Bir Tuhaf Hikaye

Yokuşu çıkıp çay bahçesinden içeri girince, elindeki kitabı bahçedeki çıplak masalardan birinin üzerine bıraktı.

Birkaç gün önce bakışları, o masada oturan sarışın bir kadının bakışlarıyla karşılaşmıştı. Tesadüfen değil. Bilinçli olduğu da söylenemezdi. Fakat kadın bunu olağanın dışı algılamış, derin bir nefes çekip yüzünü ekşitmişti. Oysa ondan çok daha güzelleri gelip geçmişti Y’nin kollarından.

Kısa süren bu anımsayışın ardından masaya dayalı tahta iskemlelerden birini düzeltip oturdu. Elini önce beyazlamaya yüz tutmuş saçlarının üzerine, ardından da gömleğinin yaka cebine götürdü. Okuma gözlüğünü orada da bulamayınca, ayraç yardımıyla beraberinde getirdiği kitabın on beşinci sayfasını açtı. Bir süre gözlerini kısarak, dağılmış mürekkep lekelerini, iki öksüzler sokağı üzerinde toplamaya çalıştı ama başarılı olamadı.

S, onu terk ettiğinden beri her gün buraya geliyor, birkaç sayfa okuduktan sonra dağınık düşüncelere dalıp gidiyordu.

Kitabı elinden bırakıp iskemlesine yaslanırken hikâye yazan adamın uzaktan onu izlediği hissine kapılınca huzursuz oldu. Adam buranın müdavimlerindendi. Fakat Y onu sevmiyordu.  Zaman zaman göz göze geldiklerinde başını çeviriyor, onunla selamlaşmaktan kaçınıyordu. Kalabalığın içinde yazmasını tuhaf bulduğundan, burun kıvırıp ‘ne tuhaf adam’ diyordu.

Tuhaf adam diz üstü bilgisayarında hikâyesini yazarken Y de bacak bacak üstüne atıp kendine tuhaf bir hikâye aramaya koyuldu. Yazmak için değil, öylesine.

Masalardan birine yirmili yaşlarda, küskün bir çift oturunca Y, dikkatini onlara yoğunlaştırdı. Oğlan derdini anlatırken kız somurtup kocaman gözleriyle başka yerlere bakıyor, umursamaz görünmek için çaba sarf ediyordu. Karşısındakinin burnunu sürtmeyi ister gibi bir hali vardı.

Orta masada oturan kadınlardan birinin attığı fütursuzca kahkaha, Y’nin dikkatini dağıtmaya yetti. Oyunu bozulmuş çocuk gibi suratını düşürüp başını ellerinin arasına aldı. ‘Ne diye beni hikâye aramaktan alıkoyuyorlar’ diye homurdandı. Onların da bir hikâyelerinin olabileceği aklından geçince tuhaf bir hikâye aradığını anımsayıp ‘Bunların hikâyelerinden bir şey çıkmaz’ dedi.

Masaların arasında gezinen garsondan sade bir soda istedikten sonra, yeniden ardına yaslandı. Kalabalık bir kadın grubu garsonun da yardımıyla masaları birleştirip Y’nin birkaç metre uzağına oturduğunda, yanlarında getirdikleri çocuklar etrafa dağılmışlar, bağıra çağıra koşuşturmaya başlamışlardı. O an Y ‘Götürün şu veletleri başka yere, hikâye arıyorum ben’ diye avazı çıktığı kadar bağırma isteği duydu. ‘Bunların hikâyeleri ham, kaleme gelmez. Ben ana babalarınınki gibi kart hikâye arıyorum, pis ve karışık’ diye geçirdi aklından.

Çocuklar masaların arasında oynarken, kadınlar birbirine kocalarından bahsediyordu. ‘Koca mı koca, var mı var’ dedi biri. Y diğerlerinin de dert yanacağından emindi.  Daha yaşlıca olan, rahmetliyle ettiği çekiş dövüşü unutup nasihat etmeye başlayınca Y, ‘Kim bilir kendi kaç kere söylemiştir, bu sözlerin bin bir beterini. Belli ki melek olup uçuvermiş kocası’ dedi içinden.

Y bunları düşündüğü sırada masadaki kadınlardan biri rüküş bir kadının çay bahçesinden içeri girdiğini görmüş, oturduğu iskemleden kalkıp parmağındaki alyansı düzelterek onu karşılamıştı.  Ayaküstü, adet yerini bulsun diye gelir geçer sohbetlerden birini etmeye başladıklarında Y onların abartılı tavır ve tonlamalarına daha fazla tahammül gösteremedi. Yaka cebindeki sigarasını çıkarıp yaktı. Derin bir nefes çekerken az önce kahkaha atıp Türk kahvesi içen iki kadının masasına saçı seyrelmiş bir adamın sallana sallana gelip oturduğunu fark etti. Adamın rahatlığından oturan kadınlardan birinin kocası olduğunu tahmin etmekte güçlük çekmedi. ‘Belki birinin kocası diğerinin de sevgilisidir’ dedi. Y kafasından onlara bir hikâye yazarken masadakiler Y’nin varlığından habersiz, eğitim sisteminden şikâyet etmeye, ahlanıp vahlanmaya başladılar. Eğitim sistemini çözemeden de tatlıya geçtiler. Sözü baklavaya şöbiyette getirip kilo almaktan dem vurduklarında, Y’nin içi bulandı.

Y, tuhaf bir hikâye bulamamanın telaşıyla tekrar etrafına bakınırken çaprazında oturan güzel bir kızla sevimsiz bir adam ilişti gözüne. Kıskandığı için değil gerçekten sevimli bir adam sayılmazdı kızın karşısındaki. Ne sıfatı sıfattı, ne de konuşması… Telefonu çalınca, kız ‘Efendim anne’ dedi. ‘Biraz işim var. Alışveriş merkezine uğrayıp öyle geleceğim’ Y ‘Bu adam hayatta ancak bir iş olabilir; sevimsiz ve acı veren bir iş’ deyip zihninde kıza bir hikâye kurguladı. ‘Bir gün bu adam canını çok acıttığında, erkek milletine tövbe edip bir süre kendi halinde yaşayacak. Sonra akmaz kokmaz bir herif bulup mutluluğu onda arayacak. Oysa arkasında oturan sürtüğe sorsa, başına gelecekleri ona bir güzel anlatırdı, Ama nafile, kimseyi dinlemeyecek, belli ki peşinden gidecek bu herifin. ’ diye düşündü.

Y, kurgu yapmanın benliğinde bıraktığı kekremsi tatla, tam ‘Ne hali varsa görsün’ diyecekken arkadaki sürtük birden ilgisini çekti. Hâlbuki kız S’ye de benzemiyordu. Bunun gözleri çukurda, elmacık kemikleri çıkıktı. Bir kurgu yapıp oracıkta onunla sevişmeyi hayal etti. İniltileri kulaklarına kadar geldi. Kız ona türlü türlü sıfatlarla seslenirken, ondan kendisine sadece ‘sürtük’ demesini istiyordu. Y onun yoga hocasıyla kırıştırdığına, grupçu olduğuna kanaat getirmiş, kafasında onun sürtüklüğünü onaylarken bir an bile tereddüt etmemişti. ‘Doğru ya da yanlış bu da benim kurgum’ dedi. Gözlerinin içine bile bakmadan, kızın üzerine bu sıfatı yapıştırdığı için kendini ayıplasa da onu fahişeliğe yükseltmemekte kararlıydı. Birden ‘Belki kadınları seviyordur’ düşüncesine kapıldı. Kurgu derinleşip onu hikâye sahibi yaptığı için ‘sürtüğe’ garip bir minnet duymaya başlamıştı ki kız çantasından ince bir sigara çıkarıp Y’den çakmak istemeye geldi. Y çakmağını avuçlarının arasına aldı, ‘Çakmak yok sana!’ Kız yüzünde şaşkın bir ifadeyle bakakaldı ‘Kaba herif. Deli midir, nedir’ diyerek masasına geri döndü. Y içten içe, erkeklerden istediği her şeyi kolayca alabileceğini farz ettiği kıza çakmak vermediği için keyiflendi. Çok geçmeden bir şey söylemeyi unuttuğunu fark ederek filmi zihninde çabucak başa sardı.

…kız çantasından ince bir sigara çıkarıp Y’den çakmak istemeye geldi. Y çakmağını avuçlarının arasına alıp ‘Çakmak yok sana’ dedi. Kız anlamadı. Y bu kez ‘Çek git sürtük’ deyince, kız masasına geri döndü…

Zihninde filmin montajını tamamlamadan kızın çantasını alıp gitmesi Y’nin keyfini kaçırsa da, masaya sade soda yerine bir bardak açık çay bırakan garsona hiç bir şey söylemeden çayına şeker atıp karıştırdı. Kapının sağındaki yaşlı adamla göz göze gelince ‘Kurban arıyor’ deyip gözlerini ondan kaçırdı. Yine de yaşlı adamın önünden geçenlere selam verme ısrarı Y’nin gözünden kaçmamıştı. Ama kimse kurban olmaya niyetli görünmüyordu, Y de… Hatta vicdanını gereksiz bir zahmete soktuğu için yaşlı adama içten içe kızdığı bile söylenebilirdi.

Nedense Y birden, yaşlı adamın geçenlerde yaşıtı bir hanımın masasına koşarak gittiği günü anımsadı.

Hanım onu görünce, kırıla kırıla ayağa kalkmış, derin göğüs dekolteli siyah bluzunu önce yukarıya, sonra pantolonunun üzerine çekip kollarını yaşlı adama doğru uzatmıştı. Yaşlı adam yaşlı gibi değildi o gün, kadının kollarına doğru dimdik yürüyordu. Kadının da kendini kurban gibi hissettiği söylenemezdi. Yaşlı adamın gözleri kadına sarılırken buğulanmış, kadının boynunu saran fularsa yutkunmaktan titriyordu.

Yaşlı adam heyecanından yerinde fazla duramayınca garsonu beklemeden, sipariş vermek için çay ocağına doğru yürümüş, birkaç adım attıktan sonra geri dönüp kadına bir şeyler fısıldamıştı. Hava rüzgârlı olduğundan, Y onun ne söylediğini kadın çantasını alıp içeri geçtiğinde anlamıştı. Yaşlı adam kuytuda kalmış bir masaya kadar ona eşlik etse de kadının şalını masanın üzerinde unutmuşlardı.

Yaşlı adam vakit kaybetmeden, çay ocağına gidip iki sütlü kahve siparişi verince, garson yaşlı adamın çaydan başka bir şey içtiğine alışık olmadığından, onun sütlü kahve sipariş etmesini garipsemiş, gözünün ucuyla muzip bir bakış atmaktan geri kalmamıştı. Y,  kadın onları izlemiyor olsa, yaşlı adamın okkalı bir küfrü garsonun ablak suratına bir tokat gibi vuracağından hiç kuşku duymamıştı.

Yaşlı adam elindeki tepsiyle birlikte masaya doğru yürürken, elleri titreyecek diye korkuyor, ama belli etmiyordu. Kadınsa iki dirhem bir çekirdek, fakat kontrolü ona verme niyetinde de değildi. Doğrusu yaşlı adam da buna pek istekli görünmüyordu. Masalarında vazoların içine sığmayacak bir telaş, garip bir sevinç emaresi vardı. O sevinçle kahvelerini yudumlayıp sohbet ederlerken, Yaşlı adam geçmişini anlatma gereği hissetmiyordu. Karşısındaki kadın onun vaktiyle, Vefa’da top oynadığını, yakışıklı ve hovarda olduğunu zaten biliyor olmalıydı. Kim bilir kaç kez küçük penceresinde onun geçişini beklemiş, gözüne girmek için çaba sarf etmişti.

Yaşlı adam onun yanında değişmiş, kurbanlarına uyguladığı işkenceleri unutmuş gibiydi. Fısır fısır konuşurlarken, dumana savurup boşa çene çalmıyordu. Masayı tak tak diye yumruklayıp sesini ezerek kelimelerin sonlarındaki heceleri uzatmıyor, onların canına okumuyordu. Geçmişinden gelen, sevdiği kadınla buluşan adam olmuştu. Dünya kurulduğundan beri var olan ve asla yok olmayacak bu adam, ortaya çıkmak için doğru zamanı ve kadını bekler dururdu.

Y bunları düşünürken karmaşık duygular yaşayıp huzursuzlandı. S’nin eve dönmüş olabileceği umuduyla, iskemlesinden aceleyle kalkıp cebindeki bozuklukları masanın üzerine bıraktıktan sonra, yokuş aşağı koşar adım indi.

Onun gidişiyle, Tuhaf adamın parmakları klavyenin üzerinde daha hızlı dolaşmaya başlamış,  Y için yazdığı hikâyesini sonlandırma gayretine düşmüştü. Y’nin yakın bir gelecekte yaşlı adamı yokuşu çıkarken göreceğini, ilk kez kurban olup onunla konuşmayı isteyeceğini hayal etti.  Yaşlı adam elinde köşedeki marketten alınmış, beyaz bir poşetle başı önde, dalgın dalgın yürüyecekti. Üzerinde fi tarihinden kalma bir ceket, omuzları çökmüş olacaktı. Y üşenecek, bu isteğini sonraki güne erteleyecekti. Sonraki gün yaşlı adam gelmeyecekti. O bekleyecek, yaşlı adam yine gelmeyecekti. Birkaç hafta sonra günü geçmiş bir gazete sayfası rüzgârda uçup Y’nin bacaklarına dolanacaktı. Ondan kurtulmaya çalışırken, siyah beyaz bir fotoğraf gözüne ilişecek; artık yaşlı adamı beklemesine gerek kalmayacaktı.

O sırada caddeden gürültülü, çift kapılı bir araba gelip geçecekti. Y şoförün yanında oturan kadını S’ye benzetecek, hışımla cebindeki telefonu çıkarıp onu arayacaktı. Aradığı numaraya ulaşamayınca, Y kızacak, telefonunu yere çarpacaktı.

Gün batmaya yüz tutup hafiften esen rüzgâr ağaçların yapraklarını sallamaya başlayınca, Tuhaf adam henüz bitirdiği hikâyesini diz üstü bilgisayarına kaydedip iskemlesinden kalktı. Masanın üzerindeki eşyalarını toplarken, işkillenip çevresine bakındı. Etrafta kendinden başka kimseyi göremeyince, gülümseyerek başını gökyüzüne kaldırdı. Veysel’in türküsünü diline dolayıp gündüzden geceye dönen zamanın içinde, ona yazılmış kurgunun peşi sıra, ağır adımlarla evinin yolunu tuttu.

 

Bülent Buyruk

25 Aralık 2017/ Koşuyolu

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir