıntılarından haberdar değildir ama eve gelen yüklü paraların kaynağını da sormaz.

Sadık-Adil-Öcal adlı ana kahramanımız da hızla sonuca uğraştığı iz süreme, bilgi alma ve öldürmek üzere tetiği çekme dışında roman boyunca pek bir şeyle ilgilenmez. Sadık’ın etrafında toplanmış kişilerin günlük yaşam düzenini sağlamak, her türlü ayrıntıyla ilgilenmek, Sadık için internette araştırma yapmak, bilgi toplamak, iletişim kurmak, program düzenlemek gibi pek çok şey Pınar’ın rutin görevidir.

Densiz ve bencil olarak tanıdığımız genç kızın bir yıldan çok daha az bir zamanda üst düzey yönetici sekreteri becerileri, olgunluğu ve sabrı kazanmış olmasının kaynağını doğrusu merak etmekteyiz. Yazarımız galiba bu çok olaylı ve çok karakterli anlatıda Pınar’ı hiç beklemeyeceğimiz ağırbaşlılıkta ve sorumluluk sahibi, iş bitirici, pratik, akıllı ve güçlü bir karakter olarak karşımızda bulunca pek şaşırmayacağımıza, okuyup, geçeceğimizi düşünmüş olmalı.

Oysa ne demişti rahmetli Barış Manço: “İnsan yedisinde neyse, yetmişinde de odur.”   İnsan eğitim, görgü, acı ve pek çok etkenin katkısıyla mutlaka gelişir ama özü çok da değişmez, aynı kalır. Kişiliğin olumsuz ve zayıf yanlarının üstünü örtmeyi ve baskılamayı isteyerek, iradeyle ve eğitimle öğrenmek mümkündür ama Pınar’ın bir uçtan diğer uca bu kadar kısa sürede ulaşmış olması bana göre inandırıcı değildir.   Yazarımıza roman akışında kentli,  becerikli ve güzel bir karakter gerekince ilk iki anlatıdaki karakteri üçüncü kitaba da monte etmekte sakınca görmemiş.

Ne dersiniz? İyi ve kötünün birbirine karıştığı, iyilik ve kötülüğün aynı kişilikte bir arada yaşadığı, fırsatını bulanın öne çıktığı bu karakterleri sevdiniz mi? Sizce de kötülüğün kaynağı içine doğduğumuz aile ve yakın çevremiz midir?

Birsen Karaloğlu

Not: Yazı dizimiz devam edecek…

 

 

Okuma Önerileri:

İlk kitap için yapılan söyleşi:  Kürşad Oğuz ile söyleşi: https://www.haberturk.com/mehmet-eroglu-iyi-adamin-on-gununu-anlatti-2383765

İkinci kitap için bir yorum: Ömer Türkeş: Sadık-Adi-Öcal ya da Hamlet!  https://www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/sadik-adil-ocal-ya-da-hamlet-41434417

Üçüncü kitap için:  https://www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/korona-gunleri-polisiyesi-41727412

Panzehir Dergi: “Mehmet Eroğlu Yaşamdan Bezmiş Erkek Kahramanlar Anlatıyor” https://www.panzehirdergi.com/mehmet-eroglu-yasamdan-bezmis-erkek-kahramanlar-dahianlatiyor-birsen-karaloglu/

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir