KADİM İNSANLAR VE YENİ BİR KEŞİF

İnsanın kökenine dair yapılan her keşif, insanın öykülerinin tarihine bakışımızı değiştirir.

24 Haziran 2021 tarihinde, BBC muhteşem bir keşfin haberini yaptı. 100 bin yıl önce yaşamış, yeni keşfedilmiş bir insan türü. Keşfi yapan İsrailli bilim insanları İsmini “Nesher Ramla Homo” olarak koyuyorlar.

Ramla şehri yakınlarında bulunan kalıntıların günümüzden 120-140.000 yıl önce yaşamış kadim bir insan topluluğuna ait olduğu düşünülüyor.

Nesher Ramla son zamanlarda Orta Doğu’da bulunan en önemli keşiflerden biri. Neandertaller ile farklı insan türlerinin nasıl bir arada yaşadığı, göç yolları, Orta Doğu ve Avrupa’daki varlıkları hakkında eksik arkeolojik verileri sağlıyor.

Nesher Ramla Homo türünün Yakın Doğu’daki varlığının 400.000 yıl geriye gittiğinden bahsediyor.

Sonrasında Homo Sapiens, Neandertal ve Nesher Ramla Homo’nun yapısal benzerlikleri ve farklarından bahsediyor uzun uzun. Meraklısı “Nesher Ramla Homo” diye aratarak benim alıntıladığım haber dâhil farklı kaynaklara ulaşabilir.

Buraya kadar okuduğunuzda aklınızda neler canlanıyor sevgili okur?

İnsanın kökeni hakkında ne düşünüyorsunuz?

Son 200 yılda yaptığımız bilimsel keşifler bize insanlık tarihinin bilinmeyen bir yüzünden bahsediyor. Mağaralarda korku içinde yaşayan bir tür olmadığımız aşikâr. Buz tabakalarının hareketlerine uyum sağlayarak Afrika’dan Avustralya’ya göç etmiş. Savanlarda, buzullarda, çöllerde uzun zaman yaşamış, farklı insan türlerinden ataların çocukları olduğumuzu öğreniyoruz. Yaşamın ulaşamayacağını düşündüğümüz yerlerde var olmuşuz. Pasifik adalarına kendimiz ile birlikte farklı hayvan türleri taşımışız. Son elli yılda kitaplarda okuduğumuz pek çok bilgi değişti. Şimdi, ondan fazla insan türüne dair kalıntılar köklerimiz hakkındaki fikirlerimizi zorluyor.

Bu kadim insan kabilelerinin göç yollarında karşılaştıkları, aralarında tohum-giysi-yiyecek takasları yaptıklarını gösteren mağara resimleri var. Arkeolojik kalıntılar var.

Benim ilk aklıma gelen şu soru oluyor misal: Bu kadim insan kabileleri ne kadar sıklıkla iletişim kuruyordu?

Dünyada son kalan yerli kabile yok olmak üzere! - Son dakika dünya haberleri

Birbirlerine neler anlatıyordu? İnanç aktarımı yapıyor muydu?

Nasıl oluyor da tüm o hareketliliğe ve kaosa rağmen ilk öykülerimiz, yaratılış destanlarımız bu kadar çok ortak tema içeriyor?

İnsanı, gezegendeki diğer türler gibi düşünmeye başladığımızda kendimize yüklediğimiz tanrısal vasıflardan arındığımızda geriye bize hangi öyküler kalıyor?

Bugüne kadar bilim insanları farklı insan türlerinden bir tek Homo Sapiens’in hayatta kaldığına inanıyordu. Son 100 senenin çalışmaları bize farklı bir şey söyleyebilir mi? Genetik bilimi öykümüzün eksik parçalarını birleştirebilir mi?

Tek ata – tek yaratıcı mitine meydan okuyan bilimsel gelişmeler çağında, inançlarımız ve insanlığa dair öykülerimiz nasıl bir dönüşümün eşiğinde?

“Nesher Ramla Homo, Avrupalı Neandertaller ile Orta Doğudaki kadim insan toplulukları arasındaki kayıp halka olabilir” diyor kazıyı yürüten Tel Aviv Üniversitesi bilim insanları.

İnsan ister istemez düşünüyor. Çağımızın ırklar ve dinler üzerinden yürütülen en vahşi politikaları her sabah beynimizi bombalarken bu keşif ve benzerleri insanlık tarihinin öykülerini nasıl bir perspektife koyuyor?

YARATILIŞ MİTLERİ VE İLKEL MİTOLOJİ

Bu sorunun hatta diğerlerinin hiçbirinin cevabını elbet bilmiyorum. Sadece böyle sorular sorabildiğimiz için mutlu oluyorum. Ve mitolojinin daha çok bilimsel çalışmaya konu olmasını umuyorum. Yine de bu keşfin benim için neden önemli olduğunu paylaşabilirim.

Farklı insan kabilelerinin uzun yolculukları ve birbirleri ile yaşadıkları temasları hayal etmek bana dünya gezegeninin geleceği için umut veriyor. Mevcut sistemin bizi getirdiği tekdüze yaşantının bir gün değişebileceğine dair bir ümit. İlkel yaşamımız ve kadim insanların yaşam öykülerinde karşımıza çıkacak ve bizi farklılıkları daha kolay kabullenmeye götürebilecek yeni bir bakış açısı.

Belki de insana dair hikâyelerin ortak temalarına katılacak yeni renklere karşı duyulan heyecan. En önemlisi, nereden geldiğimizi hatırlamak.

Dünya Mitolojisi - Donna Rosenberg | kitapyurdu.com

Donna Rosenberg, ‘Dünya Mitolojisi’ kitabında mitolojinin kaynaklarından bahsederken hikâyelerimizin yalnızca kahramanlık mitlerinden oluşmadığına, bereket söylenceleri ve yaradılış söylencelerinin önemine dikkat çeker. Rosenberg, kitabının önsözünde söylenceleri şöyle tanımlar;

‘Söylenceler, her zaman önemini koruyan sorulara verilen kültürel yanıtları yansıtır: Ben kimim? Yaşamımı nasıl geçirmeliyim? Böylece söylenceler, insanları birleştiren ortak konulara ilişkin farklı yaşam biçimleri yansıtırlar.’

Yaratılış mitleri ve bereket mitleri daha çok ilk ana-baba, yaşamın kaynağı ve tarımın başlangıcı gibi konuları ele alır. İlk ana-baba çoğu yaratılış mitinde yeryüzü ve gökyüzüdür. Ve yoklukta tek başına kendisinin farkına varan bir büyük tanrının kendinden yarattığı varlıklardır. Bir ilk yaratıcı tanrı fikri neredeyse dünya mitolojisinde ortak temadır. Coğrafi konumuna göre kimi yaratıcı tanrı insan sever ve insanlara yardım eder. Diğer taraftan Babil ve Sümer gibi medeniyetlerde cezalandırıcı tanrı kavramı ile karşılaşırız.

Çoğunda tanrı insanı dünyadaki elementlerden yaratır. Ve bir şekilde ilk yaratılan dünya çoğunlukla yok edilir. Ya da yok olur. İnsanın bu yok oluştan korunması şartlara bağlanmıştır. Nuh Peygamber mitindeki tema da tufan kadar yaygın bir temadır.

Gılgamış Destanı'nın yeni bulunan yitik halkası ve dinsel ideolojinin tektanrıcılığa doğru kesintisiz evrimi | Bilim ve GelecekTufan, Asya’dan Afrika’ya ve Güney Amerika’ya kadar pek çok mitte karşımıza çıkar.

Kimi kültürler dünyanın yaratılışı ve büyük tanrılardan bahsederken kimi kültürler sadece kendi yörelerinin ortaya çıkışı ile ilgilenirler.

Ama tıpkı “Kahramanın Yolculuğu” gibi yaratılış ve bereket söylenceleri de ortak temaları ile dikkat çeker.Kadim ve ulu bir tanrının, kendi başına olmaktan sıkılıp kendinden bir varoluş yaratması.

İlk ses. Gökyüzü ve yeryüzünün yaratılışı.

Bu ilk ana-babanın insanın koruyucuları olması.

İnsanın topraktan ya da benzeri bir dünyevi olgudan yaratılması. İlk bitkinin, tohumun insana tanrılar tarafından armağanı. Bir meyve ya da ağaç olabilir. Balık olabilir. Besinin tanrılar tarafından sağlanması. Ve onu yetiştirmenin öğretilmesi. Büyük tufan. Yok oluş.

Ve yeniden doğuş.

DİNE HALKI YARATILIŞ DESTANI

Rosenberg’in en sevdiğim cümlesi şudur;

“Pek çok söylencenin simgesel içeriğini anlayabilmek için, yeryüzü merkezli anaerkil dinlerle daha yakından tanıdığımız, gökyüzü merkezli ataerkil dinler arasındaki temel farklılıkları bilmek önemlidir.”

Bu cümle aklıma sadece kadının yok sayılmaya başladığı erkek egemen tarih anlatımını değil aynı zamanda dünya halklarının köleleştirildiği ve kültürlerinin yok edilmeye çalışıldığı son bin yılı da getirir.

Dünyadan Yaratılış Öyküleri 2 - Akıl Fikir Müessesesi

O yüzden ilk olarak Kuzey Amerika’nın en önemli halklarından biri ile başlayalım. Dünyanın en eski halklarından “Navajo“ların yaratılış destanını ele alalım.

Batılı sömürgecilerin kendilerine taktığı Navajo ismi yerine “Dine“ ismini tercih eden bu halkın yaratılış destanı diğerlerinde göreceğimiz gibi yokluktan yaratılan bir dünya, insanın yaratılması ve büyük tufan temalarını içerir.

Aşağıdaki destanın en önemli kaynağı, Washington Matthews’un, 1897’de yayınlanan Navajo Efsaneleri’dir. Günümüzde Dine halkının kendi destanlarını ve masallarını orijinal lisanı ile birlikte anlatan Dine halkı mensubu akademisyenlerin eserlerine İngilizce olarak ulaşabilirsiniz.

Destanda insan diğer örneklerinde olduğu gibi bölgede bol bulunan “mısır koçanından“ yaratılır.

“Başlangıçta ilk dünya ya da siyah dünya vardı. Tek ışık kaynağı, çevresini yanan reçine sarmış küçük bir toprak parçasından oluşmuştu. Üzerinde yaşayanlar yalnızca kanatsız böcekler ve yerdeki deliklerde yaşamaya alışmış yaratıklardı. Bunların arasında kırmızı karıncalar, hamam böceği ve beyaz çekirgeler vardı.

Günlerden bir gün böcekler bir araya geldi. “Burası çok sevimsiz bir dünya, çok karanlık. Kendimize daha aydınlık ve yeni bir dünya bulmalıyız.

‘Bunu nasıl yapacağız?’ diye sordu karıncalar.

Pervane böceği yanıtladı. ‘Kendimize kanatlar yapacağız ve dünyamızın çatısına doğru uçacağız.”

İkinci dünya ya da mavi dünya çok daha geniş ve aydınlıktı. Böcekler bu dünyada kuşlarla tanıştılar. Öfkeli balıkçıl, “Burası bizim topraklarımız“ diye bağırdı. Bir süre burada barınan böcekler bir kez daha, daha aydınlık bir dünya arayışı için mavi dünyanın çatısına doğru uçtular.

Üçüncü dünya ya da sarı dünyaya vardılar. Bu dünya çok daha büyük ve parlaktı. İnsanlar ve hayvanlar beraber yaşıyorlardı. Burada hepsi beraber İlk Halk olarak anıldılar. Burada yaşayan herkesin kanatları ve pençeleri vardı. Fakat insanlar kanatları mantolarının üzerinde taşıyor ve istediklerinde çıkartabiliyorlardı.

İnsanlar mağaralarda yaşıyor, kabuklu yemişler ve tohumlar ile besleniyorlardı. Burada herkes için yiyecek vardı. Tüm canlılar aynı dili konuşuyordu.

Bir sonbaharda, dört tanrı, Beyaz Beden, Mavi Beden, Sarı Beden ve Siyah Beden peş peşe dört gün İlk Halka göründüler. Sessiz işaretler yapıp gittiler.

Dördüncü gün Siyah Beden geride kaldı ve İlk Halk’a dedi ki, “Tanrılar kendilerine benzeyen insanlar yaratmak istiyorlar. 12 gün sonra size geri geldiğimizde temiz ve hazır olun.“

On ikinci günün sabahında, Siyah Beden ve Mavi Beden iki kutsal geyik derisiyle geldiler. Beyaz Beden, bir beyaz bir de sarı iki mısır koçanıyla geldi. Mısır koçanlarını, derinin başı batıya koçanların uçları da doğuya bakacak şekilde kutsal derilerden birinin üstüne yerleştirdiler. Beyaz koçanın altına beyaz, sarı koçanın altına sarı bir kartalın tüyünü koydular. Sonra her iki koçanı ikinci geyik derisiyle örttüler.

Beyaz rüzgâr doğudan, Sarı rüzgar batıdan geldi ve iki derinin arasında yatan mısır koçanlarına üflediler. Tanrılar üstteki deriyi kaldırdıklarında İlk Halk, beyaz koçanın İlk Erkek, sarı koçanın İlk Kadın’a dönüştüğünü gördüler. Her birimize yaptıkları gibi, rüzgâr onlara yaşam üflemişti.

Uzun yıllar İlk Halk, Sarı Dünya’da barış içinde yaşadı. Fakat zaman içinde sayıları çok arttı. Hepsini besleyecek yiyecek kalmadı.

Tohumlarını alan İlk Halk, Sarı dünyanın çatısına doğru uçmaya başladı. Yoruldular ama bir çıkış bulamadılar. Dörde ayrıldılar. Ve her biri başka bir köşeye doğru uçtu. İlk Dine topluluğu Doğu’ya uçtu ve İlk Kadın onları bir sonraki dünyaya yöneltti.

Kuş halkı güneye uçtu ve ilk kız onları bir sonraki dünyanın sıcak bölümüne yöneltti. Hayvan Halkı batıya uçtu ve İlk Erkek onları bir sonraki dünyanın dağlık bölümüne yöneltti. Böcek Halkı kuzeye uçtu ve İlk Oğlan onları bir sonraki dünyanın soğuk bölümüne yöneltti.

İlk Halk şaşkınlıkla bu yenidünyada kendilerinden başka halklar olduğunu keşfetti. Gündüzleri beyaz, geceleri siyah olan bu dünyada komşuları olan Pohiler, Zuniler, Akomalar ve Pueblolar ile yaşamaya başladılar. Tembellik yapan ve oyunculuğu ile bilinen Koyot aralarına katıldığında korktular. Nitekim, Koyot’un Su Canavarını kızdırması sonucu büyük bir sel olur.

İnsanlar dağlara kaçarak, güzel ekinlerini arkalarında bırakmanın hüznü ile selden kurtulmaya çalışırlar. Ama sel peşlerini bırakmaz. Su canavarının iki bebeğinin Koyot tarafından kaçırıldığını fark ederler. Ve bebekleri bir sepete koyup selin oluşturduğu göle bırakırlar. Ancak o zaman sel durulur ve Su canavarı bir daha insanları rahatsız etmez.“

Bu yaratılış mitinde ele alınan dünyadan dünyaya ilerleme, insan halkının kurtuluşu, dört yönden gelen dört güç. Dört yönün temsili. İnsanın tanrılara benzetilmesi temaları o kadar yaygın temalardır ki, hem İrlanda yaratılış mitlerinde hem Hindistan’da karşımıza çıkar.

Hayvanlar ile barış içinde yaşama ve çalışkanlığın yüceltilmesi temaları hem Roma hem de İskandinavya mitlerinde ortaktır.

Misal, İrlanda yaratılış mitinde de dünya çeşitli çağlar yaşar. Her birinde farklı bir ilerleme olur. Aydınlık uygarlıkla eş tutulur. Ve insanın tanrının suretinde olması teması vurgulanır.

YENİ BİR BAKIŞ 

İlkel mitoloji bana içinde yaşadığımız çağ ve ataerkil düzene rağmen varlığını sürdüren halkları ve onların öykülerine sahip çıkmak için verdikleri mücadeleleri hatırlatıyor.  Bugün Dine halkı, Aborijinler ve Yoruba halkı sözde medeni ülkelerin zorbalığı altında yok edilmiş kültürlerini ve ilk öykülerini geri kazanmak için yeni bir savaş veriyorlar. Afrikalı pek çok kabile modern dünya ile temas etseler de yaşam alanlarının ve kültürlerinin yok olmaması için mücadele ediyor. Brezilyalılar içlerinde yaşayan ilk halklara uygulanan ayrımın kaldırılması için uğraşıyor. 

İlk öyküler, yaratılış mitleri ve ilk insanlar bize dünyanın sandığımız gibi bir yer olmadığını hatırlatmaya çalışıyor. Ve bizi beraberce barış içinde yaşayabileceğimiz yeni bir dünyaya çağırıyorlar.

Sömürgecilik, köleleştirme ve soykırım kavramlarının yeniden ele alınması gerektiğini az da olsa kabul etmeye başladığımız bu çağın bize getirisi, insanlığın öykülerine bakış açımızı değiştirmek zorunluluğu olabilir.

O vakit tüm bu soruları sormaya hazır hale gelmek için ihtiyaç duyduğumuz kahramanlığa, cesarete ve açık fikirliliğe bizi teşvik edecek eserler yine yaratılış mitleri, masallar ve kahramanlık destanları olacak.

Sevgi dolu bir hafta diliyorum.

Elisabet C.K

Kaynakça

Bozkurt Güvenç – Antropolojiye Giriş

Yuval Noah Harari – Homo Sapiens

Roger Lewin – Modern İnsanın Kökeni

Donna Rosenberg – Dünya Mitolojisi

Joseph Campbell – İlkel Mitoloji

Yazıya konu olan habere ulaşmak isteyenler için

“New type of ancient human discovered in Israel“ BBC – Pallab Ghosh 24 Haziran 2021

https://www.bbc.com/news/science-environment-57586315

1 thoughts on “Lili’nin Sesi-KADİM İNSANLAR VE YENİ BİR KEŞİF/ Elisabet Kafadar

  1. Seyhan Hanotte dedi ki:

    Müthiş bir ufuk açıcı yazı daha. Çok ama çok teşekkürler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir