John Mclaughlin ismini Mahavishnu Orchestra grubu ile birlikte ilk duyduğumda nasıl bir okyanusa daldığımdan habersizdim.  Hani hiç görmediğimiz yerleri, canlıları belgesellerde seyrederiz ya işte öyle bir şey. Kimi zaman köpekbalığı görmüşcesine irkilten, kimi zaman adını bile bilmediğimiz bir canlıyı gördüğümüz andaki  gibi şaşırtan, kimi zaman da sevimli bir balık misali  huzur ve mutluluk veren müzikler…

Farklı tarzlardaki albümlerine ve birlikte çalıştığı caz-rock, fusion, flamenko, Hint müziği dünyasının önde gelen isimlerine bakmak bu konuda bir nebze olsun  ışık tutacaktır bizlere; Miles Davis, Dave Holland, Paco de Lucia, Al Di Meola, Carlos Santana, Shankar Mahadevan, Zakir Hussain, Chick Corea, Wayne Shorter, Miroslav Vitous, Larry Coryell, Stanley Clarke, Jan Garbarek, Herbie Hancock, Billy Cobham, Jean-Luc Ponty, Bill Evans, Jack DeJohnette…

 

60’ların sonlarında Jimi Hendrix ve Eric Clapton listelerin en başındaydı ve sonra 1971 yılında listelere bir müzikal tsunami çarptı: Mahavishnu Orchestra. Mahuvishnu adını Hint dini isimleri olan yaratıcı Maha ve koruyucu Vishnu’dan almıştır.

“Mahavishnu Orchestra, zamanına göre hiç görülmemiş bir tür gizem yarattı.” Bill Milkwowski – Jazz Times, 1998

The Inner Mounting Flame , hard rock’ın gücünü ve cazın serbest doğaçlama yönlerini tamamen yakalayan,  yayınlandıktan otuz yıldan fazla bir süre sonra bile albümü ilk kez dinleyenleri hâlâ etkileyebilen ilk albümdü.  Daha önce hiç duyulmamış melodiler ve ritimler içermekte ve  şimdiye kadar yapılmış en büyük caz fusion kaydı olarak kabul edilmektedir.

John Mclaughlin, Mahavishnu Orchestra’dan ayrıldıktan sonra Hintli kemancı L. Shankar ve tabla sanatçısı Zakir Hussain ile birlikte Shakti üçlüsünde akustik gitar çalmaya başladı. Batı ve Hint müzik kültürlerinin gerçek bir ‘füzyonu’ olan Shakti, 1977’den sonra yalnızca ara sıra performanslar sergiledi, ancak 1990’ların ortasında, McLaughlin ve Hussain, Remember Shakti adlı yeni bir grupla konsepti yeniden canlandırdı.

Bob Bakert ile yaptığı röportajında bu dönemden şöyle bahseder: “Shakti’nin başlangıcından beri, Hint müziğinde bulunmayan ve  batı müziğinin bir yönü olan armoniyi bütünleştirmenin yollarını bulma arzum hep vardı. Shankar Mahadevan ile uzun yıllar çalıştıktan ve çaldıktan sonra, Doğu ve Batı’nın tüm kurallarını terk etme ve Shankar’ın doğaçlamasıyla ve şarkılarını uyumlu hale getirme fikri aklıma geldi. Bu fikir, bir şarkının nasıl söylenmesi gerektiğine ve batı anlamında armonik ilerlemenin nasıl hareket etmesi gerektiğine dair tüm önyargılara aykırıdır.  Benim ilgim veya daha doğrusu Hint müziğine olan sevgim, 1968’den itibaren varoluşun büyük sorularını sormamdan kaynaklanıyor. Hindistan, binlerce yıldır bu soruları yanıtlıyor ve cevaplar buluyor. Müzik, kendini tanıma arayışının geleneklerine entegre olduğu için, onu keşfetmem kaçınılmazdı. Ayrıca George Harrison, insanları Hindistan’ın müzik geleneklerinden haberdar etme konusunda zaten iyi bir iş çıkarıyordu.  Gitar ellerime geldiğinde 11 yaşındaydım. Akustik bir gitardı. Bundan önce piyanoda batı klasik müziği çalışmıştım. Bu epey zaman önceydi ve elektro gitarın ne olduğunu bile bilmiyordum. Birkaç yıl sonra  cazı keşfetmiştim. Caz, kolektif bir çalma biçimidir ve akustik gitar, davullar tarafından çabucak bastırılır. Tek çözüm elektro gitardır. Ancak gitara olan aşkım bugüne kadar sevdiğim akustik modele dayanmaktadır. Yaklaşım farklı. Fiziksel olarak daha zorlu. Enstrümanlar ayrıca farklı formları tercih ediyor. Paco de Lucia ve Al di Meola ile veya klasik orkestralarla çalarken, sadece akustik gitarla olabilirdi. Ancak, Shrinivas’ın kendi elektro mandolinini çalarak Shakti’ye katıldığı andan itibaren Shakti ile elektro gitar çalmaya başladım.”

Yine başka bir röportajında şöyle der: “Zaten 1940’larda, caz Küba’nın müziğinden etkileniyordu ve 1950’lerde  Ahead ve Sketches of Spain kayıtlarında İspanyol ve Flamenko okullarının Miles Davis’in müziğine muhteşem entegrasyonunu duyabilirsiniz. Shakti’nin müziği, orijinal Shakti grubunun kültürel ve müzikal deneyimlerinden doğdu. Bugün hepimiz diğer ülkelerin müzik kültürlerinden bir dereceye kadar etkileniyoruz. Bu Shankar Mahadevan, Zakir Hussain ve benim için de geçerli. Sadece benim bakış açımdan, Kuzey ve Güney Hindistan’ın müziğine ek olarak, İspanyol müzik kültürünü inceledim ve Paco de Lucía ve Manolo Sanlúcar gibi birkaç büyük müzisyen ile işbirliği yaptım. Tabii ki, ana geleneklerim Batı klasik müziği ve Caz ve buna ritim, blues ve rock ‘n’ roll dahildir. Böylece, müzikal füzyonun diğer müzik kültürlerinin deneyimi ve sevgisiyle bütünleştiğini görebilirsiniz.”

 

McLaughlin için müzik, akan bir sürekliliktir, bir nehirdir. Amacı onu geçmek değil, içinde yüzmek, ona katılmak, ondan içmekti. Akışın ortasında başka bir sanatçının rotasını değiştirebileceği bir yerde, John McLaughlin akışları değiştirdi. Geçmişte de açıkladığı gibi: “Yeni bir çağın gelmesi için eskisinin ölmesi gerekiyor. “

“Açıkçası bu hayatta çok az şey yaptığımı düşünüyorum. Yapacak daha çok şey var. Dünya barışına biraz katkıda bulunmaya çalıştım, küçük olsa da. Bu dünya gerçekten cennet, ama biz unuttuk, hepsi bu. Yani müzik insanlara sevgi ve nezaket bilincinde gerçekten nereye ait olduklarını hatırlatabiliyorsa o zaman küçük bir katkı olabilir, ama en azından olumlu bir katkı.  Açıkçası dünya değişemez, değişmesi gereken insanlardır. Dünyada çok fazla mutsuzluk ve hastalık var. Demek istediğim, hala devam eden savaşlar var. İnsanlar, insandaki ilahi kıvılcımı, insanın dokunulmazlığını henüz kabul etmediler. Birinin hayatına biraz rahatlık getirebilirsem, boşuna yaşamam. Tüm yapabileceğimiz, tüm bu ıstırabın ortasında bir sığınak olduğunu, her şeyin yolunda olduğunu kendimize hatırlatmak için birbirimize yardım etmektir. Müzik bunu yapabilir. Dünyada iyileştirici bir güçtür.”

İyi ki varsın John Mclaughlin, doğum günün kutlu olsun…

Kaynakça:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir