“Yanardağın Altında” adlı kitabı okuyup, tamamlamak benim için bitmek bilmeyen bir
maratona dönüştü. Neden mi?
10. yaşından bu yana kendi kitaplığı olan çok şanslı biriydim. O gün, bugündür kızıl ışıltılı
formikadan iki katlı, üst kısmı cam kapaklı kitaplığım yolumu, ruhumu, beni aydınlatmaya
devam ediyor. Gene o gün, bugündür; başladığım her kitabı illa da bitirmek diye bir takıntım
var. Uzun soluklu okuma serüveninde; “çöp” olarak tanımlanabilecek kitapları bile “hatırı
kalmasın” diye bitirdim hep.
Şüphesiz kıymetli metinleri okurken zorlandığım anlar çok oldu. Bir türlü içine giremediğim,
kavrayamadığım kitaplara bir örnek olarak Dino Buzzati’nin Tatar Çölü’nü verebilirim. Ya
da; Conrad’ın Karanlığın Yüreği’ni neredeyse mikroskop altında okuyup, aşık olmuşluğum
zorlu okumaya başka bir örnek olabilir.
Bu tür çok katmanlı, derinliği olan, yüklü metinleri gene de terk etmeden, başka kitaba
başlamadan sabırla okudum hep.
Taa ki Lowry’nin Yanardağın Altında adlı o yüce kitabı ile karşılaşana kadar.
Yanardağın Altında, Başkent Mexico City’nin 60 km güneyinde yaralan Cuernavaca’da, yan
yana yükselen iki yanardağın çevresinde 1938 yılında Ölüler Günü Festivali sırasında yaşanan
bir günün romanıdır. Bu kentte görevli, çoktan gözden düşmüş, ileri düzeyde alkolik bir
İngiliz konsolosun bir gününü anlatırken Lowry, sık sık geri dönüş tekniğine başvurarak
önceki yıl yaşananları da ayrıntılılarıyla aktarmaktadır.
Üstelik daha kitabın ilk bölümünde, çocukluk arkadaşı ve film yönetmeni olan karakterin
ağzından Konsolos’un onbeşinci yaşına, ilk gençlik dönemlerine ait bilgi de alıyoruz ama
kişiler ve zamanlar arasında bağlantıları kurmak o kadar kolay olmuyor. Kendisini yok
edercesine alkol alan ana karakterin anlaşılması güç ve intiharı çağrıştıran yaşantısı yaklaşan
II. Dünya Savaşı'nın tehdit ettiği, yok olmanın eşiğindeki Batı uygarlığına da gönderme
yaptığı bilinmektedir.
Kendi adıma söylemek gerekirse; kitabın ve yazarın adını ilk kez 2018’de bir başka kitapta
duydum.
10 Ekim 2018’de görev koşturmacasında sağ ayak bileğimi kırmış, sonbahar ve kış ayları
boyunca sadece tekerlekli sandalye ve baston ile işe gitmek üzere elimde bir kitapla
uzandığım kanepeden ayrılabilmiştim.
İşte o dönemde, Patrick Deville’nin “Viva” adlı eserini bir kitap ekinde görmüş ve Murat’tan
satın almasını istemiştim. Sonraki dönemde bu çok farklı ve sürprizli kitabı Frida ve/veya
Troçki seven bazı arkadaşlarıma da armağan ettim.
“Viva”yı elime alır almaz, bir solukta okumuştum. Kitapta sözü edilen, yeni yurt aradıkları
için yolları devrimi henüz gerçekleştirmiş olan Meksika’da kesişen dönemin ünlü
aykırılarını tanımak, anlamak için dikkatle ve hatta döne döne okumuştum. Kitap olağanüstü
idi. Troçki, Frida, Diego ve Lowry aynı kitaptan farklı renkli çiçekler gibi fışkırıyordu.

2

Deville, Viva’da Lowry’nin başyapıtı Yanardağın Altında’dan başka türlü söz diyordu:
Hani, Robin Williams’ın öğretmen rolünde olduğu o inanılmaz “Ölü Ozanlar Derneği” filmi
vardı ya! İşte, tam da oradaki edebiyatsever gençlerin oluşturduğu kapalı kulüp gibi,
“Yanardağ’ın Altında” romanını sevenlerin ortak bir dili olduğunu, bir araya geldiklerinde
de kitaptan alıntılar yaparak konuştuklarını anlatıyordu.
Bu özel bağ kurduran kitaba bir an önce kavuşmak istediğimi tahmin edersiniz. Ve Murat
gene kitapçının yolunu tuttu. Facebook sayfamda bu kitaptan ilk kez, 10 Şubat 2019’da, yeni
okumaya başladığımda söz etmiştim. Geceleri yorgun argın okunacak bir metin olmadığı
daha ilk sayfalarda anlaşıldı. Hatta 2019 Mart ayı boyunca benimle ABD’de Elif ziyaretine de
geldi ama konser ve müze tanıtım kitapçıklarından ona bir türlü sıra gelemedi. Zaten yeniden
başlamak için epey bir cesaret gerekiyordu. Ankara’ya dönüşte de çok yoğun bir iş programı
beni bekliyordu.
Böylece, söz konusu romanın kapak fotoğrafını 29 Temmuz’da Bodrum sahilinden facebook
hesabımda bir kez daha paylaştım ve en baştan başladım okumaya. Ama ne mümkün; gene
olmadı, yürümedi. Lowry’nin başyapıtı benimle birlikte daha pek çok yolculuğa çıktı.
Defalarca İstanbul, arada Adana, Uşak, hatta Karadağ.
Romanı okumaya en az beş kere yeniden başladım. En fazla yüz ellinci sayfaya kadar
okuyabildim. Sonra kesinlikle anladım ki; öyle otobüs yolculuğunda, ya da deniz kenarında
okunacak kıvamdakilere hiç benzemiyor. Hele 12-15 saatlik yoğun mesaiden sonra, derin
uykuya sızma öncesinde, gece yarısı sonrasında, Murat’tan alınan yarım saatlik okuma izinleri
ile de olacak gibi değil. Ama hiç ayırmadım başucumdan. Yazar adına göre düzenlenmiş
raflara dönmedi hiç.
Derken; karantina günleri okumaları başladı. Özellikle, sabah 08.00-11.00 arasını hararetle
öneririm. O dingin ve uyanık haldeyken, bu kitabı sevenlerin “neyi” sevdiğini biraz olsun
hissetmek mümkün.
Kitabın sonunda yazarın yayıncısına yazmış olduğu “metinde kesinti yapılmasının neden
mümkün olmadığını” belirten, romanın hangi koşularda yazıldığını anlatan oldukça uzun ve
bu romanı anlamak için rehberlik eden bir mektubu da bulunuyor. Ayrıca başarılı çevirmenin
kitaba eklediği ‘sonsözü’ de okumak gerekiyor. Deville’nin “Viva” adlı çok ilginç anlatısında
Lowry ve kitabına ait detayları da okumak romanın ruhuna ulaşmak için yol gösterici olabilir.
Egoist Okur sitesinde Pınar Sönmez imzasıyla yayınlanan değerlendirme yazısı romanı kısa
ve öz olarak tanıtmaktadır: https://egoistokur.com/yanardagin-altinda-yikici-bir-kult-roman/
Ekşi Sözlükten samimi bir değerlendirmeyi dikkatinize sunmadan geçemeyeceğim:
“Yanardağın Altında” kurmacanın akıcılığına kapılıp bir çırpıda okunacak bir kitap değil,
çünkü öyle çarpıcı bir öyküsü yok. Evet, göbek çatlatandır. Peki, zor bir kitap mı? Hayır,
sadece ilgi istiyor, duyarlılık istiyor, dikkat istiyor. Sökülmesi gereken bir kitap. Kitap Ulysses
gibi bir günü kapsıyor ve 12 bölümden oluşuyor, buradaki 12 bölüm 12 saate tekabül ettiğini
Lowry yayıncısına yazdığı mektupta açıklamış. Söz konusu bu mektup biz aceleci okurlar için
yol haritası mahiyetindedir. Kitap, çeşitli gönderme ve imgeler ormanı. En önemli ve sıkça
yapılan gönderme "orman". Yaşadığımız karanlık ve nemli orman, tam da insanlığın var
olduğundan beri ve günümüz insanın daha da beterini yaşadığı hayat. Orman anlamına gelen
cantina (bar-kafe) isimleri hayatımızı tükettiğimiz karanlık ve nemli ormanları anımsatır.

3

Kitabın bir yerinde "ölümü yasalardan iyi biliyorlar" diye bir cümle var. Bu cümle Latin
Amerika’yı, Balkanlar’ı, Ortadoğu’yu, kısacası dünyanın savaş alanlarını anlatmaktadır”.
Yazarımız Malcolm Lowry romanın konusunun geçtiği Cuernavaca'da uzun süre yaşamıştı.
Roman yazarın kendi hayatından izler taşıdığından yarı otobiyografik bir roman olarak kabul
edilmektedir.
Unutmadan bu romanın sinemaya da uyarlandığını, çekilen filmin Altın Palmiye ödülüne ve
iki dalda Oscar’a aday olduğunu, gene Oscar’a aday olan 100 dakikalık bir belgesel
çekildiğini belirtmeliyim.
Lowry, 1936-1944 yılları arasında defalarca yeniden başladığı, adeta damıta damıta yazdığı
bu roman ile Ölümsüz Yazarlar Panteonunda kendine kolaylıkla yer bulmuştur. Yanardağın
Altında adlı bu romanın 20. yüzyılın en önemli romanlarından biri olduğu genel kabul
görmektedir. Bu romanla ilgili olarak “dünyayı peşinden gidenler ve diğerleri diye ikiye
ayıran bir ‘kült romandır” tanımlaması yapılmıştır. Ayrıca Time Dergisi de, romanı 1923'ten
bu yana İngilizce yazılmış en iyi 100 roman" listesine eklemiştir.
Bu yazıyı tamamlamadan önce, Yanardağın Altında romanı hakkında Doç. Dr. Şeyda
(İnceoğlu) Sivrioğlu’nun hakemli dergide yayınlanan makalesinin linkini buraya eklemek
istiyorum:
https://cdn.istanbul.edu.tr/file/1CD58DF90A/FE36B156406841E3BCD1FA60BD46AE91?do
i=
Hepimize sosyal medya platformları üzerinden zaman zaman çeşitli davetler ulaşmaktadır.
Kişisel sosyal medya hesabımızda fotoğraf veya metin paylaşmamız için arkadaşlarımızdan
çeşitli çağrılar almaktayız.
Ben de bu kitabın okuma listelerine eklenmesi için siz Panzehir Dergi okurlarına çağrı
yapmak ve emek isteyen bir okuma şölenine davet etmek istiyorum.
Umarım; ilerde bir gün, dünyamız iyileştiğinde ve bir yerlerde buluştuğumuzda, bu muazzam
cangıldan söz eden ortak cümleler kurarız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir