İki Yumurta/ Birsen Yalçın

Filiz gece yağan yağmurun ardından mis gibi toprak kokan güne gözlerini açtı. Ilık bir sonbahar gecesini daha atlatmış olmanın rahatlığıyla mutfağa doğru yönlendi. Tezgâhın üstündeki ekmeği hiç düşünmeden ağzına attı. Geceden kalma bardak ve tabakları lavaboya koydu, buzdolabını açtı ve kendine iki yumurta çıkardı.

“Şöyle sahanda tereyağlı bi yumurta istedi canım! ” hafif bir tebessümle eli karnında devam etti “Kızımın canı bu sabah omlet çekti. “

Ocağın çakmağına basarken “Bugün sessiz durmak yakışmıyor dimi kızım, hadi biraz şarkı söyleyelim “derken her zamankinden daha enerjik bir sabaha uyandığının ifadesi olarak radyoda çalan müziğin ritmine ayak uydurmaya başladı.  Büyük bir çelik tavaya tereyağını koyarken “Biraz abarttım galiba ama bu da böyle güzel yaaaaa!”dedi.

Sıcak tavaya değince çrossss sesini duyan Filiz yumurtaları teker teker kırıp beklemeye başladı. Üç dört dakika geçmişti ki ‘dayanamayacağım’ deyip keyifle,  bir parça ekmeği bandırıverdi göz göz olan güneş sarısı yumurtalara.

Uzun hamilelik haftalarını tamamlamış artık doğumu bekleyen heyecanlı, cıvıl cıvıl bir anne adayıydı. Doğacak olan bebeğinin cinsiyetini öğrenmemişti, bu zaman da bunu yapabilen anne adayına rastlamak inanılır gibi değildi, zira on yedi haftayı tamamlayan bütün heyecanlı anneler bir solukta ultrason odasında belirirlerdi,  ama Filiz’in annelik hisleri ona “kız “diyordu. Biliyordu kızı olacaktı. Bütün testleri de yaptırmamıştı, en önemli iki testi yaptırıp ‘’çok şükür bir şeyi yokmuş’’ deyip tahtaya vurmakla yetinmişti.   Koca bir yaz müthiş bir heyecanla Eylül ayının gelmesini saydı, nihayet ikinci haftasını da bitiriyordu. Sıcak yaz aylarını saymazsak aslında çok rahat bir hamilelik geçirmişti. Her anne adayı gibi elleri, ayakları, şişmiş aldığı kilolar yanaklarından yüreğine kadar artmıştı. Bebek için çıktığı bir alışveriş şenliğinde “Düşlemek mi, yaşamak mı? “diye sormuştu bir arkadaşı, oda ‘’Düşler gibi yaşamak’’ demişti. Aldıkça hayal kurduğu, hayal kurdukça aldığı her küçük kıyafette.

Filiz kahvaltısını bitirip, koltuğa uzanmak üzereydi ki güçlü bir tekme hissetti, ardından bir daha, bir daha. Telaşla hemen kocası Fırat’ı aradı ‘’ Fırat doğuruyorum ahh! Çabuk gel!’’

Fırat kaç dakikada gelmişti, evden nasıl çıkmıştı,  hastaneye nasıl gitmişti bütün bunlar rüya mıydı, hiç birini hatırlamadan, o büyük spot ışıklar karşında kesik kesik nefes alıyordu. ‘’Ikın filiz, daha güçlü hadi!” tek duyduğu da buydu. Gebeliğin son ayı çok zor geçer, tekmeler gittikçe artmaya başlar ve doğumun habercisi olan şiddetli uzun bir kasılmanın ardından da doğum başlar. İşte Filiz en çok olmak istediği yerde, heyecanını saklamadan bir bir akıtarak gözyaşlarını ve avazı çıktığı kadar bağırarak bütün gücüyle tekrar tekrar ittirdi. ‘’Ahhhhhhhhhhhhh!’’

‘’Nefes al, geliyor hadi!” sözüyle dişlerini tekrar sıktı bütün gücüyle ittirdi, kalbi çok hızlı çarpıyordu, sakinleşmesi gerekiyordu ama yapamıyordu. ‘’Hadi filiz başı geliyor, bir kez daha ıkın” bütün gücüyle bağırarak ‘’aaaaaaaaa’’ derken bir sıcaklık hissetti, ılık ılık akıp gittiğini ve tam da o anda cazgır bir bebek ağlaması duyuldu. Yumruk yaptığı elleri terden sırılsıklam, gözleri mutluluktan perişan, minnet ve sevgiyle baktı doktoruna, akan gözyaşlarını usulca silerken tek diyebildiği ‘’kız mı ?’’oldu.

 

Doğumdan birkaç saat geçti bebeğim, hiç uyanmadı emzirmek istediğimde gözlerini açmıyordu. Eşim Fırat ve ablam ayaklarını kontrol ettiğinde çok soğuk olduğunu fark ettiler. Doktorumuza haber verdiler. Sonrası mı?

Doğumdan hemen sonra doktorumuz durumdan şüphelenip, tetkiklere başlamış bile. Eşim ve ablamla paylaşmış durumu. Bana bir şey söylemediler ama gözler kızarık yüzlerde bir hüzün.

Birkaç saat sonra tahlil sonuçları çıktığında trombositlerin düşük olması ve beslenememesinden dolayı yeni doğan yoğum bakım ünitesine aldılar. Sadece dört saat beraber kalmıştık. Her şey atlatılırdı ama benim ona anne sütü vermem gerekiyordu. Sürekli süt sağıyordum burnundan beslemeleri gerekiyordu. Onu kuvözde gördüğümde içim buruldu. Ama ben kızıma DENİZİME güveniyordum ve inanıyordum o kısa sürede toparlanıp çıkacaktı. Tetkikler sırasında genetik tanı için kromozom testi de yapmışlardı ama bunu ablam ve eşim bana söylemediler, takiiiii doktorun odasından içeri girene kadar.

‘Hoş geldiniz, sormam gereken bir, iki soru var.’’

‘’Tabi doktor bey buyurun.’’

‘’Ailenizde çekik gözlü olan biri var mı ?’’

‘’Anlamadım ‘’

‘’Öncelikle bu bir hastalık değil, sarı saçlı, mavi gözlü doğmak gibi genetik bir farklılık.’’

‘’ Ne demek istiyorsun doktor, genetik farklılıkta ne, neyi var benim prensesimin? ‘’

‘’Lütfen sakince dinleyin, sıradan bir insan vücudunda bulunan kromozom sayısı kırk altı iken bu bireylerde kırk yedidir.

‘’Bu ne demek yani,  korkumu görmüyor musun nesi var Deniz’in, Allah aşkına söyle doktor!  ‘’

‘’Hücre bölünmesi sırasında yanlış bölünme sonucu yirmi bir kromozom çiftinde fazladan bir kromozom yer alır, yani yirmi bir numaralı kromozomdan üç tane olması Down sendromlu olması anlamına gelir.’’

Denizi,  eve alıp geldiğimiz kaçıncı gündü hatırlamıyorum, ablam kendi evine dönüp, biz bir başımıza kalınca ona acıyla değil, aşkla uzun uzun baktım. Banyosunu yeni yapmış olan meleğim nasıl da güzel kokuyordu,  ellerinin içindeki pamukçukları bir bir topladım, nefesini dinledim. ‘’Rabbim sana şükür bana koklamak için bir gül verdin.’’ derken nedenini, niçin ini sorgularken gözyaşlarımı durduramadım, kalktım mutfağa gittim, dolabı açtım, iki yumurta çıkardım. Büyük çelik tavaya kırıp yumurtaların güneş sarısını seyrettim, hüzünle gözlerimi kapatıp bir parça ekmeği bandırıverdim ama içim almadı sanki yumurtalar bozuktu. Deniz de çoktan ağlamaya başlamıştı.

 

 

 

5 thoughts on “İki Yumurta/ Birsen Yalçın

  1. Deniz Köker dedi ki:

    Çok etkileyici. Elinize sağlık

  2. Elifgül dedi ki:

    Hayatı farkliliklariyla kucaklamanin güzelliğini anlatan bir öykü..Kalemine sağlık yazarımızın İçinde hiç bir kötülüğün olmadığı bir dünya nasıl olurdu acaba diye düşünmeden edemiyor insan.. Farklı bir dünya

  3. sema dedi ki:

    Harika bir dille yazılmış, enfes bir hikaye!!

  4. Psk. Nazlı Türk dedi ki:

    Güzel olan hiçbir zaman materyal değildir. Kullanılan malzeme, sahip olunan eşya, yediğimiz yemek(iki yumurta), soluduğumuz hava.. Hiçbiri değildir bize güzel hissettiren.. Ne midir? Yaşadığımız andır. Kıymetli olan “An” dır. Anın gidişatıdır güzel olanları belirlememizi sağlayan. Bunu daha güzel anlatan satırları daha önce okumamıştım. Tebrik eder, başarılarınızın devamını dilerim Birsen Hanım.

  5. Melek Koç dedi ki:

    Çok duygulandım Birsen hanım. Teşekkürler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir