????????????????????????????????????
Sibel Saçık

AYNALI

“Buralarda kızlar çok yaşamaz, genç ölürler. Bazıları köyün sokaklarında tarlalarında dolaşır. Bazıları da köy mezarlığında yatar. Katillerinin kanlı ellerini sadece öldürdükleri görür.”

Her sabah horozların ötüşüyle uyanan köy, o gün uyandığında hiç horoz sesi duyulmadı. Alışıla geldiği gibi horoz seslerine eşlik eden eşekler ve sokak köpekleri de sessizdi. Bugün diğer günlerden farklıydı. Ağustos ayı olmasına rağmen güneşin bile içinden doğmak gelmedi. Seçim şansı yoktu, görevini yerine getirmeliydi. İsteksizce uyandı uykusundan. Sırtına yağmur yüklenmiş gri bulutların ardına gizlenip seyretti köyün en harabe evindeki koşuşturmayı. Kerpiç duvarlarla delik tavan şahitlik etti hazırlıklara. Onların gizlenecek yeri yoktu.
Köyün kadınlarından bir kaçı bahçede kocaman ateş yaktı. Kara dumanlar gökyüzünü kucakladı. Dumanın isi, taş kalplere kara çaldı. Ateşe kazanlar kondu, yemek kokuları tüm köye yayıldı. Düğün yemeksiz olmazdı. Her düğüne en önde katılan sokak köpekleri ortada yoktu. Onlar da bir yerlere gizlenmiş olmalıydı.
Hemen her köyde olduğu gibi bu köyde de bir meczup vardı. Kimine göre deli, kimine göre üç harflilere karışmış biraz da tekinsiz yaşlı bir kadın. Aynalı derlerdi ona. Adını bilen pek kalmamıştı.
Aynalı aşağı, Aynalı yukarı çocukların eğlencesi, düğünlerin başmisafiri Aynalı. Köylünün çekindiği ama yine de alay etmekten geri durmadıkları Aynalı. Elinden düşürmediği sedef kakmalı sırları dökülmüş bir aynaydı yoldaşı. Epey yaşlanmış, yaşadığı yıllar kitaplara sığacak hikâyeler yazmıştı yüzünde. Elinde aynası ile bahçenin en dibindeki yalnız ama vakurla gökyüzüne uzanan incir ağacının arkasına sindi. Ailesi Pembe doğduğunda dikmişti bu ağacı. Genellikle kavak yetiştirilirdi doğan kızlar için. Kavak çabuk büyürdü, kız evlenirken o ağaçlar satılır çeyiz olurdu. Pembenin ailesi ise “Ocağımıza incir ağacı dikti bu kız” demiş, kadersizliğinin anıtını büyütmüşlerdi gözlerinin önünde. Her sabah uyandığında penceresinden ilk gördüğü şey incir ağacıydı. Bu kadar güzel meyvesi olan bu ağaç yine de acı verirdi Pembe’ye.
Yoldaşını bağrına sıkıca bastırarak kerpiç eve baktı Aynalı. Kazanların başındaki kadınlar gülüşerek birbirini dürttü. Aynalıya dönüp seslendiler.
“Gız Aynalı, ne sinmişin oraya, gel de bir işin ucundan tut hele.”
Aynalı omuz silkti. Aynasını kerpiç evin penceresine tuttu. Gözlerindeki hüzün kanatlandı, gelin kızın penceresine kondu. Pencere açıldı, Pembe gelin göründü. Emanet gelinliğini giymiş, duvağına takılan gelin telleri gözyaşı olmuş, gece rengi ipek saçlarını okşamakta. İncecik beline kırmızı kuşağı bağlanmış kaderini beklemekte.
Sağlam eliyle “ Gel” dedi Aynalı’ya. Aynalı usulca süzüldü eve. Odanın kapısında bekliyordu Pembe gelin.  Gözlerinin içinde birbirlerini gördüler. Kapandı odanın kapısı tüm dünyaya. Sekiye oturdular.
“Gidiyorum Aynalı.”
Ardından sessizlik konuştu uzunca. Sessizliği susturan Pembe oldu.
“Aynalı diyorlar sana ama asıl ayna sensin. Gözlerine bakan kendini görür, o yüzden korkarlar bakamazlar. Kendilerinden bile sakladıkları çirkin karanlıklarını görmekten korkarlar. Zahirdekini herkes görür, sen görünmeyeni görürsün. De bana canım Aynalı, ne görürsün bende?”
Aynalı’nın kurumuş dere yatağını andıran yüzündeki çizgilerini gözyaşları doldurdu. Sel olup denize ulaşmak istedi. Konuşmazdı Aynalı, sözcüklere ihtiyacı yoktu. Onun cümlelerinde ses olmazdı. Anlamaya gönlü olmayana kelimeler kifayetsiz, anlamak isteyene gereksizdi. Anlaşacak olanlara yürek yeterdi. Onların sözleri dilden değil, kalpten kalbe su gibi akardı.  Pembe, Aynalı’nın gözyaşlarını sildi. Parmakları fırtınaya tutulmuş yaprak gibi titriyordu. Dalından ha düştü ha düşecek… Artık tutunduğu dallar da istemiyordu onu.
Aynalı aynasını Pembe’nin yüzüne tuttu. Sen bak demekti bu. Kimsenin görmediği seni, sen kendin gör demekti. Sırları dökülmüş aynaya uzun uzun baktı Pembe. Gözlerinden kara bulutlar geçti, şimşekler çaktı daha fazla kirpiklerine tutunamayan yağmur, sağanak oldu boşaldı solgun yanaklarına. Güneş’in ardına saklandığı gri bulutlar eşlik etti Pembe’ye, indirdi sırtından yükünü.  Güneş sırtını döndü bütün köye. Uzun süre, gülen yüzünü hiç kimseye göstermedi. Aynadaki yolculuğu dışarıdan gelen sesle kesildi. Öğretmeninin sesi geliyordu. Kulak kabarttı.
“Yapmayın Emine bacım vazgeçin bu işten. Kıymayın Pembe’ye, günahtır.  Adam elli yaşını geçmiş, boyunca dört çocuğu var üstelik anneleri de hayatta,  Pembe onlardan bile… ”
Annesi susturdu öğretmeni.
“Sen dışarlıklısın buraları bilmezsin öğretmen. İş görmeyen çolak eliyle burada hiçbir genç almaz onu. Gül gibi kısmeti çıkmış.  Evi olacak, karnı doyacak başında bir erkeği olacak daha ne olsun? Hem erkeğin genci yaşlısı olmaz, güzeli çirkini de, erkektir işte. Karnı doysun bir sahibi olsun yeter.  Vermezsem ne olacak deyim mi sana. Köyün bütün iti kopuğu hevesini onda söndürmek için fırsat kollayacak. Karıların hepsi birer parça etini koparıp çiğneyip yere tükürecek. Milletin eğlencesi olacak. De bana hele, kadın başıma nasıl koruyayım kızımı? Şimdi misafirimiz ol buyur yemeğimizi ye. Yok dersen de; hadi uğurlar ola!”
Annesi son sözünü demişti.
Birkaç saate damat alayı gelecek, atın terkisine atıp götüreceklerdi onu. İstikametini kendi seçmediği bir yola çıkıyordu Pembe. Az önce kendisi için çırpınan öğretmeninin, ilkokulda hediye ettiği bir kitapta okuduğu cümle geldi aklına: “Hayat son sürat giden bir trendir.” Burada kızlar istikameti çoktan belirlenmiş vagonlara doldurulup gönderilirdi. Geride bıraktığı hayalleri istekleri kimsenin umurunda olmaz, gitmek istedikleri yer neresi sorulmazdı.  Öğretmen olmayı ne çok istemişti oysa. Ama bu hayalini ardında bırakalı çok olmuştu. Annesinin hayali ise bugün gerçek oluyor, sırtındaki kamburundan kurtuluyordu.
“Hadi Aynalı sen de git artık!”
Yorgun, tükenmiş ve ağırlaşmış yürekleri ile sekiden zorla doğrulup ayağı kalktılar. Sımsıkı kucakladılar birbirlerini. Aynalı ayaklarını sürüyerek kapıya yürürken aniden geri döndü. Aynasını Pembe’nin avuçlarına bıraktı usulca. Bir süre avucundaki aynaya bakan Pembe “Bir köye bir aynalı kâfi”  deyip sahibine geri verdi. Aynalı anlamıştı. Gözlerinden düşen acıyla ardına döndü, geldiği gibi kapıdan süzülüp çıktı.
Pembe odaya göz gezdirdi. Köşede duran çeyiz sandığını açtı. İçinden çıkardığını sıkıca kucakladı.
Dışarıdaki davul zurna sesleri iyice artıp coşku ayyuka çıktı. Damat alayı gelmişti. Yanında oğulları ve kızıyla bıyıklarını burarak kibir kokan dik duruşuyla düğün evine yürüdü damat. Çalgıcılara çocuklara para saçıyor ardından namı konuşulsun istiyordu. Yanında yürüyen kızının asık suratını fark edince koluna bir çimdik attı. Kız çimdiğin acısıyla zoraki bir gülümseme takındı yüzüne. O, evde gözyaşlarıyla bıraktığı anasına yanıyordu. Zavallı anası, gerdek odasını bile kendi elleri ile hazırlamıştı. Erkek kardeşleri durumdan pek şikâyetçi görünmüyorlardı. Hatta memnun ifadeleri ile eğlenceye alkış tutuyor, iyi oğullar olarak babalarının izinden yürüyüp gelecekte alacakları genç kızları düşünüp keyifleniyorlardı. Kadın olmak çok zordu. Bir gün anasının belki de Pembe’nin yaşadıklarını yaşama ihtimali kanını dondurdu. İçten içe Pembe için de üzüldüğünü fark etti.
Damadın neşesi davulun tokmağının her vuruşunda, zurnanın her nefesinde daha da arttı. Nasıl keyifli olmasın? Çolak da olsa yirmi yaşında dünya güzeli gelin alıyordu. Ona el gerekmezdi. Evdekinin eli vardı da ne oluyordu? Emine evin kapısına yaslanmış gururla damadına bakıyor, göz ucuyla da köylüleri süzüyordu. Herkesin çenesini kapatmış kızını gelin ediyordu işte.
Pembe hazırdı. Nefes almadan bakışlarını kapıya mıhlamıştı bile. Kapı açıldı.
Damat alayından çok başkaydı Pembe’yi alanlar. Götürüp yıkadılar. Yine beyaza sardılar. Atın terkisinde değil omuzlarda taşıdılar. Pembe’nin ilk ve son isteği olan yerde durdular. İndi o vagondan Pembe. Toprak attılar beyaz eteklerine. Telli duvağını üstüne yaydı annesi, kanlı elleriyle. Köye dönüp düğün yemeklerini yediler. Elinde Pembenin çeyiz sandığından çıkarıp boynuna doladığı urganla bir tek Aynalı kaldı geride.
“Dedim ya çok yaşamaz burada kızlar.”

 

 

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

4 thoughts on “AYNALI / Sibel Saçık

  1. Derya dedi ki:

    Çok çok begendim . Bir solukta okudum . Kuvvetli bir kalem . Devamını diliyorum ,bekliyorum ,istiyorum …

    1. Sibel Saçık dedi ki:

      Teşekkür ederim

  2. Sibel Karaca dedi ki:

    Kaleminize yüreğinize sağlık Sibel hanım. Nice Pembe’lerin,Aynalı’ların ruhuna…

    1. Sibel Saçık dedi ki:

      Teşekkür ederim Sibel Hanım. Kadınlarımızın hep mutlu olması dileğimle

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir