Britanya İmparatorluğu Kadın Komutanı Agatha Christie‘ye Saygıyla

 

Takvimdeki 12 Ocak günü hemen hemen tüm otoriteler tarafından gelmiş geçmiş “En İyi Polisiye Yazarı” olarak kabul edilen Agatha Christie‘nin ölüm yıldönümü olduğunu bizlere bir kez daha hatırlatıyor.

 

  1. yaşını tamamladıktan üç ay sonra, 12 Ocak 1976’da vefat eden bu muhteşem kadın yazar dünya üzerinde Kutsal Kitaplardan ve Shakespeare’den sonra en çok satan yazar ünvanına sahiptir. Kitapları kırk beş farklı dile çevrilmiş ve tüm dünyada iki milyardan daha fazla satmıştır.

 

Doğum günü olan 15 Eylül’de özel bir “saygı duruşu” fırsatını ıskaladığım Agatha Christie için bir anma yazısı yazmak üzere klavyenin başına oturduğumda aklıma düşen ilk soru şu oldu: “Acaba Elif ve ben kaç kitabını okuduk bugüne kadar?

 

Tatil ortamında, iş yerinde, eş dost ziyaretlerinde kısa süreli ödünç alıp, bir solukta okuduğum onca romanın hangileri olduğunu hatırlamam mümkün değildi ama evde bulunanları sayabilirdim. Hemen boşalttım Agatha rafını. Hem saydım, hem de bu yazı için bir anı fotoğrafı çektim.

 

Bu arada ilginç bir durumla karşılaştım. Tam 85 kitabı varmış bizde. Nasıl olur? Nerdeyse tüm kaynaklar 80 adet basılı romanı olduğunu söylerken, bizde nasıl 85 kitabı olabilir? Kitapları isimlerine göre sıraladım ve kitap sayılarındaki karmaşayı çözdüm. Biz, ana kız farklı tarihlerde, farklı kentlerde yaşarken bulduğumuz her Agatha Christie kitabını “mücevher bulmuş” duygusuyla satın almışız.  Bazen farklı kitabevleri tarafından aynı kitabın adının küçük değişiklikle basılmış olması bizi şaşırtmış, bazen de aynı yayınevi tarafından farklı tarihlerde basılan kitapları ayrı ayrı edinmişiz. Sonuçta kitaplığımızda Agathe Christie’nin 78 kitabı ile yedi farklı romanının ikinci kopyası birikmiş. Bu yedi romanı hemen okumayı seven dostlara armağan edilecek kitapların sıralandığı rafa aktardım.

 

Kafa karışıklığını gidermek için Wikipedia’ya başvurdum ve yazarın basılmış seksen kitabının on üçünün kısa hikayelerden oluştuğunu öğrendim. Ayrıca üç tiyatro oyununu sonradan romanlaştırdığını da öğrenmiş oldum. Kitap listesi 83 kitaptan oluşuyor ve doğrudan tiyatro oyunu olarak yazılmış eserlerini kapsamıyor. Bizde her üç kategoriden de kitaplar olduğuna göre hala satın alabileceğimiz 5 adet Christie romanının bir yerlerde bizi beklemekte olması günün heyecan verici sürprizi oldu.

 

Çok ilginç bir kadından söz ediyoruz. 1890’da doğmuş, iki büyük savaş görmüş, disleksi hastası olmasına rağmen, çok kitap okuyan, çok çalışkan ve üretken, inanılmaz zeki bir insan. Okula gitmemiş, evde eğitim görmüş. Fransızcayı bile kendi başına öğrenmiş. Müziğe meraklı ve yetenekli, iyi derecede piyano ve mandolin çalabilen, insanların arasına karışmaktan fazla hoşlanmadığı için başladığı şan eğitiminden kısa sürede vazgeçen, sahne korkusu nedeniyle müzik kariyerini yarım bırakan, okumayı, hikaye anlatmayı ve yazmayı çok seven yalnız bir genç kız var karşımızda.

 

Yazarımızın tam adı Agatha Mary Clarissa Miller Christie Mollowan’dır. İngiltere’de doğmuş, dünyayı hem fiziken gezmiş hem de romanları ve yarattığı ölümsüz karakterler ile dünyalıları büyülemiştir.,

 

Hepimizin İngiliz roman ve filmlerinden çok aşina olduğumuz orta üst sınıf ailelerin kızlarının iyi bir evlilik yapabilmeleri için “sosyeteye takdim mevsimi” denilen danslı toplantılara katılma dönemini Agathe Mısır’da geçirmiş ve çok sayıda evlilik önerisi almış.  I. Dünya Savaşı öncesinde, 24 yaşındayken ilk eşinin askeri görevi nedeniyle kocası ile birlikte Fransa’ya gider. “İmparatorluk Keşif Gezisi” görevine atanan kocasına eşlik eder ve tüm dünyayı gezme şansı bulur.  Arkeolog olan ikinci eşinin kazı çalışmalarına eşlik eden Agatha Christie romanlarında anlattığı Ortadoğu bölgesini yakından tanıma olanağı bulur.

 

Çok çalışkandır Agatha. Hem kocasının kazılarda bulduğu eserlerin onarımına katkıda bulunmuş, hem de düzenli olarak kazı alanının ve bölgenin fotoğraflarını çekmiştir. Fotoğraf çekiminde öyle ustalaşır ki, bu fotoğraflardan ve amatör bir film kaydından oluşan sergi 2001 yılında “Agatha Christie ve Arkeoloji” adıyla Londra’da British Museum’da açılmıştır. Kameralarla arası pek iyi olmayan yazarımız bu fotoğrafların çok azında yer almıştır.

 

Yazarımızın pek fotojenik olmadığını düşünenler olabilir ama müthiş parlak zekasının ışığının O’nu her ortamda aydınlatmış olduğuna inanıyorum. Hem Agatha değil midir, evlenme çağına geldiğinin ilan edildiği özel tanıtım mevsiminde çok sayıda evlilik önerisi almış olan? İlk eşinin kendisini aldatmasını affetmeyen ve tek kızı Rosalind’i de yanına alarak, ayrılmayı seçen Agatha bir süre sonra da çok mutlu bir yaşamı paylaşacağı arkeolog kocası ile evlenmiştir. İkinci eşine ülkesi için yaptığı çalışmalar nedeniyle 1968 yılında “Sir” unvanı verilince Agatha da “Lady” olmuştur.

 

Agatha’nın topluma karışma konusundaki çekinceleri onu her zaman çok endişelendirmiş ve yormuştur. Tiyatrolar tarafından sergilenen oyunlarının gala gecelerine katılmak O’nun için her zaman bir gerginlik kaynağı olmuştur.

 

Söz tiyatrodan açılmışken, Agatha Christie, çok sayıda romanını bizzat kendisi tiyatroya uyarladığı gibi, ayrıca çok başarılı tiyatro oyunları da yazmıştır. Kitapları ve oyunlarından pek çoğu filme alınmış, aynı öykünün farklı versiyonları defalarca yeniden çekilmiş, televizyon dizilerine konu olmuştur.

 

Londra’nın kalbi olarak bilinen ve bir eğlence ve ticaret merkezi olan West End (Batı Yakası) tiyatroları, müzikal gösterileri ile ünlüdür. Agathe Christie sadece polisiye romanlarının değil, West End’in de kraliçesidir. Bugüne kadar başka hiçbir kadın yazarın 3 farklı oyunu aynı mevsimde birbirine yürüme mesafesinde bulunan üç ayrı tiyatroda oynanmamıştır.

 

Agatha Christie “Ölüm Sessiz Geldi” adlı ilk romanını Paris’te bulunduğu sırada 1916’da yazmıştı. Bu roman altı yayınevi tarafından basılmaya uygun bulunmamış, dört yıl aradan sonra 1920’de bir yayınevi tarafından düşük bir avans karşılığında yayınlanmıştır. Yazarımız hepimizin belleğine kazınmış olan Hercule Poirot karakterini bu ilk romanında yaratmıştır.

 

Hercule Poirot,  yazarın tam otuz üç romanında ve elli dört kısa öyküsünde hayat bulmuş, son olarak da 1975 yılında yayınlanan Ve Perde İndi adlı romanında yer almıştır. Bir kurgu karakter olan Hercule Poirot için New York Times gazetesinde tam sayfa ölüm ilanı verilmiş olması da yazarın karakter yaratma konusundaki büyük başarısının bir başka kanıtıdır.

 

Hercule Poirot kısa boylu, abartılı bıyıkları ile dikkat çeken, şık giyimli, bakımlı ve karizmatik, oldukça kibirli Belçikalı bir dedektif olarak tanımlanmıştır. Dedektif, zekâsı, espri yeteneği, keskin gözlemciliği ve Avrupalı inceliği ile dikkat çekmektedir.  Emekli olmuş ve İngiltere’ye yerleşmiştir. Poiro çok zeki, titiz ve çalışkandır. İnsan psikolojisinden anlamaktadır ve çok iyi karakter analizi yapmaktadır. Yaşamı boyunca edinmiş olduğu eski asker ve polis dostları da olayları çözmesinde ona yardımcı olurlar. Poirot insanları dikkatle dinler, herkesle konuşur. Özellikle evde çalışan uşak bahçıvan ve hizmetçilerden duyduklarına önem verir. Cinayetleri “küçük gri hücreler” dediği beynini kullanarak çözmesi ile ünlüdür.

 

Yazar ayrıca babaannesinden esinlenerek yarattığı Miss Marple karakterine tam on iki romanında yer verdi. Sevimli bir yaşlı kız olan amatör dedektif Miss Marple da okurlar tarafından çok sevildi. Miss Marple küçük bir kasaba olan St. Mary Mead‘da yaşamaktadır ve karşılaştığı gizemli olayları ve cinayetleri kendi kasabasında önceden yaşanmış olan benzer olaylardan ve tanıdığı kişilerin karakterlerinden yola çıkarak çözmektedir.

 

Bir Hercule Poirot hayranı, hatta fanatiği olarak, Miss Marple karakterine ısınmam biraz zaman almıştı. Her ikisinin de olmadığı, yerel polis şefinin veya Scotland Yard müfettişinin cinayeti çözdüğü Agatha Christie romanlarına doğrusu fazla ısınamamışımdır.

 

İlk Londra ziyaretimde gezilecek onca müze varken, ilk fırsatta haritadan bakıp Scotland Yard binasını görmeğe gitmiştim. Binanın önünde dururken Christe romanlardan tanıdık müfettişlerden birinin çıkıp gelmesini beklemişliğim vardır.

 

Hercule Poirot ve Miss Marple rehberliğinde İngiltere kırsalını ve küçük kasabalarını öyle yakından tanımış ve benimsemişim ki, dil kursu için İngiltere’de bulunduğum üç ay boyunca her hafta sonu başka bir bölgeyi ziyaret ederken hiç yabancılık çekmemiştim. Kendi ülkemin kırsalına ve küçük kasabalarına karşı aynı ilgiyi duymuyor oluşumu hayatın gerçeklerinden kaçıp, kurmacanın büyülü dünyasına sığınmanın rahatlığı ile açıklayabilirim.

 

Agathe Christie’nin eserleri konusunda yapılan bir çalışmada benzer bir hususa dikkat çekilmiş.

 

1926 Birinci Dünya Savaşı’nın yaralarının henüz sarıldığı zamanlardı ve dünya çapında büyük bir ekonomik kriz giderek yaklaşıyordu. Agatha Christie Roger Ackroyd Cinayeti adlı romanını bu dönemde yayınladı. 1939 da İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıldı. Yazarın On Küçük Zenci adlı romanı çıktı. 1943 yılında İkinci Dünya Savaşı devam ediyordu. Londra bombardıman altındaydı. Bu ortamda Beş Küçük Domuz adlı kitap yayınlandı. Bu tür savaş, kriz ve zorlu geçiş dönemlerinde insanlar iki türlü davranış göstermektedir. Birinci yol fantezi dünyasına sığınmaktır. İkinci yol ise durumu analiz ederek karanlık zamanların yapısını kavramaktır. Agatha Christie’nin kriz yıllarındaki başarısı birinci davranış türüne örnek olarak gösterilmektedir.”

 

Agatha Christie romanlarını çok sade bir dille yazmıştır. Okurunu gereksiz bilgi bombardımanına tutmamıştır. Dili çok akıcıdır. Kitaplarının kurgusu çok özenlidir. Her ayrıntı büyük bir titizlikle işlenmiştir. Hikaye çok sürükleyicidir.

 

Agatha Christie’nin romanlarını derinlemesine inceleyenler yazarın aslında cinayete meraklı olmadığı hususunda birleşmektedir. Yazarımız kanlı sahneler anlatmaz, asla şiddet yanlısı değildir. Kurmacaları insanın bizzat kendisiyle, iç dünyasıyla, duygularıyla, kısacası psikolojisiyle ilgilidir.  Hatta tumturaklı cinayet sahneleri yaratmadığı için kıyasıya eleştirildiği zamanlar da olmuştur. Üstelik Agatha’nın romanlarındaki cinayetleri gerçek hayatta bire bir gerçekleştirmenin neredeyse imkansız olduğu hususu da yorumcular tarafından defalarca belirtilmiştir.

 

Agatha Christie romanlarındaki olay örgüsü bir cinayete yol açacak şekilde çok iyi tasarlanmış bir matematik denklemi olarak da tanımlanabilir. Yazarın kitaplarındaki gizem sanki, “Hercule Poirot ve Miss Marple olay yerine gelsin ve insan karaakterlerinin benzeşen özeliklerinden yararlanarak olayı çözümlesin” diye kurgulanmış gibidir. Aslında Christie’nin romanları okuru içine hapsedebilen mükemmel tasarlanmış birer bulmacadır.

 

Agatha Christie bugün yaşasaydı tam 130 yaşında olacaktı. İlk kitabı yüz yıl önce basılmıştı. Bugün hala çok okunuyor olmasının nedeni bana göre çok sade bir anlatım diline sahip olması, kitaplarında hiç bir abartılı bilgiye ve betimlemeye yer vermemiş olması, insan psikolojisine duyduğu samimi ilgi, romanlarında yer alan hizmetli ve çalışanlara, gösterdiği saygı, ve başta Hercule Poirot olmak üzere yarattığı ölümsüz karakterlerin sahiciliği sayesindedir. En önemli neden ise üstün matematik zekaya sahip olmasıdır. Birbirinden farklı seksen üç cinayet kurgusu tasarlamak, her bir romanındaki karakterleri ve kurguyu inanılmaz bir titizlikle, hiç bir açmaza ve tekrara düşmeden yaratabilmenin ancak deha düzeyinde bir zeka ile mümkün olabileceğini düşünüyorum.

 

Bütün kitaplarını olmasa bile onlarca kitabını yeniden okuduğumda, hatta aynı öykünün filmini izlediğimde bile benzer tadı almış olmamı başka nasıl açıklayabilirim? Kimi zeki okurları daha roman sona ulaşmadan delilleri dikkatle değerlendirerek, katilin kim olduğunu bulabilir, yani bulmacayı erken çözebilir. Ama onlar bile yeni bir bulmacaya daha ulaşmanın heyecanı ile hemen yazarın yeni bir kitabının peşine düşmektedir.

 

Agatha Christie İngiltere’de doğup büyüyen, neredeyse tüm dünyayı gezme şansı bulan, kendini yetiştirmiş özel bnir insandır. Orta üst gelir grubundan bir aileye mensup olduğu için sosyal yaşamda soylu sınıftan kişilerle aynı çevrelerde bulunmuş, üst tabakayı da yakından tanımıştır. Müthiş gözlem gücüne sahip ve insna psikolojisine meraklı bu büyük deha hem asiller sınıfını, hem de çalışan kesimi yakından gözlemlemiş ve anlamaya çalışmış ve romanlarına, öykülerine ve oyunlarına her iki sosyal tabakanın üyelerini büyük bir başarıyla ve adaletle yansıtmıştır. Yarattığı karakterlerle soylu sınıfının içinde de kötüler olabileceğini, onların da yanlışlar yapabileceklerini hiç çekinmeden, korkusuzca anlatmıştır.

 

Bu yazıyı tamamlamadan önce adalet ve adaletin yerini bulması kavramlarına yazarın en başarılı iki romanından örnek vererek değinmek istiyorum.  Genel okur kitlesi, bir romanda eğer ölmeyi hak etmiş olduğuna inanılan birisi öldürülmüşse, katil ya da katillerin ceza görmemesini kabul edebilmektedir. Agatha Christie’nin Doğu Ekspresinde Cinayet romanında on iki yolcu planlayarak suçlu olduğuna inandıkları bir kişiyi öldürür. Trende bulunan Hercule Poirot bu planı anlar ama susmayı seçerek, katiller hakkında hiçbir işlem yapmaz. Christie’nin On Küçük Zenci romanında ise yaşamının sonuna gelmiş olan emekli bir hakim suçlu oldukları halde yasalardan kaçmayı başarmış olduklarına inandığı dokuz kişiyi bir adaya davet eder ve dokuz suçluyu da tek tek öldürür.

 

Tüm dünyada hala çok sevilerek okunan bu iki roman da bize yasalar uyum ve vicdani yargı konularında çok şey söylemektedir. Vicdanen ikna olduğumuz durumlarda hukuk sisteminin ve yargının yerini kolaylıkla alabilmemiz acaba bu yüzyılda bile insanlık durumunun hala yeterince eğitilememiş ve olgunlaşamamış olduğunun bir göstergesi midir? Madem son tahlilde kendimiz karar vermeye hazırız, uzun insanlık tarihi boyunca bir kentsel düzen ve devlet sistemi kurabilmek için neden bu kadar uğraştık, bu kadar didindik? Yoksa, ilahi adalet kavramına mı inanmıyoruz? İçimiz gerçekten yandığı zaman uzun yıllarda kurulmuş olan değerler sistemini gözümüz görmeyebiliyor ve “kısasa kısas” dönemine geri mi dönüyoruz?

 

Agatha Christie’ye bu saygı duruşunu biz okurlarına küçük gri hücrelerimizi çalıştırmamız için armağan ettiği benzersiz bulmacalar nedeniyle şükranlarımızı ifade ederek ve büyük yazara uzun yazın yaşamı boyunca ve hatta ölümünün ardından bile verilmiş olan sayısız ödülün arasından en önemli olanlarını sıralayarak tamamlamayalım.

 

1947 yılında, BBC üst yönetimi dönemin Kraliçesine, bugünkü II. Elizabeth’in babaannesi olan Kraliçe Mary Track’e “80. doğum günü hediyesi olarak ne istediğini” sorar. Kraliçe Mary de, Agathe Christie’nin bir radyo oyununun yayınlanmasını ister. Yazarın İngiltere Kraliçesi’nin isteği üzerine yirmi dakikalık bir radyo oyunu olarak hazırladığı “Fare Kapanı” 1952 yılında tiyatroda sahnelenmeye başlanır. Halen oynanmaya devam etmekte olan Fare Kapanı tiyatro tarihinin “en çok oynanan oyunu” olmuştur.

 

Tiyatro sahnelerinden uzaklaşmadan bir cümle daha yazalım: “West End tiyatrolarının tamamı Agatha yaşamını yitirdiğinde 1 saat süreyle ışıklarını kapatmıştır.”

 

1971 yılında İngiltere’nin en yüksek onur unvanı olan “Britanya İmparatorluğu Kadın Komutanı” nişanını alan Agatha Christie sayısız ödülün sahibidir.

 

Agatha Christie’nin Roger Ackyord Cinayeti adlı romanı, Amerika Polisiye Yazarları Birliğii (Crime Writers’ Association-CWA) ve Amerika’nın Gizem Yazarları (Mystery Writers of America- MWA) tarafından ayrı ayrı düzenlenen “Tüm Zamanların En İyi 100 Polisiye Kitabı” listelerine beşinci ve on ikinci sıradan girmiştir. Roger Ackroyd Cinayeti romanının kurgusu ile detektif romanları türünde sıçrama yaratığı, bu türün temel taşlarından biri olduğu kabul edilmektedir. Daha sonraki yıllarda yayınlanan On Küçük Zenci ve Doğu Ekspresinde Cinayet adlı romanları da bu listelerde yer almıştır.

 

MWA ayrıca 1954 yılında yazarımıza Büyük Üstat Ödülü’nü vermiştir. Bu ödül daha once hiçbir yazara verilmemişti.

 

Mayıs 2000’de düzenlenen Bouchercon Dünya Gizemli Romanlar Kongresi’nde (Bouchercon World Mystery Convention), Agatha Christie Yirminci Yüzyılın Gizemli Romanlar Yazarı (Mystery Writer of the Twentieth Century), Poirot romanları da Yirminci Yüzyılın Gizemli Romanlar Serisi (Mystery Serios of the Twentieth Century) seçilmiştir.

 

Agatha Christie 2013 yılında CWA tarafından bütün zamanların en iyi cinayet romancısı seçildi. Yazarın Roger Ackyord Cinayeti romanı da şimdiye kadar yazılmış en iyi polisiye kitap olarak nitelendirildi.

 

2015 yılında yapılan bir ankette On Küçük Zenci romanı’ yazarın en iyi romanı seçilmiştir. İkinci sırada Doğu Ekspresnde Cinayet, üçüncü sırada da Roger Ackroyd Cinayeti yer almıştır.

 

On Küçük Zenci’nin muazzam kurgusu Agatha Christie’nin yazarlık yeteneğinin önemli bir örneğidir. Bu kitap dünya çapında şu ana kadar yüz milyondan fazla satmıştır ve tarihteki en başarılı dedektif öyküsüdür ve yazarın asla eskimeyen romanıdır.

 

Agatha Christie’nin doğumunun 125. yılı şerefine 23-24 Ekim 2015 tarihleri arasında Pera Palace Hotel’de düzenlenen etkinliğe katılan Agatha Christie Vakfı Başkanı ve Agatha’nın   torunu olan Mathew Prichard yaptığı konuşmada bir anektot olarak, “Agatha Christie’nin adının son altmış yıldır Batı Yakası tiyatrolarının listesini yayınlayan her gazetede her gün yer aldığını” ifade etmiştir.

 

Son söz niyetine Agatha Christie hakkında Toronto ve Minnesota Üniversitelerinde yapılan iki farklı araştırmaya değinmek istiyorum.

 

Romanların tamamı üzerinde yürütülen analizlere göre yazarın son dönem kitaplarında insan zihninin yaşlanması ile ilgili ip uçları bulunmuş. Ancak yaşlanmaya bağlı doğal değişikliklerin ötesinde ancak Alzheimer hastalığının belirtileri olarak kabul edilebilecek, değişiklikler görüldüğü saptanmış. Agatha’nın romanlarında kullandığı kelime sayısının yaşlandıkça azaldığı görülmüş. Hatta hayatının son yıllarında kaleme aldığı kitaplarında, kelime sayısının yaklaşık yüzde yirmi oranında azaldığı ve “şey, bir şey, hiçbir şey gibi belgisiz zamir kullanımının arttığı ve bazı sözcük öbeklerinin gençlik dönemindeki romanlarına göre çok daha fazla tekrarlandığı anlaşılmış. Yani Agatha son dönem romanlarını daha az sözcükle yazmış. 81 yaşında kaleme aldığı 1972’de yayınlanan “Filler de Hatırlar” adlı romanında kullandığı kelime sayısı, gençlik yıllarındaki romanlarına göre yaklaşık yüzde otuz oranında azalmış olduğu görülmüş.

Gelmiş geçmiş en önemli polisiye yazarı olduğu herkes tarafından kabul edilen bu olağanüstü yetenekli ve çok çalışkan kadın yazar arkeolog olan ikinci eşinin kazı çalışmalarına eşlik ettiği dönemde Corona marka portatif daktilosunu tüm Ortadoğu seyahatlerinde yanında taşımış, kazı çalışmalarında çeşitli görevler üstlenmiş olmasına rağmen bir yandan da kazı alanında kendisi için hazırladığı küçük bir evde ard arda birbirinden ilginç romanlar yazmayı sürdürmüştür.

Son nefesine kadar okurları için eşsiz bulmacalar yaratmaya devam eden Agatha Christie, Ve Perde İndi adlı son Hercule Poirot romanını 1975’de yayınlamış. Son Miss Marple romanı olan Uyuyan Ölüm ise yazarın ölüm yılı olan1976’da okura ulaşmış.

Britanya İmparatorluğu Kadın Komutanı Sevgili Agatha’ya veda önce internette karşılaştığım, gülsem mi, saygı mı duysam bilemediğim bir yazıdan söz etmek istiyorum.  Bazı yazarların çok sevildiğini, çok okunduğunu hatta fanatikleri olduğunu biliyoruz. Kitapları iki milyardan fazla satmış olan Agatha Christie’nin de fanatikleri olması olağan bir durumdur. Bizden, içimizden bir okuru “Agatha Christie Okuma Rehberi” düzenlemiş ve Christie romanlarının hangi sırayla okunması gerektiğini adeta sarsılmaz bir inançla anlatmış. Agatha’nın koyu hayranı olan bu kişi önerdiği sıraya uymayan okurların çok şey kaybedeceğini düşünüyor

Değerli anısına saygıyla,

Birsen Karaloğlu

 

 

 

 

2 thoughts on “Britanya İmparatorluğu Kadın Komutanı Agatha Christie‘ye Saygıyla/ Birsen Karaloğlu

  1. Sedef dedi ki:

    Çok güzel ve bilgilendirici bir yazı olmuş Birsen Hanım tebrikler…

  2. Birsen Karaloğlu dedi ki:

    İlginiz için çok teşekkür ederim Hanımefendi. Çok bilinen, çok okunan değerli bir yazar hakkında bir tanıtım yazısı yazmanın en zor yanı tekrara düşmekten ve sıkıcı bir metin döşenmekten kaçınmaktır kanımca. “Okunabillir” bulmanıza gerçekten çok sevindim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir