İnsancıklar Üzerine
Otuz yıl sonra İnsancıklar’ı tekrar okumak nasıl aklıma geldi? Okuduğum her kitap bana başka kitapları okumam için yeni kapılar açıyor. Büyülü bir geçitten geçiyormuşçasına, imgeden imgeye, anılarda yolculuk yapıyorum. Selçuk Baran’ın Eğrelti Yeşili isimli öyküsünü okurken karşıma çıkan, taşrada bir savcı eşi olan Celile’nin âşık olduğu öğretmen Hasan Erden’e Makar Aleksiyeviç ismiyle hitap ederek yazdığı ve hiç göndermediği mektuplar beni otuz yıl önce okuduğum İnsancıklar romanına götürdü.
On iki yaşındayken bir sene boyunca ailemden uzak bir şehirde yatılı okudum. Henüz sıcak bağlar kuramadığım okulun ilk günlerinde, kütüphaneden birbiri ardına alıp okuduğum kitaplar sayesinde yoğun özlem duygusuyla baş etmeye çalışıyordum. Bu eserlerden ilki Dostoyevski’nin İnsancıklar isimli eseriydi. Mektup roman tarzındaki bu eser yaşlı memur Makar Aleksiyeviç ile genç bir kızın Varvara’nın arasındaki mektuplardan oluşuyor. Onlar birbirlerine yaşadıklarını, duygularını anlattıkça sanki yaşıyorlarmış ve onları tanıyormuşum hissine kapılıyor, bir an önce okumaya devam edebilmek için sabırsızlanıyordum. Kendi derdimi, yeni ortamı yadırgayışımı, aile özlemimi unutup onların dünyasına giriyor, onların dertlerini dert ediniyordum.
Aradan yıllar geçip tekrar okuyunca, doğal olarak o günlerde hissettiğim coşkuya kapılmadığımı gördüm. Modern tarzda okumalara alıştığım için olacak, bu kısa romanda bazı bölümler bana sanki biraz fazlaca uzatılmış gibi geldi. Bu duyguyu aradan yıllar geçip bir kez daha okuduğum diğer klasik romanlarda da kimi zaman yaşamıştım. Ne var ki bu durum kitabın öneminden, değerinden hiçbir şey eksiltmiyor.
İnsancıklar, Dostoyevski’nin 1846 yılında henüz yirmi üç yaşında iken yazdığı ilk roman. Rus edebiyatında ilk toplumsal roman olarak kabul edilir. Dönemin ünlü eleştirmeni Belinski kitabı okuduğunda büyük heyecana kapılmış, “Yeni bir Gogol geliyor” diyerek müjdelemişti. Bununla beraber İnsancıklar’da duygusal akımın etkileri de bir parça görülür. Özellikle Varvara’nın yazdığı mektuplarda. Varvara, geçmişe özlem duymakta, çocukluğunda yaşadığı yerleri güzel doğa tasvirleri eşliğinde anlatmaktadır.
Romanın yazıldığı kırklı yıllarda Rus edebiyatının etkilendiği üç ana akım vardı. Duygusal, fantastik ve bunların yerine yerleşmekte olan Gogol’un yarattığı doğalcı roman. Doğalcı romanın en önemli özelliği olayların Rusya’da geçmesi ve kahramanların halktan insan olmalarıydı. Edebiyatçılar Dostoyevski’nin eserlerini Sibirya sürgün yılları öncesi ve sonrası olarak ayırırlar. Sibirya öncesi ilk eserlerinde Gogol’ün etkisi yoğun olarak görülür. İlk üç kitabındaki karakterlerin Gogol’ün Palto öyküsündeki gibi fakir memurlardan oluşması bunun kanıtıdır.
Belinski, Dostoyevski’nin ilk romanından sonra onun dehasını anlatmak için şöyle yazmıştır “Etkisini, hayat ve insan yüreği hakkındaki deneyimden ve gözlemden gelen bilgiyle kazanmıyor. Bunları biliyor hem de derinden biliyor, bütünüyle estetik ve yaratıcı özle biliyor.” Dostoyevski ve eserleri hakkında yazılmış pek çok eser bulunmakta. Bunlardan biri olan Edward Hallett Carr’ın Dostoyevski (İletişim Yayınları, çeviri: Ayhan Gerçekler) isimli eserini aynı zamanda edebi bir tat alarak okudum. Carr, Dostoyevski’nin yaşamını, romanlarının incelemesiyle birlikte ele almış. Dostoyevski’nin yaşamı ve eserleri arasındaki ilişki, kişiliği, çağının olayları ve düşünce akımları hakkında bu kitaptan doyurucu bilgi edinebiliriz.
İnsancıklar romanında Varvara ve Makar birbirlerine kimi zaman Puşkin ve Gogol’ün kitaplarını gönderirler. Dönemin yazarları ve eserleri hakkında görüşlerini paylaşırlar. Kendisi de Palto’daki Akakiy Akakiyeviç gibi fakir bir memur olan Makar, Gogol’ün yaptığı gibi fakir insanların durumunun açığa çıkarılıp utandırılmaması gerektiğini söyler. Bir mektubunu Palto hakkındaki görüşlerine ayırır. “Hem böyle bir şeyi neden yazarlar? Niçin gerekliymiş ki bu? Okurlardan biri kalkıp bana palto mu yaptıracak? Yeni çizmeler mi alacak? Hayır Verenka, okuyup yoluna devam edecek.” Fakirlik Makar için utanılacak bir durumdur. Fakir olmasına değil insanların fısıldaşıp, dalga geçmelerine üzülür en çok. Hatta çizmeleri zarar görmesin diye bozuk yolda onları eline alarak çıplak ayakla yürümekten çekinmez. “Düşmanlarım, kötü dillilerin hepsi ne der paltosuz gidersem? Zaten insan paltoyla geziyor, çizme giyiyorsa ne yazık ki hep başkaları için yapıyor bunu. Bu durumda çizmeler de, canım, ruhum benim, isminin onurunu ve değerini korumak için gerekli; delik çizmeler içindeyken ya ruhum ya onurum zarar görür, inanın, canım, bunca yıllık deneyimime inanın; benim gibi dünyayı ve insanları tanıyan bir ihtiyarı dinleyin, birtakım acemi ve kötü yazarları dinlemeyin.”
Makar karakterinde dikkatimi çeken bir diğer özellik, kendisi hakkında “ben aptal sıradan bir insanım, “neyim ki ben onun yanında hiçim, sadece hayata gelmişim. Onun için bir şeyleri temize çekiyorum” gibi ifadeler kullanması. Dostoyevski’nin okuduğum diğer romanlarındaki pek çok karakterde benzer özelliği gördüm. Adeta kendileri hakkında olabilecek en kötü hükmü kendileri veriyor bu karakterler, başka birisine söyleyecek daha aşağıda bir şey bırakmıyorlar. Onun karakterleri, karakter yaratımı başlı başına ayrı bir çalışma konusudur. Genel olarak karakterlerin fiziki özelliklerinden bahsetmez, onların ruhları ve bilinmeyen karanlık yönlerini anlatır.
Sonuç olarak on iki yaşın duyguları, anıları eşliğinde bu kitabı yeniden okumak beni çok mutlu etti. Her ne kadar anlatılanlar yüreğimi burksa, okurken boğazım düğümlense de, keyifle okudum. Okuduğum gerçek insanlar. Dostoyevski gerçeklik duygusunu verme konusundaki başarısını daha ilk romanında göstermiştir.
İnsancıklar, Fyodor Dostoyevski, Çeviri: Sabri Gürses, Can Yayınları Haziran 2020, 25. Basım