hulya duman yazar

Kendime Not/ Yeşil Mürekkep – Sabahattin Ali II.Bölüm

Hülya Duman

Yukardaki mektupları ihtimal ki Ankara’ dan yazmıştır. O sıralar işsizdir ve soluğu bilin bakalım kimin yanında alır?

İlk bölümü, sizi yukardaki soru ile baş başa bırakarak kapatmıştım. Anımsadınız değil mi?

Tabi ki Cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş en nitelikli ve donanımlı, yeri doldurulamayacak Milli Eğitim Bakanı, Hasan Ali Yücel’in. Hababam Sınıfının Mahmut Hocası neyse Hasan Ali Yücel de( kuşkusuz ki ayrı bir yazıyı hak eden, sağlam bir kişiliktir ) dönemin aydın, elit, yazar, şair kim varsa hepsini kucaklayan, kollayan, savunan, Mahmut Hocasıydı. Onlara iş imkânı sağlarken öte yandan onların birikimlerini de genç Cumhuriyet için bir fırsata dönüştüren, Hasan Ali Yücel, tercüme büroları açarak, yaklaşık bin kadar dünya klasiğinin, birçok kitabın çevirisini bizlere kazandırmış, bir yüce insandır.

Neticesinde, büyük uğraşlarla bu kıymetli öğretmenin; öğretmenliği yanında “Neşriyat Müdürlüğü Büro Şefi” olarak da değerlendirilmesine karar verildi.

❁ on Twitter: "Sabahattin Ali'nin eşi Ayşe Sıtkı'ya evlilik teklifi.… "

Işık görünmüştü yeniden işi olacaktı, göklerde uçuyordu. O halde Ayşe’nin nikahına talip olabilecekti.

Oldu da …

”benden daha iyisini mi bulacaksın Ayşe, nikahına talibim” (2)

Cevap maalesef yine olumsuzdu…

“Niçin ruhumuzun asla ısınamadığı kalıplarda kalmaya mecburuz? Bir insana bundan daha büyük bir işkence olur mu?”

 Karalar bağlar, çıldırır yine “Son Mektup” şiiri ile cevap verir, Ayşe Sıtkı’ ya.

“Benim gönlüm doğuşundan deliydi,

 Başka dünyaların şaşkın seliydi…

 Bunun böyle olacağı belliydi…

 Her şey biter sel yerine döndü mü.”

Kendi ruhsal durumu böyle iken, Almanya’ da ırkçılık savunusu ile giderek yükselen Hitler, onun destekleyicisi İtalya ve Türkiye’ de savunuculuğunu yapan eski arkadaşı, Nihal Atsız gibi faşizanlar tarafından gerginlik daha da tırmandırılıyordu. Gidişatın nahoşluğu, Sabahattin Ali’nin gönül kırgınlığına paraleldi. Tüm kişisel sorunlarının dışında olan bitene de gözünü dikmişti.

“Ah, kimselerin vakti yok

Durup ince şeyleri anlamaya

Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar

Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya”(7)

Sabahattin Ali, müthiş bir gözlemci ve politik okumaları, saptamaları yerinde olan bir aydındı. Ve olup bitene duyarsız kalamazdı.  Sabahattin Ali, sessiz kalamayacaktı. Bilirdik onu, ne kavgada ne de aşkta korkak biriydi. Hiç olmamıştı.!

Savrulup, uçurduğu düşüncelerle zaman geçip giderken, ‘yalnız hatta yapayalnız’ hissediyordu kendisini. Aklına, yıllar önce denk geldiği, lacivert gözlü kız geliyordu bu sıra…

 Acil olarak buluşmalıyız Pertev!

“Adımlarım kimseninkine uymuyor, herkes beni yolun ortasında bırakıveriyor…

herkes… yolun ortasında…

yaşlanıyorum …”

-Evlilik kararı verdim Pertev, Almanya dönüşümde dayımların evinde iken karşılaşmıştım, ismi Aliye.

– Yahudi bakkal parasız kalınca eski defterleri karıştırırmış.

 

Aliye ve Sabahattin Ali çifti | Yazarlar, Kitap, Şair

Sabahattin şöyle bir düşündü. Pertev haklıydı. Düğüne gider zurnaya, hamama gider kurnaya aşık olurdu. Karakteri böyleydi…

Durumu, artık kardeşim diye seslendiği, Ayşe’ye de yazdı…

“Mühim haber evleniyorum,

Nişanlım, şu masumeler sınıfına dahil. 1.60 boyunda. Gayet sessiz, okumaya ve düşünmeye meraklı. İsmi Aliye.” (2)

En nihayetinde Aliye “hapis yatan adama kız mı verilir”(8) cevabı ile bu izdivacı olumlamayan babasına karşı çıkarak, mektuplarına âşık olduğu adama “Gözlerimi kapadığım zaman senin hayalini görüyorum” diyorsun. Ah Aliye, ben gözlerim açıkken bile hep seni görüyorum.”(10) evet demişti. Aylardan Mayıs idi ve bizim deli adamımız eski sevgiler atılır, diye coşa coşa nihayet çok kez talip olduğu dünya evine girecekti.

Mayıs ayların gülüdür

Taze bir çiçek dalıdır

İçerim ateş doludur

Mayıs’ta gönlüm delidir

Mayısa bu kadar güzelleme yaparken, bir taraftan da gözleri Almanya’ da giderek yükselen Nazi partisinin üzerindeydi ve çok daha önceden demişti Pertev’e;

-Hitler Versailles’i çöpe atar.  Ne büyük öngörü ama..!

Sabahattin, hiçbir zaman elde edemeyeceğini düşündüğü, bu nedenle kederlere kapıldığı ahengi, sonunda yakalamıştı.

Öyle ya “Bir insana bir insan herhalde yeterdi”  şimdi gerçekten de başında mutluluk yelleri esiyordu

Canı Aliye’si ona yazmak için huzurlu bir ortamı yaratmıştı. Konya Cezaevinde yazmaya başladığı “Kuyucaklı Yusuf” u tamamladı. Eser, daha tefrika edilirken, kitap olarak yayımlanmak istenmişti. Daha ne olsundu.

Kuyucaklı Yusuf Sabahattin Ali

Her şey mükemmel gidiyordu ama yaşı otuza gelip dayanmıştı ve defalarca tecil ettirdiği askerliği yapması gerekiyordu. Tam da o anda Aliye’nin hamile olduğunu öğrendi, bu dünyada kendisinden daha mutlu kim olabilirdi ki artık.

Askerlikte tanışır, avukat Niyazi Ağırnaslı ile. İlk günden de kaynaşırlar. Hamilelik bir taraftan, askerlik öte yandan süredursun, Kuyucaklı Yusuf mahkeme kararı ile toplatılacaktı.

Biricik kızı Filiz’i, dünyaya uğuruyla geldi.

Kuyucaklı Yusuf raporları iyi yöndeydi. Özellikle Reşat Nuri Güntekin,

“ Sabahattin Ali kanaatimce son neslin hikâyecilerinin en kuvvetlisidir” diye başladı raporunu yazmaya…

Kuyucaklı Yusuf da, Sabahattin Ali de temize çıkmıştı…

Kısa bir Eskişehir ikametinden sonra Ankara Musiki Muallim mektebine atanmıştı. Ata’nın, Nazi Almanya’sından kaçan, 1400 civarı aydını bir eğitim neferi olarak ülkeye kabul ettiği dönemlerdi. Carl Ebert de bunlardan biriydi. Devlet konservatuvarında göreve başlamıştı ve bir dramaturga ihtiyaç vardı. Evet, Sabahattin Ali, iş için biçilmiş kaftandı. Almancası çok iyiydi, evinin duvarı kitapla kaplı, müthiş birikimli, kavraması yüksek, daima iyilik düşünen, haksızlığa gelemeyen ve de hiçbir zaman tepkisini esirgemeyen, gerek ülkenin gerekse dünya gidişatının nabzını iyi tutan, öyle ki Hitler’in ayak seslerini çok önceden doğru yorumlamış “durmasını bilemeyecek kadar deli” demişti.

Müthiş gözlemleri, zekası ve görüsü ile Milli Şef’in savaşa ne yapıp ne edip girmeyeceğini, Hitler’in yenileceğini; kimse aksini düşünemezken, o söylemişti. Gerçekten de o aralar, sonunda Almanların yenileceğini söyleyen ender insanlardan biriydi. Niyazi’ye dedi ki;

“Tek gözlü Alman generallerinin savaş kazandığı görülmüş mü? Başlarına belayı şimdi sardılar”

Yine Churchill’in İsmet Paşa’yı asla ikna edemeyeceğinden emindi.

Dolayısıyla Carl Ebert, böylesi bir aydın ile çalışmaktan ziyadesiyle memnun olmuştu. Birlikte hem çok güzel işler yaptılar, hem de çok iyi dost oldular.

Bir yandan dramaturgluk yaparken öte yandan kendi işlerini de aksatmıyordu. Artık tanınan bir yazardı. Ve dünya bu halde iken, dünyayı yaşanmaz hale getiren insanı yazacaktı bu sefer.

“İçimizdeki Şeytan” bu düşünce ve olaylar örgüsü üzerine doğacaktı işte.

Evinde mutluydu. Ruhu Filiz’i kucağında idi. Kitapları seviliyor, işi iyiydi ama dünya savaşın ortasında iken, Sabahattin ikinci kez askere alınacaktı.

Hem ailesini, hem de mecburi işlerini hiç aksatmayacak, geceleri ise aralıksız yazacaktı…

Herkes, savaş yangınının kokusunu ve çığlıklarını çok yakınlarında hissetmekteydi artık. Bu koşullarda, askerdeki çadırında başladı yazmaya Kürk Mantolu Madonna’yı. “Öyle hızlı düşünür, öyle hızlı yazardı ki, Kürk Mantolu Madonna’yı her hafta yayınladığı tefrikalar ile çıkarmıştır”(8)

 İnsanın derinliğini yazacaktı bu kez.

 Yine insandı malzemesi, uğruna her şeyi göze aldığı insan..!

Romanları ve öyküleri ne kadar etkileyici olursa olsun sosyalizme dair güzellemeleri, milliyetçilik karşıtlığı ve Resimli Ay çevresi ile yakınlığı nedeniyle siyasi polisler, ha bire dosya biriktirmekteydi kendisi hakkında…

Oysa ne yönetilebilir, ne de yönetebilirdi o. Yalnızca bir sosyalistti hepi topu… Hiçbir örgüte üye değildi, çünkü bu onun ruhuna aykırıydı. Dünya görüşü başkaydı, örgüt üyeliği başka..

Evet, içerlediği çok şey vardı.

Nazım içerdeydi mesela, bu çok gücüne gidiyordu.

“Sana her zaman o kadar güvendim ve güveniyorum ki …”  diye başlayan Nazım mektubunu aldığında içini bir yandan gurur, bir yandan da acı ile çekti. Zarfın içinden çıkan şiirle nutku tutuldu yine…

“Haydarpaşa garında

 1941 baharında

 saat on beş.

Merdivenlerin üstünde güneş

yorgunluk

ve telaş…”

“Şu an inan ki senin dostun olmakla değil, sadece seninle aynı devirde yaşamış olmakla övünüyorum “

Ah be koca Nazım, dedi ve gözyaşlarının zarfı ıslatmasına aldırmadan kapattı.

 

Hitlerin savaşı kaybedip, intihar ettiği sıralarda Sabahattin, üçüncü kez yaptığı askerliğinden evine dönüp, işlerinin başına geçmişti ki; Amerika, küçük oğlan, şişko adam ismini verdiği bombalar ile sokakta en çok insanın bulunduğu saati hedefleyerek, Japonya’yı bombalamıştı. Oysa Avrupa’ da savaş bitmişti…

Ülkede ise, gerici -yobaz taraf SSCB yanlısı olan, Tan gazetesini basacaktı. Baskında kimler yoktu kimler..! Demirel, Erbakan neyse de, Orhan Birgit’e, İlhan Selçuk’ a ne demeliydi..!

Tam da bu noktada hakkında biriken dosyalar ile görevden alındı Sabahattin Ali. İşsiz kalmıştı. Çoluğu çocuğu Ankara’ da bırakıp, İstanbul kapısını aralayacak, ekmek kapısı için koşacaktı.

Marko Paşa günleri böyle başladı. Ortağı, Aziz Nesin idi.  Sabahattin Ali, son kuruşuna kadar koydu cebindeki parasını, Aziz Nesin’in parası yoktu ama yoğu var eden biriydi. Çok çalışkandı, istikrarlı, dürüst, yaratıcıydı ve asla pes etmeyen, sağlam bir kişiliği vardı.

Arada Sabahattin Ali, ona sataşıp küstürse de birlikte müthiş bir iş çıkarmışlardı ve Marko Paşa patlamıştı. Her tıkanıklığı Aziz Nesin, yukarıda saydığım kişilik özellikleri ile dur durak bilmeden aşmıştı.

Öyle ki ilk sayıda, dağıtımda problem olmuş, dağıtıcı gelmemiş, ortada kalmışlardı. Ama Nesin, yılmamış tüm baskıyı yüklenmiş kendisi dağıtmıştı. Bu bomba etkisi yapan bir rüyaydı. Rıfat Ilgaz da onlarlaydı.  “Toplatılmadığı zaman çıkar”,  “Yazarları içerde olmadığı zaman çıkar” sloganlarıyla çıkarılan dergi Türkiye’ nin karışık siyasi gündeminde basılıyor, alaycı bir üslupla nalına da mıhına da vuruyor; birilerini fena halde kızdırıyordu.

Sabahattin Ali, kaleme aldığı “topunuzun köküne kibrit suyu” yazısı ile üç ay hapis cezasına çarptırıldı.

“ Aliler kibarlık nedir bilmeden konuşurlar,

  dobradırlar, samimidirler.

   Ali’nin sabıka kaydı onun için kalbi” (9)

Rasih taparcasına severdi, Sabahattin abisini; hem abisiydi hem de hayran olduğu büyük bir aydındı.

 “Seni saklamak bu vatan ve benim için bir namus borcudur abi”

Sevgiyle öptü kendinden on üç yaş küçük ama iyi eğitim almış adamı. Doyumsuz sohbetler yapıyorlardı birlikte. Sırça Köşk’ü, Rasih’in evinde gizlenirken bitirdi. Kafadarlar Marko Paşa’yı delice sürdüredursun başları derde girince derginin ismini, Merhum Paşa olarak değiştirmek zorunda kaldılar.( Malum Paşa, Bizim Paşa, Ali Baba ve Kırk Haramiler gibi daha pek çok ismi olmuştur) Çünkü kindar bakan gözler vardı üzerlerinde.  Merhum Paşa’ nın ilk sayısında, Nihat Atsız’a bulaşmıştı yine ve dergi, Nihal Atsız hışmına uğrayarak, sıkıyönetim tarafından kapatıldı. Cemil Sait Barlas’a hakaret davası da sonuçlanınca bu sefer de Sultanahmet Cezaevinin duvarları ile karşılaştı Sabahattin Ali. (Barlas soyadına kötü aşinalığımız çok eskilere dayanırmış meğer!)

Gençti, bir yığın arbede içindeydi ve yazdığı koşullar çoğunlukla namüsait idi ama yine de ses getiren eserler üretmekteydi. Büyük becerisi ve yazma tutkusu vardı. Hem yazmasa çıldırırdı o da…

Üç kez askerliğe alınmış, Aydın, Konya, Sinop, Sultanahmet, Üsküdar Paşa kapısında ömür tüketmekteydi. Fena halde üzülüyordu ve bu kez hapse girdiğinde saçları bir anda bembeyaz olmuştu. Aliye’si dışarda idi. Ruhu Filiz’ i on yaşlarını sürüyordu. Dört ay bir türlü geçmiyor, dışarı çıkarsa bir daha içeri girmemek için Aliye’sine ve kendisine sözler veriyordu.

 

SABAHATTİN ALİ'NİN İZİNDEN SİNOP CEZAEVİ - Gezi | Altınrota

Bazen patronluk yapıyor, Aziz Nesin’i çıldırtıyordu. Ama biri dışarda öteki içeride, iki ortak,

kah dövüşerek, kah sevişerek, yazışarak, dergiyi çıkarmaya devam ediyorlardı.

Marshall Planı tıkır tıkır işliyordu. Küçük oğlanın bombalamasından sonra Amerika artık dünyanın yarısının abisi olmuştu. Bu da sadece Türkiye’ de değil, dünyanın büyük bölümünde sol tandanslı aydın avı demekti. Ve tüm bunları kaygı ile izleyen Sabahattin Ali, geleceğini Türkiye sınırları içinde hiç mi hiç iyi görmüyordu.

Ne yapacaktı? Yazmayacak mıydı?

Öğretmenlik de yapamıyordu. Başka bir iş yapabilir miydi? Haydi yapsa, susabilir miydi? Böylesi ince duyarlılıkla ve onurla çok zordu.

İşte tam da git gel, bu işleri düşünürken tanıştı, Ali ve Hasan ile. Onlara güvenip sordu, Bulgaristan’ a geçme işini. Eee onun malzemesi insandı, güvenirdi… Daha önce de cezaevlerinde suçlu, mahkûm demez dinler, anlatırdı…

Avukatlığını Mehmet Ali Cimcoz yapmaktaydı. Öyle dost olup, içerden çıktıktan sonra da sıkça görüşür oldular Cimcoz ailesi ile. Sabahattin Ali’ nin sevdikleri bu ülkede idi, ne olursa olsun havasına, taşına, kokusuna vurgundu. Hal böyleyken gitmeyi göze alamadı. İlkin başka bir iş yapmayı denedi. Cimcoz’ların da yardımı ile nakliyecilik yapma işini aldı üstüne. Olsun, sevdikleri ile olsundu da ne iş olsa yapardı. Denedi, çabaladı, oldurmak istedi …

 Her gittiği yerden canı Aliye’ sine ve ruhu Filiz’ e mektuplar yazıyordu.

“Bana uzun ve güzel mektuplar yaz. Hikâye gibi olsun. Ben gelinceye kadar en az iki kilo şişmanla. Senin Doğan Kardeş aboneliğini altı ay daha yenilettim. Başka bir isteğin varsa yaz. Seni on milyon kere öperim. Baban S. Ali”(10)

Nakliyecilik yapıyordu, ailesinden uzakta ve bin bir sıkıntı ile… Sivil polis ensesinde ve geleceğinin üstü mavi bulutlarla örtülü değildi, görüyordu.

Cimcozlar’larda sabaha dek bunları düşündü. Sabah, çok sevdiği Rasih Nuri İleri’ ye gideceğini söyledi onlara.

Dolambaçlı yollardan geldi Rasih’e. Sarmaş dolaş oldular ne çok severlerdi birbirlerini. Ne doyumsuz konuşurlardı şimdi. Genç dostu, Cimcoz’lara nedense güvenmiyordu. Gerçi bir kötülük görmemişti onlardan ama yine de canı çok sıkıldı. Gece boyu düşündü ve bir plan yaptı. Sabah yine kaçak göçek çıktı, Hasan ve Ali’ yi buldu. İnanmıştı, neden şüphe edecekti ki, insan değil miydi onlar? İnsan insana niye kötülük yapsındı ki? Kendisinin didinmesi, ailesine hasret kalması canı kızına sarılamaması, güç kanaat geçinmesi, hapislerde yatması, ülkesinin güzel insanları için bir aydın duyarlılığı değil miydi?.. İhtimal ki böyle konuştu sabaha kadar içinden içinden Sabahattin Ali. Aklına zerre kötülük gelmezdi  onun.

 “Dört yanım puşt zulası, dost yüzlü, dost gülücüklü, alnım öperler suskun, hayın, çıyansı” (11)

Ahh ki onlar tam da böyleydi. Ama onun ruhunun beslendiği kaynak insandı, insana dair kötülük içinde barındıramazdı.

Rasih’e anlattı planını. Rasih’in içi buruldu, acı sardı yüreğini, çok göz önündeydi, tanıyordu ağabeyini hapse dayansa bile yazmamaya dayanamazdı.

“ …….

“Hepinizin beni affetmenizi ve tekrar buluşuncaya kadar sevgiyle hatırlamanızı isterim. Şimdiye kadar kendimden başka hiç kimseye kötülük etmemem için gayret ederdim… Artık kendime de kötülük etmemek için bu kararı verdim…” sonu böyle biten mektubu, Mehmet Ali Cimcoz ve refikasına yazmıştı.

Düşündü, minnetle andı. Bir tek Hasan Ali Yücel olmuştu ülkeyi yönetenler içinde onu kucaklayan.

Sonra sevgili karısına ve biricik Filiz’ine yazdı ağlayarak…

 

Filiz Ali ile Sabahattin Ali üzerine...

“susmak, susmayı kabullenmek, gerçekleri görüp de susarak bir hayat geçirmek de onursuzluk olurdu”

Sabah kalktın, içinde dünyanın ölüsü…

Gözlüğünü, piponu, yeşil mürekkebini aldın, çantanı hazırladın.

İkiniz de öyle mahsundunuz ki kahvaltıda…

Sarıldınız sonra sımsıkı…

Merdivenlerden indin, demir kapıyı açtın

 Ağır demir kapı kapandı isteksizce…

Yere düşmüş, tek bir buğday tanesi kadar yalnızdın değil mi?

Daha gitmeden özlediğin, İstanbul’u kokladın,

Pencereden baktı Rasih, ağabeyine, içi ezildi.

İkisinde de sıra sıra dizilmişti gözyaşları…

 Buruk bir gülümseme, son sözler…

“Başka bir zamanda başka bir yerde, Rasih”.

“Dilerim bir gün, hayalini kurduğun gibi bir ülkeye dönersin sevgili ağabeyim” dedin değil mi Rasih?

Günlerce dövülmüş, elleri ayakları mosmor, tanınmaz olmuş bedeni.

Saçılmış yerlere yeşil mürekkep, eski yazıyla yazılmış, biçare defteri

Savrulmuş oraya buraya,  kırılmış gözlük camları, (13) iki parça olmuş piposu..

Sevgili Rasih, olan kıyım,hep olmaya devam etti, biliyor musun!

“Aynı gökyüzü aynı keder işte

 değişen bir şey yok ki…!” (12)

 Kiminin kırık gözlükleri kaldı acı hatıra…

 Kiminin sokakta, ters dönmüş, delik pabuçları

 Safa’ lardan kalansa, yanmış et kokusuydu.

 Kiminin sesi kaldı aklımızda “vurmayın öldüm”

 Bir Ali daha dövülerek, öldürüldü.

Kaaynakça

 

1-            Osman Balcıgil/ Yeşil Mürekkep

2-            İki Gözüm Ayşe

3-            Hıfzı Topuz/ Başın Öne Eğilmesin

4-            1929 yılında çekilen Sonny Boy isimli film şarkısı sözleri

5-            Ali Şeriati

6-            Ağabeyim Orhan Veli

7-            Gülten Akın/ İlk yaz

8-            Trt 2-Edebiyat Söyleşileri- Filiz Ali

9-            Küçük İskender/ Ali

10-          Canım Aliye Ruhum Filiz

11-          Ahmet Arif/ Ay Karanlık

12-          Behçet Aysan/ Bir Eflatun Ölüm

13-          Aziz Nesin/ Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim(S:334)

                                                                                                  hulya.duman@deu.edu.tr 

48 thoughts on “Kendime Not/ Yeşil Mürekkep – Sabahattin Ali II.Bölüm Hülya Duman

  1. Hetem KANBER dedi ki:

    Sabahattin Ali, Aliler hepimizden çok yaşıyorlar …yaşamışlığımı sorguladığım, bana sorgulattığın bu harika yazın için tekrar teşekkürler

    1. Hulya dedi ki:

      Sayın Hocam ne kadar mutlu oldum. Kıymetli yorumlariniz için ben teşekkür ederim

  2. Sevda erk dedi ki:

    Harika bir yazı.çok etkilenerek okudum.tebrikler hulya duman

    1. Hulya Duman dedi ki:

      Sevda Erk çok ama çok teşekkür ederim

  3. Hatice şimşek dedi ki:

    Bu güzel paylaşım için çok teşekkür ediyorum.
    Hüzünlü Ama keyif alarak okudum..

  4. Hulya Duman dedi ki:

    Hatice Şimşek hanımcım çok ama çok teşekkür ederim

  5. Hulya Duman dedi ki:

    Hatice Hanım çok mutlu oldum teşekkür ederim

  6. Hetem KANBER dedi ki:

    Yine yazmışsın içimize dokunarak acıta acıta çok güzel yazmışsın

    1. Hulya dedi ki:

      Hetem Hocam var ol

  7. Alev Turanlı dedi ki:

    Ah! Hülyacığım Sabahattin Ali içimizde küllenmiş bir ateşti sen bu dilin bu muhteşem uslübunla ne kadar güzel ateşledin içim gitti okurken nasıl güzel bir yazı o nasıl akıcı bir üslup bayıldım ya! Ellerine sağlık.

    1. Hulya dedi ki:

      Canim benim anlayan, bilen yüreğinden öperim

  8. Birsen Karaloglu dedi ki:

    Merhaba, şimdi ne olacak? Kaynakçada belirttiğiniz tüm kitapları hemen okumak istiyorum.
    Emeğinize ve yüreğinize sağlık.

    1. Hulya dedi ki:

      Birsen Hocam sevgiler güzel yüreğinize

    2. Hulya dedi ki:

      Birsen Hocam var olun. Sevgiler

    3. Hulya dedi ki:

      Birsen Hocam aynı zamanda dönemin ruhunu da taşıdıkları için ben ayrı seviyorum. Selamlar sevgiler. Çok teşekkürler

    4. hülya dedi ki:

      Birsen Hanım çok teşekkürler . Sevgiler selamlar

  9. Hulya dedi ki:

    Birsen Hocam var olun. Dönem kitapları aynı zamanda. Çok severim.Sevgiler

  10. Hulya dedi ki:

    Canim benim anlayan, bilen yüreğinden öperim

  11. Hulya dedi ki:

    Birsen Hocam aynı zamanda dönemin ruhunu da taşıdıkları için ben ayrı seviyorum. Selamlar sevgiler. Çok teşekkürler

  12. Gülce dedi ki:

    Muhteşem bir inceleme olmuş.
    Çok etkilendim
    Elinize sağlık

    1. Hülya dedi ki:

      Gülce cim çok teşekkür ederim

  13. Meral Seferoğlu dedi ki:

    “kullanmadıktan sonra
    göğsümüzü
    dolduran hisler
    ve kafamızda
    kımıldayan düşünceler
    neye yarar?”
    Demesi gibi , onunla olan hislerini ve düşüncelerini bizimle paylaşman çok kıymetli Hülya canım . Onu düşünürken İçimizi saran derin kederi seni okurken daha da perçinledim . Sevgiler ,selamlar …

    1. Hülya dedi ki:

      Can Maral çok teşekkür ederim

  14. Yıldız kaplan dedi ki:

    Canım başarıların devamını diliyorum böyle yazılar bekliyoruz senden yüreğini sağlık kalemine sağlık…Çok öpüyorum

    1. Hülya dedi ki:

      Yıldiz cım çok teşekkür ederim

  15. Kubilay Oransay dedi ki:

    Yanı başındaymış gibi içselleştirerek anlatılan sarsıcı bir kesit olmuş. Yüreğine, kalemine sağlık ablacığım.

    1. Hülya dedi ki:

      Kubilay canım kiymetli yorumun icin tesekkur ederim

    2. Hülya dedi ki:

      Kubilay cım çok teşekkür ederim

  16. Hazal dedi ki:

    Kalemine ,gönlüne ve emeğine sağlık Hulya’cığım .
    Harika bi yazı olmuş. Sevgiler …

  17. Hazal Doğan dedi ki:

    Kalemine ,gönlüne ve emeğine sağlık Hulya’cığım .
    Harika bi yazı olmuş. Sevgiler …

    1. Hulya dedi ki:

      Hazalım canim beğenmen e sevindim.

  18. AYHAN ESKİKALCI dedi ki:

    Sinop cezaevinden kaçmış 2 kişiden biri Sandığı Şükrü’dür (bir yanımı sardı müfreze kolu)
    Diğeri ise sebahattin Ali…
    Ve ikisinin hikayesi de buram buram dram kokar…

    Biyografi incelemeni bir nefeste okudum… Üzerine çok çalışılmış, detaylarla örülü yüklü bir emek var…
    Yüreğine sağlık sevgili Duman…

    1. Hulya dedi ki:

      Ayhan Hocam katkı için de beğenin için de çok teşekkür ederim. Sevgiler

  19. Semra AYTEKİN dedi ki:

    Öyle yalın öyle güzel ki, okurken resmen film kareleri oluşturdum hayalimde senin anlatımınla okurun (yani benim) hayal dünyasının muhteşem buluşması.
    Yani demem o ki sen emekli ol yazmaya başla. Çünkü sen tam olarak busun yazmalısın

    1. Hülya dedi ki:

      Semra cım kıymetli yorumun için çok teşekkür ederim. Tavsiyeni tutacağım:))

  20. Özge dedi ki:

    Muhteşem bir yazı olmuş… emeğinize sağlık.

    1. Hülya dedi ki:

      Özge çok teşekkür ederim.:))

    2. Hülya dedi ki:

      Sevgili Özge çok teşekkür ederim

    3. Hülya dedi ki:

      Sevgili Özge çok teşekkür ederim:))

  21. Yeşim dedi ki:

    Ne kadar dokunaklı olmuş.. Yeşil Mürekkep okuma listemde yer alan kitaplardan biriydi. Bugün hemen başlayacağım. Elinize sağlık 🙂

    1. Hülya dedi ki:

      Sevgili Yeşim çok teşekkür ederim. :))

  22. Emir Gönen dedi ki:

    Hülya Hocam ellerinize sağlık, kusursuz bir yazı olmuş. Gerçekten insana yaşanmışlıklarını sorgulatıyor.

    Sayenizde kitabı bu sefer farklı bir perspektiften tekrar okuyacağım.

    1. Hülya dedi ki:

      Emir Gönen kıymetli yorumun için çok teşekkür ederim

    2. Hülya dedi ki:

      Sevgili Emir Gönen kıymetli yorumun için çok teşekkür ederim

  23. Hülya dedi ki:

    Sevgili Emir Gönen kıymetli yorumun için çok teşekkür ederim

  24. Berfin dedi ki:

    Yine dehset yorgun we yogun bir günün sonundayim. Kahwem we sigaramın eşliğinde soluksuz okudum, bu güzel yazını . Yüreğine we kalemine sağlık sewgili hülyam. Hep derim yüreğin kadar kaleminde cok güçlü. Orman yüreğinden öpüyorum, güzel we güçlü kadın..

    1. Hulya dedi ki:

      Berfin canim sen de sagol. Bana güç verdin cok öperim seni

  25. Berfin dedi ki:

    Yorgun we yogun bir günün ardından elimde kahwem, büyük bir keyifle okudum hülyam. Benim,yüreği gibi kalemi de cok güçlü olan, guzel dostum, warligina şükür tanidigim ebln güçlü we guzel kadın, yüreğinden öpüyorum seni. Kalemin daim olsun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir