küheylan
Müge Süzek

KÜHEYLAN

Bu sezon İstanbul’da birbirinden güzel oyunlar sahneleniyor. Kimi kapalı gişe oynadığından aylar önceden bilet almak gerekiyor kimi turneye çıktığından farklı mekanlarda, kimine ise daha kolay bilet bulunabiliyor. Küheylan uzun zamandır izlemek istediğim ve bir ay öncesinden yerimi garantilediğim oyunlardan biri oldu.

Amadeus’un oyun yazarı Peter Shaffer’in gerçek bir olaydan esinlenerek kurguladığı eser, Broadway’de tam 1200 kez sahnelenerek, Tony ödülü almış, bizde de Barış Erdenk rejisiyle sahne konmuştu. Çolpan İlhan- Sadri Alışık tiyatrosu ve Piu Entertainment işbirliğiyle, başrollerinde Kerem Alışık, Emir Özden, Hatice Aslan, Devrim Nas, Açelya Devrim Yılhan, Gizem Katmer ile seyirciyle buluşuyor.
Alan on yedi yaşındadır. Korkunç bir olay gerçekleştirerek hastanenin psikiyatri servine yatırılır. Psikiyatr Martin, bir yandan Alan’i iyileştirmeye çalışırken, kah konuşma, kah bilinç altı seanslarıyla davranışlarının kökenine inmeye çalışır. Seanslarda ortaya çıkan gerçekler, yüzleşmeler, birbirlerinin yerine geçmelerine şahit olurken, oyun bizim de kendimize sık sık ayna tutmamıza imkân tanır.
Atları çok seven, bir taraftan tutkularından vazgeçmeyerek peşinden giden, dinsel ve aile -ateist baba ve dindar anne arasında kalmış- etkileri sebebiyle bastırılmaya çalışılan Alan’ın hikayesine odaklanırken, diğer taraftan Martin’in kendini ve yaşamını sorgulamasını izleriz.
Tutkuların peşinde koşmak mı delilik, yoksa yaşanan tutkusuz, sıradan hayatın normalliğine inanmak mı? Kim akıllı, kim deli? Freud’un ‘bastırılanın geri dönmesi ‘felsefesinin önüne geçmenin imkânı yok.
Var olan tutku yok edilebilir, olmayan bir tutku ortaya çıkarılabilir mi?
‘Başkalarıyla ilgili rahatsız olduğumuz her şey bizim kendimizi tanımamızı sağlar.’
Bir gün yolda giderken, kırbaçlanan atların çektiği acıyı görüp, aynı acıyı çekerek atla özdeşleşen, o günden sona daha da zor günler geçiren Neitzsche geliyor aklıma. Kırbaçlanan at, belki de dünyaya fırlatılıp atılarak türlü yüklerin altına giren insanoğlunun ta kendisidir.
İki perde 120 dakika süren oyunda ışık, müzik, kostümler (hele o atlar, hele o Maya) , sahne tasarımı (sahnedeki seyirci ve oyuncu koltukları) mükemmel. Değer yargıları, vicdan, cinsellik, ergenlik, ebeveyn olmak, tutku, din gibi pek çok kavramı sorgulatan, bol Jung, çokça Freudyen, çok çarpıcı, çok sert, çok psikolojik ve özellikle Emir Özden ayakta bol alkışlamalık Küheylan, mutlaka izlenmeli diyorum.
İyi seyirler…

 

Diğer Tiyatro yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir