Duygu Özsüphandağ
Duygu Özsüphandağ Yayman

EDEBİYAT DÜNYASINA PANZEHİR SORULAR 2023

2023 yılında yoğun bir edebiyat gündemi yaşandı. Yepyeni kitaplar okurların beğenisine sunuldu. Biz de Panzehir Dergi olarak yayınladığımız metinlerle, söyleşilerle, eleştiri-tanıtım yazılarıyla edebiyat  ve sanat ortamına katkıda bulunmaya çalıştık.
Bu yıl ikincisini yayımlayacağımız Panzehir Sorular’la,  yazarların penceresinden bir tür bellek tazelemesi yapmayı amaçlıyor, edebiyat tutkunları için ufuk açıcı olacağına inanıyoruz.
Bir yılı daha geride bırakırken 2023’ün edebiyatını, edebiyat dünyasından isimlere sorduk. Değerli görüşlerini bizlerle paylaşan tüm edebiyat dostlarına teşekkür ederiz.
Yeni yılda panzehriniz edebiyat olsun…

 

Edebiyat eserlerinin değerini hangi ölçüt belirler? Okur mu, satış mı, eleştiri mi, ödül mü?
 Bir edebiyat eserinin değerini yalnızca eserin kendisi belirler. Yazarın yarattığı evren bizi sarıp sarmalıyor mu? Karakteri canlanıp yürüyor mu? Bizim zamanımız, eserin zamanıyla yan yana iki nehir gibi akıyor mu? Dili lezzetli mi. Üslubuyla dile imzasını atıyor mu? Olay örgüsüyle kurgu fikriyle, kurgunun unsurlarıyla kâğıt üzerinde yepyeni bir dünya yaratıyor mu? Bu dünya okuru içine çekiyor, onun dünyasında değişimlerin, dönüşümlerin kapısını aralıyor, bize sorular sorduruyor mu?
Sorular çoğaltılabilir. Verdiğimiz cevaplar ölçüsünde ikna edici, samimi eserler; uydurulmuş dünyalarıyla gerçekte yaşadığımız hayatları ele geçiren eserler değerlidir. Bunun karşılığını da ancak zaman verir. Takvimlere dayanan eserlerin kalıcılığı sınanmış olur. Okursuz, satışsız bir eser elbet düşünülemez. Eleştiri, eserin niteliğini ortaya koyup okuruna ulaşmasını sağlarken yukarıda saydığım niteliklerin (ve daha fazlasının) eleğinden geçirir. Yani okur, satış, eleştiri iş birliğinden geçebilen eserler, kalıcı olur. Ödüller ise tamamen öznel değer yaratıcılarıdır. O yarışmadaki jüri üyelerinin algısıyla, dünyasıyla, bakışıyla sınırlıdır. Fikrimce ödüllerin en önemli özelliği, eserin geniş kitlelerce duyulmasını sağlamasıdır. Tek başına bir değer ölçütü olamaz.
Son dönemlerde değerinin yeterince bilinmediğini düşündüğünüz öykücüler ve romancılar var mı?
Değeri yeterince bilinmeyen çok öykücü, romancı olduğu gibi değeri olduğundan büyük gösterilen, hem ana akım medyada hem alternatif medyada adı sürekli servis edilip yıldızlaştırılan öykücüler, romancılar da var. Projeksiyonu biraz da yeni kalemlere çevirmeye davet eden soruşturmanız için teşekkürler.
Okuduklarım arasında son dönemde çıkanlardan biri, Melike Pehlivan İşler’in ilk öykü kitabı Leke. Yazar, konuşkan bir öykü dünyası kuruyor. Karakterlerini kâh monologlarla kâh diyaloglarla ama illaki konuşturarak canlandırıyor. Belki İngilizce öğretmeni olmasından da gelen bir rahatlıkla oynuyor kelimelerle. Hayatımıza oradan buradan bulaşmış lekeleri, öykülerinde incelikle bir araya getiriyor. Sadece duyguya boğulmayan, yaşayan hikâyeler bunlar. Kardeşlik, evlilik, anne – baba – evlat ilişkilerinde yani hayatlarımızın ilk halkasında maharetle geziniyorlar. Ki öykünün ana malzemesi olan insanı kaynatan ilk kazan da orası: Aile. Kimi zaman yerel söyleyişlerle kimi zaman külhani diklenişlerle konuşan karakterlerden birinin de dediği gibi: “Dünya her boku anladığını sanan üstü başı lekeli birçok çocukla dolu.”
Bir başka yazar, Benan Bilek, ilk öykü kitabı Gece Tuşları’nda, dokuz öyküyü Dilek Apartmanı’nda bir araya getiriyor. Onları buluşturan tek özellik bina değil; elleriyle tuşlara dokunanların öyküleri bunlar. İpliklere, piyanoya, boyalara, klavyeye bulaşan ellerin hikâyelerini birbirine bağlıyor; dokuzdan doksan dokuz hayat üretiyor. Bunu da çok zengin bir dille yapıyor. Bilek, iletişim sektöründe profesyonelleşerek edindiği müthiş birikimi edebiyatta damıtıyor. Aynı zamanda Türkiye’yi gezen bir stand-up’çı. Orada yazdığı mizahla öykülerindeki dünyayı ince bir çizgiyle ayırıyor; öykülerinde acılara gülümseyerek karşı duruyor. “Punta – Bir Meyhanenin Romanı” adlı kitabının da bu yıl çıktığını belirtelim.
Bahsedilebilecek başka yeni öykücüler de var ama belki başka bir zaman…
Bu sene çıkan çok farklı bir romandan söz etmek isterim. Deneme yazılarıyla ve zihnimizi açan fikirleriyle yıllardır sevdiğimiz psikolog yazar Gündüz Vassaf, ilk romanı Ressamın İsyanı ile edebiyata yeni bir kapı araladı. Adeta Cehenneme Övgü’deki, Cennetin Dibi‘ndeki denemelerini kurguyla ayağa kaldırdı. 16. yüzyıl ressamı Caravaggio’nun izinde tarihten ve günümüzden pek çok kavramı sorgulayan; anı, deneme, biyografi, otobiyografinin iç içe geçtiği, yazarın roman karakteri olarak kendini gizlemediği ve finalinde QR kod ile okurunu, Vatikan’a mektup göndermeye davet eden bir roman…
Soruya son cevabımı son dönemden değil de biraz gerilerden, geçen yüzyılın iki kadın yazarından vermek isterim. Selçuk Baran, değerini bilenlerin bildiği ama adının daha çok anılmasını istediğim bir yazar. İncelikler Yüzünden’in yazarı, çağımızın kabalıkları arasında yitip gitmesin. Grace Paley’nin yazdığı, Aylin Ülçer’in çevirdiği İnsana Hiç Rahat Yok Kendinden ise muziplikle hüznü, ironiyle acıyı iç içe geçirdiği günlük hayat öyküleriyle tıpkı hayat gibi…
2023’te tadı damağımda kaldı dediğiniz o film hangisi?
Tam olarak, “o film, bu film” miydi bilmiyorum ama beni en çok etkileyen, belki verdiği rahatsızlıkla hafızamdan silinmeyen film; The Banshees of Inisherin. İki arkadaşın hikâyesi. Yaşadıkları Inisherin adası uzak, dünyaya çok uzak. İnsanlar uzak. Hayat soğuk. Arkadaşlık zor. Arkadaş kalabilmek çok daha zor. Ada sahilinden ufka bakıyorlar, anakarada süren savaşı, bombaların dumanlarından izliyorlar. Onların savaşı ise iç dünyalarında sürüyor. Sinema salonundan çıktığımda içimin üşüdüğünü hissediyordum.
Sizce 2023’te edebiyat gündemine damgasını vuran olaylar ve tartışmalar nelerdi?
Edebiyat, sanatın diğer kolları gibi hayatla kol kola, iç içe yürür. Çoğu zaman hayat, sanata galebe çalar. Yaşama uğraşıyla baş etmeye çalışırız; gerçeklikler sanatçının içinde çok sonra demlenip, süzülüp, elenip gün yüzüne çıkacaktır. Fakat buna müdahale edilen bir şey yaşadık bu yıl. 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinin acısı içimizi oyarken, bizi uyutmazken, gözlerimizde yaş dinmezken, insanlar hastanelerde ölümle cebelleşirken, insanlar enkaz başında gecelerce en azından cenazelerine kavuşmayı beklerken… yani her yerimizden bıçaklanıp yanarken Oksijen gazetesi yöneticilerinin aklına, henüz nasıl baş edeceğimizi bilemediğimiz bu acıyı, edebiyatçılara betimletmek geldi. Oysa o sırada yapmaları gereken şey, sadece ve sadece gazetecilikti. Hayat acılara uzaktan bakabilme görüsü getirdiğinde edebiyat sonra onu alıp kucaklardı.
Yine bir yaşamsal gerçeklik olarak savaşın edebiyata etkisi de bu yıla damga vuranlardandı. İsrail Filistin’e karşı soykırıma varan bir savaş yürütürken Frankfurt Kitap Fuarı’nda Filistinli Adania Shibli’ye verilecek ödülün iptal edilmesi, dünya uygarlık tarihini sorgulattı bir kez daha.
Bu yıla damgasını vurup vurmadığını bilemem ama Milan Kundera’nın ölmesi, bir okur olarak içime damga vuran bir kayıptı. Elbet tüm canlılar sonlu ama bunu bilmek, onun kaleminden yeni hikâyeler çıkamayacağını bilmenin hüznünü önleyemiyor. İnsan, böyle de çelişkili bir varlık işte.
Güzel şeyler oluyor ama enseyi karartmayalım. Vacilando, Jaguar Kitap, Domingo, Yüz Kitap gibi butik yayınevlerinin güzel kitaplar yayımlaması; İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları’nın edebiyat, kent, akademi ve çocuk kitaplarıyla yayın dünyasına katılması; yeniden çıkan Öykü Gazetesi ile Hikâyeci gibi öykü dergilerinin çıkmaya başlaması gibi güzellikler sevindiriyor. 2024’te nicelerine…

 

Daha fazla Panzehir Söyleşiye  buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir