Ateş Fedya ya da Dostoyevski

 Dünyanın en muhteşem kumarbazı, dediler onun için. Kumarbazlığı iyi miydi bilinmez ama insan ruhunu tanımak ve eşsiz bir üslupla anlatmak konusunda oldukça iyi olduğuna eminim. Kimden bahsediyor olabilirim, yıllar evvel Çarlık topraklarında alkolik bir babanın ve sevgi dolu bir annenin yaşadığı hastane lojmanında dünyaya gelen bir azizden elbette, Dostoyevski’den bahsediyorum.

Ergenlik yıllarına dek yaşadığı lojman gecelerinde annesinin ve dadısının etkisiyle edindiği okuma alışkanlığını yatılı okul yıllarında da aralıksız sürdürdü. Aslında tek dostu kitaplardı. Babasından miras aldığı öfkeli, huysuz ve karamsar ruhu orada da kendini göstermiş; giriştiği kavgalar ve öfke nöbetleri neticesinde adını Ateş Fedya’ya çıkarmıştı.

11 Kasım 1821 sabahı dünyaya gelişinin ardından karamsar ruh halinin ilacı; annesi, abisi ve dadısıydı. Okul yıllarına dek onun bu haline derman olmaya çabaladıysalar da ihtimal alkolik babanın geçirdiği öfke nöbetleri onu her gece ölüme yatmaya sürüklüyordu. Abisine notlar yazmayı alışkanlık haline getirdi, “Mihail, uykuda ölüyorum, beni sabah uyandırmayı unutma!” Zavallı Fedya, her gece babasının ölümü için dua ediyordu. Ancak babasının ölümünü hayal ederken, gelen kötü haber onu temelli korunaksız bıraktı. Annesi yakalandığı Tüberküloz hastalığına yenik düşmüştü.

Baba Mihail, oğlanları kaptığı gibi Petersburg’a, Askeri Okul’a yollandı. Yazık ki aynı okula kabul edilmediler. Kader, çocukluğu boyunca bir elmanın iki yarısı olan Mihail ile Fyodor’u ayrı okullara sürükleyince Fyodor korkulu rüyalarıyla baş başa kaldı.

Çocuklarına sahip çıkmayan baba Mihail, oğlanlara üç kuruş harçlık göndermekten bile acizdi. Onları kendi kaderleriyle baş başa bırakmıştı. Annesinin ölümünden ve yaşadıkları sefil hayattan babayı sorumlu tutan Fyodor ise babasının ölümünü dilemeye ve sanrılar görmeye devam etti. Uyku onun için her zaman karanlık bir girdap gibiydi ki artık zaman zaman sara nöbetine benzeyen nöbetler geçirmeye başlamıştı. Bir süre sonra gelen babasının ölüm haberi de bu nöbetleri ömür boyu peşini bırakmayan bir karabasana dönüştürmüştü. Suçluluk duygusuyla kavruluyordu, babası onun duaları yüzünden ölmüştü. Şimdi hem annesiz hem babasız, yapayalnız kalmıştı. Tanrı onu sonsuza dek affetmeyecekti.

Öfkeli ve delirium halleri onu arkadaşlarından iyice uzaklaştırmakta okulda ne kadar serseri ruhlu öğrenci varsa onlara yanaştırmaktaydı. Muhtemel parasızlığın verdiği dürtüyle de bu arkadaşlarıyla kumar oynamaya meyletti. Bu oyun ona mutsuzluğunu, acılarını, yaşamındaki eksikleri unutturuyor, her kazandığında başarmanın verdiği hazla daha büyük bir tutkuyla oyuna dönüyordu.

Okuldan mezun olduğunda artık, hem yazmaya çok hevesli bir kalem hem de tam bir kumarbazdı. Kısa bir süre yaptığı Askeri mühendislik hiç ona göre değildi. Bir yılı dolar dolmaz babasının zorla edindirdiği bu meslekten ömür boyu geri dönmemek üzere ayrıldı.

Kardeşi Mihail ile kurudukları yayınevi ve çıkardıkları dergi bir süre ayakta kaldıysa da Dostoyevski’nin kapıldığı siyasi faaliyetlerden birinde tutuklanması ve bitmeyen kumar borçları bunların yaşamasına müsaade etmedi. Yazdığı roman, İnsancıklar büyük sükse yapmış, eleştirmen Bellinski tarafından göklere çıkarılmıştı. Ancak dâhil olduğu entelektüel çevre çoğunlukla Çarlık karşıtıydı, o da düşünmeden bu gruba katılıvermişti. Jurnallenen bir toplantı sırasında tutuklanmış, idama mahkûm edilmişti. Her şey bitmişti.

Fyodor son duasını ederken kader yüzüne gülmüş ve Çar tarafından affedilmişti. Ama bu af onu on yıl yaşamak zorunda kalacağı Sibirya’ya sürükleyecekti. Hem ne sürüklemek, bu maceranın neye benzediğini merak edenler, Karamazof Kardeşler’in Mitya’sının mahkeme sonucu gönendirildiği Sibirya sürgünü bölümünü okuyarak anlayabilirler. Ve elbette hapis hayatının neye benzediğini anlamak için de Ölü Evinden Hatıralar’ı.  Burada yıllarca ayak bileklerinde demir prangalarla, tanrıcığına onu af etmesi için yalvararak yaşadı Fyodor. Neyse ki dört yıl sonra bir nebze nefes almasına müsaade edildi, er rütbesiyle kışla hizmetine verildi. Subay olarak bir askerin evinde subayın oğluna ders vermesine izin verilmişti. Yıllardır kadın yüzü görmediğinden, kimi kaynaklara göre de acıdığından bu  evin sahibesi sevimsiz ve hastalıklı kadına tutuldu. Hâlbuki kadın oldukça hovarda bir kadındı, Fyodor umurunda bile değildi.

On yıl sonra şehrine geri döndüğünde artık evli bir adamdı. Ama yaşadığı onca acı ve kayıp onu kumar tutkusundan vazgeçirememişti. O da yetmezmiş gibi kendine yeni sevgililer edinmeye başladı. Bunlardan biri Polin Suslova’dır. Hızını alamayan Fyodor, onunla Avrupa’ya kumar oynamaya gider. Yıllar sonra bu macerayı Kumarbaz isimli novellasında yazar.

Yokluklar, kaybedişler, başarılar, inişler ve çıkışlar arasında okyanusun orta yerinde, büyük bir dalganın kıyısında çırpınan bir kayığı andıran bu eşsiz hayat onu Suç ve Ceza romanıyla yeniden yukarıya taşıyacaktır. Bu sırada ikinci eşi Anna ile evli ve kumar borçları yüzünden Avrupa’ya sığınmıştır. Oldukça vatansever bir ruha sahip olan Fyodor Avrupa insanını ve dilini hiçbir zaman sevememiş, yurduna dönebilmek için tüm şartları kollamıştır.

Kimi günler soğan ekmeğe muhtaç olan aile, Fyodor’un tüm huzursuzluklarına, kaprislerine ve karısının çoraplarını dahi rehinciye bırakacak kadar düştüğü kumar batağına karşın ona kol kanat germeyi sürdürmüştür. Belki de hayatının en büyük şansı idi Anna, üstelik Fyodordan oldukça küçüktü. Bir okur olarak kendi adıma hep minnet duydum bu yüce gönüllü insana. Ve nihayetinde 1871’de borçlarını ödeyerek yurduna dönmeyi başarır.

Sekiz yıl sonra yayımlanan Karamazof Kardeşler’in satış rekorları kırdığı günlerde yapılan “Puşkin’e Saygı Şenikleri”nde Rus gençlerinin Dostoyevski’ye gösterdiği saygı kimsenin gözünden kaçmaz ve Fyodor’un itibarı iade edilir.

Ocak 1881’de Petersburg’ta öldüğünde cenazesini 30.000 kişi izler. Edebiyatın azizini uğurlamak için on beş dini orkestra hazır beklemektedir.

Yazdığı romanlardaki insan ruhunu anlama, anlatma çabaları, hem Freud yoluyla Psikanaliz biliminin doğuşuna, hem Suç ve Ceza romanıyla polisiye romanın hızla peyda olmasına, hem de insanın insanı tanımasına bu denli katkıda bulunmuş başka bir yazar var mıdır bilmiyorum. Bildiğim şudur ki; eğer Fyodor, Gogol’ün Palto’sundan çıkmış ise İnsanlık da Dosto’nun cümleleriyle kendisini yeniden bulmuştur.

İyi ki doğdun, Ateş Fedyam, iyi ki tüm o satırları yüzyıl öteden ulaştırdın bize. Ruhun şad olsun…

6 thoughts on “Ateş Fedya ya da Dostoyevski/ Aysel Karaca

  1. Mehmet Sinan Gür dedi ki:

    Ateş Fedya nereden geliyor?

    1. panzehir_dergi dedi ki:

      Cevap metnin içinde var :))

  2. Ayşegül Gezgin dedi ki:

    Anna’ya ben de çok minnet duymuştum Dosto’nun hayatını okuduğumda

    1. panzehir_dergi dedi ki:

      Ayşegül teşekkür ederim, bazen sadece bu kadınların hayatını yazmak geliyor içimden. Belki bir gün onu da yaparız. Sevgiler…

  3. Birsen Yakar dedi ki:

    Okurda merak ve tüm adı geçen kitapları okuma isteği uyandıran bir yazı olmuş. Ayrıca yazarın kitaplarının ortaya çıkış sıralaması ile yaşamındaki sıkıntıların örtüşmesi kişinin kendi yaşamı ile yazarlığını ne kadar besleyebildiğini hatırlatıyor . Çok ilham verici bir yazı tebrikler

    1. panzehir_dergi dedi ki:

      Birse Hanım teşekkür ederiz değerli yorumlarınız için. Deniz yıldızı misali, bir okur bir okurdur…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir