FELSEFENİN AĞIRLIĞI/ Işık Sema Ergürbüz

Günümüze ulaşan ilk yazılı metinler Antik Yunan’da görülür. Bu nedenle felsefenin başlangıcı olarak kabul edilen dönemdir. Literatürde Arkhe Problemi, olarak adlandırılır. Tüm varlıkların başlangıcı nedir? Sonsuzluk(Anaksimandros) Su (Thales) Ateş (Herakleitos) Hava (Anaksimenes). Platon’a kadar verilen yanıtlar felsefi düşüncenin gelişmesine katkı sağladı.

Akademi´nin kurucusu olan ve felsefe tarihinde bir dönüm noktası teşkil eden Platon, felsefe ve bilim tarihindeki pek çok tartışmanın temellerini atmış, sadece bilimleri değil pek çok dini de derinden etkilemiştir. Hocası Sokrates ve öğrencisi Aristotales  ile birlikte. Savlarının birçoğu bugün önemini korumakta, tartışılmaktadır.

Düşünce Sanatı, olarak isimlendirebileceğimiz felsefe, Yunancadan çevirilince “Bilgelik sevgisi, hikmet arayışı“ anlamına gelir. Bilginin peşine düşmenin nedeni gerçeği ve doğruyu bulma arzusudur. Arayışın sürdüğünü söylemek sanırım yanıltıcı olmaz. Benim felsefeye merhaba demem ise, üniversite yıllarıma dayanır. Basın Yayın Yüksek Okulu`nda henüz çömez olarak adlandırıldığım günlerde, o zamana kadar okuduğumuz kitaplarla ilgili bir sohbet içindeyken arkadaşımın dikkatini çekmiş olacak ki ertesi gün elime uzunca bir liste tutuşturdu. “Bunları da mutlaka okumalısın.” Listeyi vermek için neden beni seçmişti? Öyle ya benden kıdemli bir öğrenci, mutlaka bir nedeni vardı. Yanıtı bulmam çok gecikmedi. Tabii ki Tolstoy hayranlığım! Listeyi tam olarak sıralayamasam bile tamamının felsefe kitapları olduğunu söyleyebilirim. Panzehir Dergi için konu olarak Lev Tolstoy´u seçtim ve yaptığım okumalarda onun etkilendiği bir felsefeci dikkatimi çekti. Tolstoy´u uslanmaz bir avcıdan hayvanlara şefkati savunan insana dönüştüren Schopenhauer adını aklımın bir köşesine yazdım. Satırlarıma felsefenin tarihini anlatacakmış gibi başlamam bu yüzden.

Arthur Schopenhauer, 22 Şubat 1788 doğumlu. MÖ 700´lü yıllardan gelen izleri tutkuyla takip eden filozof, yazar, eğitmen. Danzig´de doğan Schopenhauer, Alman felsefe dünyasının ilklerindendir. Din, ahlak, varoluş konularının dışına çıkan ilklerden. Dünyanın anlaşılmaz, akılsız prensipler üzerine kurulu nedenselliklerinin olduğunu söyleyerek dikkatleri çekmiştir. Nietzsche´nin ilk akıl hocasıdır. Schopenhauer’ın İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’sı, Nietzsche´nin felsefeye olan ilgisini arttırdı ve daha sonra onun saygı duyduğu birkaç düşünürden biri olduğunu  Çağa Aykırı Düşünceler’deki “Eğitimci Olarak Schopenhauer” adlı denemesinde kabul etti. Doğrusunu isterseniz gençlik yıllarımda sorgulamalarımın yönünü değiştiren ve tam olarak anlaşılamadığını veya bazı konularda söylediklerinin çarpıtıldığını düşündüğüm Nietzsche´yi etkileyen bu düşünürü atlamış olmam benim açımdan üzücü idi.

1793´te ailesiyle birlikte Hamburg´a yerleşti. Ticaretle uğraşan babası yeni bir işyeri açtı.

Ailesinin ticari geçmişine, gelenekselliğiyle sadık kalan Arthur, babasının desteğiyle Hamburg’daki özel bir okula yazıldı. Burada öğrendikleriyle yetinemeyen Arthur, babasından kendisini alt yapısı daha iyi olan liseye kayıt ettirmesini rica etti. Babası ise kendisine Avrupa ülkelerinde genel bir eğitim seyahati yapmasını ve bu seyahat sonrasında karar vermesi gerektiğini söyleyerek daha iyi bir öneride bulundu. Genç Arthur bu öneriyi kabul etti. Hollanda, İngiltere , Fransa , İsveç , İsviçre, Prusya. Bir yıl sonra, 1804 Eylül’den Aralık ayına kadar babasının isteğiyle Danzig’de yine babasının bir arkadaşının şirketinde ticaret stajı yaptı. Annesi bu dönemde Arthur’la beraber kaldı. 1805’de Hamburg’a geri döndü ve staj eğitimine devam etti. Babası, açıklığa kavuşmayan bir nedenle 20 Nisan 1805’de geçirdiği kazada hayatını kaybedince annesi Johanna, kızkardeşi  Adele’yi de yanına alarak Weimer’a taşındı. Arthur, Schopenhauer Hamburg’da yalnız kaldı, artık kararlarını özgür olarak verebilecekti. Genç yaşta kendisinden 11 yaş büyük Karoline ile yaşadığı erotik kargaşa Arthur’u ruhsal anlamda şiddetli bunalıma soktu. Reşit olduğunda babasından kalan  mirastan payına düşeni aldı. Bunun için babasına ömür boyu minnettar kalacak ve sık sık dile getirecektir. Maddi anlamda bir sorunu kalmayınca Göttingen Üniversitesi’nde tıp öğrenimine başladı fakat hemen sonra lehine olacak bir karar ile felsefeye geçti. Bilime olan ilgisi süreklidir ve kütüphanesi bilimsel kitaplarla doludur. 18 Ekim 1813’te Jena Üniversitesi’nden felsefe doktorasını “Yeterli nedensellik cümlesinin dört kat kökü üzerine” adlı çalışmasıyla aldı ve ilk okuyucularından biri de Johann Wolfgang von Goethe oldu.

Goethe, daha önceden Arthur’un annesini Weimar’daki bir edebiyat salonundaki buluşmadan tanıyordu ve onun üzerinden de tanıştığı Arthur o zaman da dikkatini çekmişti. Goethe Schopenhauer’e hayranlık duyuyordu fakat Schopenhauer’in Newton’u karşısına alan söylemleri yüzünden aralarındaki sıcak ilişki bozuldu.

1814’te annesiyle birlikte Dresden’e gitti ve orada edebiyatçılarla görüşüp paylaşımlarda bulundu, şehrin zengin kütüphanesinden faydalandı.

1815 yılında kendi renk bilgisi üzerine yoğunlaşarak yazdığı  Bakmak ve Renkler Üzerine, 1816 yılında basılan kitabı aynı zamanda Goethe ile aralarında bir mektuplaşma olarak nitelendirilmiştir.

Schopenhauer’in en önemli eseri olan İstenç ve Tasarım Olarak Dünya kitabı 1819 yılı başında basıldı ve yayımlandı. Daha sonra Schopenhauer’in bu eserini oldukça genişlettiği varsayılmaktadır. Schopenhauer, 1819’da İtalya’ya yaptığı bir seyahatte Venedik, Roma, Napoli, Paestum, Milano şehirlerinde bir süre kaldı. Berlin Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmak üzere başvurdu ve 1820’de Berlin Üniversitesi’nde eğitmenlik yapmaya başladı. Bu zamanda Hegel ile olan meşhur kavgası baş gösterdi. Kısa zamanda üniversitedeki felsefeyi önemsememeye başladı. İflas eden bankasından talep ettiği ödeme 1821’de gerçekleşince üniversiteyi terk etti ve İtalya seyahatine kaldığı yerden devam etti. Uzun süren sağlık sorunları ve Berlin’deki, Bad Gastein ve Dresden’deki hastane tedavilerinden sonra 1825’te tekrar Berlin’e dönerek hiçbir büyük beklentisi olmaksızın yine eğitmen olarak çalışmak üzere üniversiteye başvuruda bulundu. Fikirleri kimseyi etkilemiyor ve henüz talep görmüyordu.

Kolera hastalığı salgını yüzünden  1831 kış mevsimini kaçtığı Frankfurt’ta geçirdi. 1832’ye kadar devam edecek olan Mannheim yerleşikliğinden sonra nihayet 1833’te hayatının geri kalan kısmını geçireceği Frankfurt’a yerleşti.

Frankfurt’ta kenara itilmiş bir “hiç kimse” idi. Kendi kendine ve nehir kenarında yürüyüşlere çıktığı köpeğiyle mimikler, el kol hareketleri yaparak konuşan, bunun yanı sıra yöresel şair Friedrich Stoltze ile rastlaşan biri olmak gibi.

Bu uzun suskunluktan sonra 1836’da günlük yaşayışı Tabiattaki İrade Üstüne, adlı eseriyle felsefe dünyasında tekrar varoldu. 1837’de Immanuel Kant’ın toplu yazılarına el attı ve Salt Akıl Anlayışının Eleştirisi, kitabının birinci oluşumunu destekledi. Babasının ölümünden sonra edebiyat çevresinden arkadaşlar edinen ve kendisi de bir yazar olan annesi öldü. Hastalık yıllarında babasıyla ilgilenmediğini düşündüğü annesine kırgın olduğu söylenir.

1851’de Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar  adlı kitabı kayda geçiyordu. Frankfurt’ta kaldığı süre boyunca kirada oturan  Schopenhauer  21 Eylül 1860 tarihinde Frankfurt’ta,  güzel manzaralı apartman dairesinde koltuğunda dışarıya bakarken öldü. 26 Eylül günü de Frankfurt şehir mezarlığında toprağa verildi. Schopenhauer, Platon’un ve Immanuel Kant’ın  etkisinde idealizmin teorisini kendince anladığı boyutunda temsil ederken, bu genel bakışı sübjektif idealizmin sınırlarından taşıramamış ve Hegel’in felsefesini de reddetmiştir. Hint felsefesinden etkilenmiştir ve Budist olduğu bilinir. Hayatı ile ilgili bu kısa açıklamalardan sonra yazdıklarından alıntılarla onun felsefesine değinmek isterim.

“Hayvanlarla beraber acı çekmek, kendisine güvenileceğine izin verdiğimiz karakterin yardımseverliğine bağlıdır. Kim hayvanlara karşı gaddar davranıyorsa, iyi bir insan olamaz.“

“Hayvanların haklarının olmadığı varsayımı ve onlara karşı muamelemizin hiçbir ahlaki öneminin olmadığı yanılgısı, Batı’nın kabalığının ve gaddarlığının son derece rezil bir örneğidir. Evrensel merhamet ahlakın tek güvencesidir.”

“Dünya, acılarla dolu bir feryat, sefalet vadisidir. Her şeyin bir şans olduğuysa illüzyondur. Bütün hazlarımız yalnızca negatif kalacak, durup dinlenmeden çaba harcayan istençlerimiz son olarak bir “hiçlikle” memnun edilecek. “Çünkü her şey, çabalarımız, bir yetersizlik kaynağından gelir ve memnuniyetsizliğimizle birlikte yetersiz bir gerekle çabasına kaldığı yerden devam edecektir ki, öyleyse acı olarak kalacaktır giderilmediği sürece.” Hiçbir memnuniyet de sürekli değildir, ondan çok daima yeni bir çabanın yeni başlangıç noktasıdır. Çabayı her yerde görüyoruz, defalarca yavaşlatılmış, engellenmiş ve savaşır vaziyette; yani sürdüğünce acı olarak ama çabanın son hedefi olarak değil. Öyleyse çaba acının son hedefi ve ölçütü değildir. İstencin, her şeyden önce her şeyi istemenin esası ihtiyaçtır, eksikliktir, yetersizliktir. Sonuç itibarıyla “acı”dır. Öyleyse yaşam, can sıkıntısı ile acının arasında sallanarak gidip gelendir.“

“Bütün yaşamsal birlikteliğin anlaşılırlığı istencin yaşama olan yatkınlığıdır, yalnız başına bu bizi bitirebilir; bütün istençlere kıyan, onu yok eden şey bizdeki nesnel görünümünü terk eden intiharımız değildir.“

“Başkasının mutlu olmasından rahatsızlık duyuyorsan, asla mutlu olamazsın.“

“Doğal dürtülerimiz kavranabilir karakterimizdir. Eylemlerimiz ise ampirik karakter. Üçüncüsü ise edinilmiş karakter ki değerli olan budur. Ancak hayatın içinde uğraşla kazanılır.“

„Neyi istediğini bilen ve neyi yapabildiğinin farkında olan insan olmak önemlidir. Bunun farkında olmayan insan ömrü boyunca oradan oraya savrulur ve boşa kürek çeker. Yeteneklerinin farkında olan kişi kendi doğasına uygun bir amaç tayin eder, o yolda dümdüz ilerler.“

Bu kadar  derin bir konuyu birkaç paragrafta irdelemek elbette olası değil ancak insanın yaşamı ve kendini anlama çabasına ömrünü adamış felsefecileri gündeme getirmenin önemli olduğu kanısındayım. Okumaya başladığım dönemlerde felsefenin ağırlığı altında ezilip hızla uzaklaşmış  olan ben, kendi sorularıma yanıt arayarak yaşarken yine felsefenin imdadıma yetiştiğini ve omuzlarıma tonlarca yük bindiren hayatın yükünü taşımama yardım ettiğini söyleyebilirim. Okudukça ruhu hafifleten yönünü  seviyorum. Bu vesile ile okuldaşım sevgili Ahmet İlhan´a benim yolumu Kafka, Kant ve Nietzsche ile kesiştirdiği için teşekkürü borç bilir, gençlik yıllarımın sorgulamalarına hız veren satırları da eklemek isterim.

“Ama ahlak, kendisinden eleştiren elleri ve işkence aletlerini uzak tutmak için sadece her türlü korku aracına hükmetmekle kalmaz. Onun güvencesi, kullanmasını çok iyi bildiği bir tür göz boyama sanatında yatar, nasıl coşturacağını bilir. Sık sık tek bir bakışla eleştirici iradeyi felç etmeyi, hatta kendi tarafına çekmeyi başarır. Onun kendine karşı tavır almasını başardığı durumlar da var. Bunun sonucunda irade, tıpkı bir akrep gibi kendini sokar. Ahlak başlangıçtan beri ikna etme sanatındaki bütün şeytanlıkları bilir. Bugün bile onun yardımına başvurmayan hiçbir konuşmacı yoktur.“(1)

Son sözüm gençler için olsun. Soru sormayı ve sorgulamayı asla bırakmayın. Binlerce yıl aynı sorular sorulmuş olsa da yanıtlar aynı olmak zorunda değil. Kendi  doğru yanıtlarınızı bulmaya çalışmanızı dilerim…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(1) Tan Kızıllığı/ Nietzsche/Çeviren Hüseyin Salihoğlu, Ümit Özdağ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir