KÜBİK BİR ÖMÜR- Pablo Picasso

Kübizm, 20.yüzyıl başlarında Paris’te gelişen bir akımdır. İzlenimcilik akımından kübizme köprü oluşturan isim Emile Zola’nın yakın arkadaşı, aynı dönemde farklı alanda eserler veren Paul Cezanne! Buna şaşırmadım elbette. Biri edebiyatla diğeri resimle gerçeği yansıtmanın peşindeydi.

Kübist sanatçılara göre dış dünyanın nesneleri sadece göründükleri yanıyla değil görünmeyen tüm yanları ile ele alınmalıydı.  İzlenimcilikte baskın olan görme duygusu yerine, Kübistler aklın gücünü ortaya koymak istiyorlardı. Tablolarını sağlam temellere oturtmak istiyor ve bu konuda ressam Paul Cezanne‘ın izinden gidiyorlardı. Nitekim bu ressamlar, Cezanne’dan, onun son Provence manzaralarından ve natürmortlarından esinlenecekler, kübizm doğacaktı. Şair, yazar ve sanat eleştirmeni Apollinair,  tasarım sanatı olduğunu söyler.  1911 yılında Mona Lisa tablosunu çaldığı şüphesiyle bir hafta gözaltında tutuldu, suçsuz olduğu anlaşılınca serbest bırakıldı. Çalınan tabloyu Floransa’ya kaçırmakla suçlanan kişi ise Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz  Picasso adıyla Malaga’da doğan, gelmiş geçmiş en ünlü ressamların arasına adını yazdıran, bizim kısa adıyla bildiğimiz Pablo Picasso’ydu. İddialar kanıtlanamadı.

Gerçek hırsız Vincenzo Peruggia, 1913 yılında çalıntı Mona Lisa’yı bir sanat simsarına satmaya çalışırken yakalandı.

 

Kübizm adı, Georges Braque’ın bir tablosunu gören sanat eleştirmeni  Vauxcelles’in, bu tablo için „küçük küpler“ sözünü kullanmasıyla ortaya çıktı. Picasso ve Georges Braque hacimlerin iç içe geçtiği portreler, manzaralar, natürmortlar çizmekteydi. Her ikisi de Tuvale doğada üç boyutlu olan nesneleri çizebilmenin arayışındaydı. O zamana kadar, derinlik izlenimi perspektif aracılığıyla verilebiliyordu.

Picasso ile Braque, her şeyden önce bir tablonun ne olduğunu unutturan bu çözüm yolunu bir yana bıraktılar: Tablo, aslında dümdüz bir yüzeydir. Braque ile Picasso, biçimleri tuvalin üzerine kademeli sıralayarak üst üste yerleştirdiler. Zaten onların niyeti, gerçeği gördüğümüz gibi değil, olduğu gibi göstermekti: Yerimizi değiştirmeden bir nesneye baktığımız zaman onun sadece bir kısmını, bir köşesini veya bir yüzünü görürüz. Kübistler ise nesneleri, sanki çevresinde dolaşıyorlarmış gibi, birkaç bakış açısından, cepheden, yandan, üstten, alttan bakarak aynı imge üzerinde göstereceklerdir. Aynı şekilde, bir yüzü hem yandan, hem de iki gözü görülecek biçimde karmaşık görüntü vereceklerdir.

1911’e doğru Braque ve Picasso için, nesneleri kat kat açıp saydam küçük yüzeylere bölmek, kenar çizgilerini kırmak, gerçek bir oyun haline geldi; o kadar ki, neyin resmini yaptıklarını anlamak giderek zorlaştı. İki ressam o sıralarda Avrupa’nın başka merkezlerinde doğmakta olan soyut sanata çok yaklaşmış.

Kübistler, sanatlarını geliştirirken gerçeği tamamen özgün bir biçimde resim sanatına sokmak amacını güttüler: resme tamamen yabancı öğeleri (kâğıt, gazete parçaları, kibrit çöpleri) tablolarına yapıştırdılar. Üstelik boyalarına kum karıştırdıkları da oluyordu. Bütün bunlar günümüz resim sanatında sık sık rastlanan şeylerdir, ama o dönemde hiç görülmemişti. Kübistler bunu hem gerçek ile ilişkilerini yitirmediklerini göstermek, hem de resimde imtiyazlı madde diye bir şey olmadığını, bir tablonun herhangi bir şeyle yapılabileceğini göstermek için yaptılar. Yeter ki, tablo, biçimlerin tutarlı bir kompozisyonunu oluştursun.

Açıklık kaygısıyla, yapısal çizgileri iyice azalttılar ve kompozisyonlarına, hemen belirli bir nesneyi akla getiren resmedilmiş biçimleri eklediler. Sözgelimi, bir gitarı belirtmek için teller ve bir eğri, keman için üzerindeki delikleri, şişe için ise şişenin boynunu çizmekle yetindiler.

Sanat felsefesi olarak, ayrı ayrı yerlerde geçen şeylerin birlikte ve aynı zamanda cereyan ettiğini tasavvur ve tasvir etmek düşüncesi ile, karışıklıktan hoşlanma zevkinin birleştirilerek ifade edilmesi esasına dayanır. Nitekim kübistlerin eserlerinde karmakarışık imajlara ve dağınık kelimelere rastlanır.

Kübistler, herhangi bir şeyde gözün türlü yönlerden görebildiği özellikleri, bir arada geometrik şekillerle göstermeye çalışır. Bu tarz resimlere kübik resim adı verilir. Kübizm, eşyanın uzaklık ve yer içinde kapladığı hacim kanununu temel hareket noktası olarak alır. Bu akıma mensup sanatçılar, resimde özün, değişmeyenin peşinde koştuklarını savunurlar. Onlara göre, konunun sadece görünen yönünü değil, görünmeyen tarafını da göstermek gerekir.

 

Bu akıma mensup olan edebiyatçıların gayesi ise, duygularla olayları birbirine karıştırmak, ayrı ayrı yerlerde geçen olayların birlikte, aynı anda olduğunu kabul etmek ve bu anlayışta eser vermektir. Bu yüzden kübistlerin eserleri oldukça karmaşıktır.

Kübistler, resimde renk oyunlarının yankılarını, güneş ışınlarının tabiat içinde uyandırdığı parıltıları bir yana bırakarak, eşyanın geometrik yapısına önem vermişlerdir. Bu bakımdan Kübizm, tabiatın yepyeni bir anlayışla değerlendirilmesidir denilebilir. Onlar sanatlarının kaynağını duygudan çok, düşüncede aramışlar, esere düşünceyi katarak empresyonistlerin aksine, ilim yoluyla değil sanat yoluyla sanata varmak prensibini seçmişlerdir.“  *

 

„Kübizm, bir manzarayı ya da olayı ele alırken önce parçalara ayırır. Daha sonra sanatçı kendi ruh haline göre o parçaları tekrar birleştirerek esere son halini verir. Eserlerde aktarım metodu olarak geometrik şekiller kullanılır. Eğer bir nesne eserde dışarıdan göründüğü gibi aktarılmışsa bu durumda sanatçının eser üzerinde etkisinin yok olduğunu düşünülmektedir. Bundan dolayı olacak ki Kübizm akımı içerisinde ortaya konan sanat eserinde farklı motiflerin sentezi oldukça önemlidir. Bu zamana kadar ortaya konan eserlerde bu sentezlerin izleri mevcuttur.“**

 

Pablo yedi yaşındayken, kendisi de ressam olan  babasının rehberliğinde resim yapmaya başladı. 1890’da, arenada bir boğa güreşçisini gösteren ve bilinen ilk yağlı boya tablosunu tamamladı, on yaşında Güzel Sanatlar Okulu’na kabul edildi. Ocak 1895’te difteri nedeniyle ölen kız kardeşi  ölünce, aile Barselona’ya taşındı ve  Picasso, 14 yaşında  çok zorlu sınavlarla öğrenci alan sanat akademisine girmeye hak kazandı. O günden itibaren de iki Dünya savaşı görmüş Pablo Picasso sanatı, savaş karşıtı siyasi tavırları, sosyal ve özel hayatıyla gündemden hiç düşmedi.

Picasso’nun yaşlandıkça yavaşlayacağını ve durulacağını düşünenler yanıldı. Cinsellik ve sanatsal yaratıcılık arasında kurduğu  bağlantı, hayatının sonuna kadar eserlerine yansıdı, son dört yılında herhangi bir zaman diliminde yaptığından daha fazla eser yarattı. Şiirleri ve yazdığı oyunlar resimleri kadar ses getirmedi. Tutkulu, hayat dolu ve bazen de bencil tavırları olan Picasso’nun hayatına daha yakından göz atmak isterseniz 1943’de tanışıp, sevgili olduğu ve dört çocuğundan  ikisinin annesi olan Françoise Gilot’nun „Picasso’yla Yaşam „adlı kitabından sinemaya uyarlanan filmi seyretmenizi öneririm. Konusu ile ilgilenmeyenler için ayrıca belirtmek isterim ki film sinematografik yönden de çok iyi. Renkler, ışık, oyuncu seçimleri, olay örgüsü, yalın ve gerçekçi anlatım biçemiyle seyredilecek filmler listesine  eklemeye değer bir film. Picasso’yu Anthony Hopkins canlandırıyor ve her zamanki gibi oynamıyor, yaşıyor.1996 yapımı  filmin yönetmeni James Ivory. Kadın başrol oyuncuları Natascha McElhone, Julianne More.

25 Ekim 1881’de İspanya’da başlayıp 8 Nisan 1973’de Fransa’da sonlanan hayatı boyunca sayısız eser vermiş ve yaşarken değeri bilinen ressam olma şansını yakalamıştır. Rekor fiyatlar biçilen eserleriyle, sanat tarihine adını kazıtan Pablo Picasso’yu anlatmak elbette uzmanların işi. Onu ölüm yıldönümünde anmak üzere bu yazıyı yazmaya kalkıştığıma pişman olmadım dersem yalan olur. Neden derseniz: Picasso’nun , eserlerine benzer şekilde önce bölüp, parçalarına ayırıp  sonra kendi algısına göre iç içe geçirip birleştirdiği ve bütün haline getirdiği 92 yılı ve sanatı üzerine söz söyleyebilmek için hakkında yazılanları okumak, filmini seyretmek, arkadaşlarının ölümünden sonra anlattıklarını dinlemek yeterli değil. Üstelik dolu dolu yaşanmış bir ömrü birkaç paragrafa sığdırmak olanaksız. Barcelona’da şehrin orta çağdan kalma olan yerleşim bölgesindeki Picasso Müzesi onun hayatının çarpıcı bir özeti diyebilirim. Giderseniz benim gibi yavaş yavaş, her ayrıntıyı inceleyerek  gezin derim. Yalnız uyarayım o sırada fark etmeden gruptan ayrılıp kayboluyorsunuz. Görebildiğiniz şeyler ise sadece kimseden saklamadıkları…

Onu en iyisi kendi sözleriyle analım.

 

„Esinlenme diye bir kavramın varlığı kesin; önemli olan insanı çalışırken yakalaması.“

 

„Her zaman, yapamayacağım şeyler üzerinde çalışıyorum ki nasıl yapabileceğimi öğreneyim.“

 

“Bir zamanlar annem bana şöyle demişti, eğer bir asker olacaksan general olacaksın. Eğer bir rahip olacaksan papa olacaksın. Fakat ben bir ressamdım. Ancak bu yalnızca tek bir yönüm.”

 

*  tr.wikipedia.com

** www.bilgikosku.com

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

2 thoughts on “KÜBİK BİR ÖMÜR- Pablo Picasso/ Işık Sema Ergürbüz

  1. sedef dedi ki:

    Çok keyifli ve bilgilendirici bir yazı olmuş. Emeğine, kalemine sağlık…

    1. Sema dedi ki:

      Teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir