Victor Hugo, Napolyon’un kahraman olduğunu düşünen asker bir baba (Joseph Léopold Sigisbert Hugo) ve katolik, kral yanlısı bir annenin oğlu (Sophie Trébuchet). 26 Şubat 1802´de Besançon`da doğdu. Kendisinden altı yıl sonra doğacak ve onun yaşamını derinden etkileyecek olan III. Napolyon´un öncesinde başlayan ve süregelen  siyasi çalkantılara tanıklık etti. O doğduktan iki yıl sonra Napolyon imparatorluğunu ilan etti.  Gençlik yıllarında ise monarşiye geri dönüldü. Babası, komutasındaki ordu İspanya´da yenilgiye uğrayana kadar yüksek rütbeli bir subaydı ve bu nedenle aile sık sık taşındı.  Henüz beş yaşındayken İtalya’ya yaptığı  yolculuk ruhunda derin izler bıraktı. Askeri hayatın getirdiği düzensiz yaşam annesini yoruyordu. Kocasıyla fikir ayrılığına düşen Sophie, 1803’te üç çocuğuyla birlikte Paris’e yerleşti. Bundan sonra Hugo’nun eğitimi ve yetişmesi üzerine eğildi. Bu yüzden Hugo’nun kariyerinin ilk dönemindeki şiir ve kurgu çalışmaları annesinin inancının ve krala bağlılığının yansımasıydı.

Victor Hugo, 15 yaşındayken Fransız Akademisi’nin düzenlediği bir şiir yarışmasını kazandı. Bir sonraki yıl ise Jeux Floraux Akademisi’nin düzenlediği yarışmada birinci oldu. Victor Hugo’nun şiirleri, erken yaşta ona büyük bir ün kazandırmıştı.

Victor Hugo, 1815-1818 yılları arasında hukuk öğrenimi gördü ama hukuk üzerine çalışmayı istemedi. Edebiyat alanında bir kariyer hedefliyor ve  annesi de onu bu konuda destekliyordu. “Conservateur Litteraire” adlı dergiyi kurdu ve bu dergide kendi şiirlerini ve arkadaşlarının çeşitli çalışmalarını yayınladı. Annesi ile sıkı bağları olan Hugo onun karşı çıkmasına rağmen, gençliğinden beri aşık olduğu kızla gizlice nişanlandı ama Adele Foucher ile ancak annesinin ölümünden sonra 1822`de evlenebildi. Dört çocukları oldu. Çiftin Paris’teki dairesi daha sonra romantizm akımının yazarlarının ve şairlerinin buluşma yeri oldu. Chateaubriand´dan etkilenen ve bu tutkusunu ilk dönem eserlerine  yansıtan Hugo genç yaşında ünlendi. İlk şiir derlemesi “Odes et poésies  diverses” 1822’de yayınlandı ve ona kraliyet maaşı bağlanmasını sağladı. Şiirlerin spontane coşkusu ve akıcılığı büyük övgü alsa da asıl dört yıl sonra yayınlanan şiir kitabı “Odes et Ballades” Hugo’nun şair olduğunun kanıtı oldu.

Fransa’daki  olaylar sırasında bakış açısı değişti, özgür düşünceyi desteklemeye başladı. Hugo, hayranı olduğu Chateaubriand gibi politikayla iç içeydi. Hugo’nun ilk kurgu eseri 1829’da basıldı. Bu eserde Hugo’nun daha sonraki işlerinde de değineceği toplumsal vicdan keskin bir biçimde inceleniyordu. “Bir İdam Mahkumunun Güncesi” isimli bu roman Dostoyevski, Dickens ve Camus gibi yazarları da etkiledi . İdam cezasına karşı protesto hareketini başlattı. Bu öykü başyapıtı “Sefiller” romanının öncüsü kabul edilir. 1830 yılında  “Hernani” adlı tiyatro oyununu yayınlandı. Guiseppe Verdi´nin uyarlaması bugün opera klasikleri arasında yer almaktadır.

1831´de ilk romanı “Notre Dame´ın Kamburu “yayınlandı ve kısa zamanda büyük başarı elde etti. Bu eseriyle Paris`in kaderine terkedilmiş tarihi binaları ve korunması gereken mimari yapısına dikkat çekmiş oldu. Katedral  restore edildi ama ne yazık ki gümüzde  yangın nedeniyle büyük hasar gördü ve yeniden onarılmayı bekliyor.

Dönemin  koşullarına göre oldukça saygın ve rahat bir yaşamı olan Hugo, uzun bir bekleyişten sonra 1841´de Fransız Akademisi’ne seçildi. Daha sonra Fransız siyasetininde aktif olarak yer aldı. Kral Louis Philippe onu asilzadeliğe yükseltti. Ardından onu derinden etkileyecek bir kayıp yaşadı. Büyük kızının Sen nehrinde boğularak ölmesinin (1843) acısını ömrü boyunca kalbinde taşıdı. Kızının yaşamı ve ölümüyle ilgili birçok şiir yazdı.

Ölüm cezası ve toplumsal adaletsizliğe karşı çıkıp Polonya’nın bağımsızlığını ve basın özgürlüğünü savunacağı Soylular Meclisi’ne girdi. Cumhuriyetçi hükümetin destekçisi olup, 1848 Devrimleri ve İkinci Cumhuriyet’in kuruluşunu takiben Anayasa Meclisi ve Yasama Meclisi’ne seçildi. İktidar mücadelelerinden nasibini alan Victor Hugo,  1851 yılının sonundaki askeri darbe sebebiyle sürgüne çıktı. Parlementer düzeni bozan bir anayasayı yürürlüğe koyan III. Napolyon´u vatana ihanetle suçladı. Sırasıyla Brüksel,  Jersey ve 15 yıl Guernsey´de yaşadı.

Genel af ilan edildiğinde ülkesine dönmeyip, kaybedilen Prusya Savaşı’nın sonunda  III. Napolyon iktidardan çekilmek zorunda kalıncaya kadar sürgünde kalmayı tercih etti. Eserlerinden en çok bilinen ve ses getireni ise sona bıraktım. Sefiller! Hugo bu eserinine  çok önem verdi ve tam istediği hale geldiğinde 1862`de yayın hakkını en yüksek teklife verdi. Yayınevi (Lacroix and Verboeckhoven) görülmemiş bir pazarlama yöntemiyle hareket etti ve kitabın ilk bölümü satışa sunulur sunulmaz tükendi. Edebiyat dünyasından ağır eleştiriler alan kitap, vurguladığı sorunların Fransa Ulusal Meclisi´nin  gündemine girmesini sağlayacak kadar popüler oldu. Sinemaya, tiyatroya ve sahne gösterilerine uyarlandı.

Victor Hugo`nun yaşamı sanılanın aksine zorluklarla  dolu. Dram her dönem, insanın varolduğu her yerde. Hakkında okumalar yaparken daha önce bilmediğim bir konudaki satırlar beni çok etkiledi.

“1870’te şehrin Prusya tarafından kuşatıldığı sırada Paris’teydi. Halka yemeleri için Paris hayvanat bahçesindeki hayvanlar veriliyordu. Kuşatma uzadıkça yemekler de azalıyordu. Hugo günlüğünde bilmediği şeyleri yemek zorunda kaldığını yazıyordu.”

1870´te Paris’e döndüğünde bir kahraman gibi karşılandı. Buna rağmen 1972’de meclise giremedi. Sağlık sorunları yaşadı. Kızı Adele akıl hastahanesine yatırılmıştı. İki oğlunu da kaybetti. Karısı Adele’i ise 1868’de kaybetmişti. Sevgilisi Juliette Drouet 1883’te öldü. Yaşadığı acılara rağmen mücadeleyi ve siyaseti bırakmadı. Telif hakları konusunda duyduğu endişe sebebiyle Uluslararası Edebiyat ve Sanat Derneği’ni kurdu. Bu dernek edebi ve sanatsal eserlerin korunmasına dair Bern Konvansiyonu’nun da önünü açtı.

“Her sanatta iki yaratıcı vardır; karışık duyguların sahibi insanlar ve bu duyguları tercüme eden sanatçılar, böylece insanlar sanatçıların kendi duygularına bakış açılarını takdir ederler. Yaratıcılardan biri öldüğünde verilen imtiyazlar diğerine geri dönmeli, yani halka.”

1885 yılında Mayıs ayının 22. günü edebiyattan ebediyete uğurlandı. Törene iki milyondan fazla kişi katıldı. O şimdi Panthéon’da sonsuzluk uykusunda. Belki de başucundan  günışığı süzülüyordur. Tıpkı “Bir İdam Mahkumunun Güncesi” öyküsünde tasvir ettiğine benzeyen… Edebiyatın ışığı ruhumuzun zifiri karanlıklarını aydınlatmaya devam etsin.

Işık Sema Ergürbüz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir