1947 Nobel Edebiyat Ödülü’ne sahip  Fransız yazar Andre Gide’in “Chopin Üzerine Notlar” kitabına İdil Biret’in yazdığı önsözle sizleri başbaşa bırakıyoruz…

André Gide – Chopin Üzerine Notlar

İdil Biret’in Önsözü

André Gide’in Chopin Üzerine Notlar eseri edebi, olarak ve içeriği bakımından büyük önem taşımaktadır. Paris’te öğrenciyken bu kitabı ilk kez okuduğumda Gide’nin derin müzik bilgisinden ve piyanoyu böylesine yakın tanımasından çok etkilenmiştim. Edebiyat ile plastik ve sahne sanatları arasında yakın bağlar kurulabildiği halde başlı başına bir dil olan klasik müzik çoğu kez yazarlara yabancı gelmiştir. Jean- Jacques Rousseau, E.T.A. Hoffmann, F. Nietzsche Gibi yazar-kompozitörler, G. Bernard Shaw, Heinrich Heine gibi müzikle aktif olarak uğraşmış olan yazarlar var ise de bunlar tarihte sayıca pek azdır. Bu nedenle Gide’in Chopin üzerine bu kitapta ve güncesinde yazdıkları ve diğer vesilelerle söylediklerinin özel bir anlamı vardır. Müzik üzerine böylesine güzel bir üslupla yazılmış metinler çok enderdir ve bunu ancak Gide gibi edebiyat ve müzik dillerine derinlemesine nüfuz edebilen nadir kimseler yapabilmiştir.

Chopin’in eserlerinin icrası üzerine Gide’in görüşleri çok düşündürücü… Gerçekten, Gide’in dediği gibi, “Chopin, dünyada en fazla çalındığı halde en az anlaşılan” bestecidir. Örneğin, dar bir romantik çağ anlayışı içinde Chopin ve Liszt gibi taban tabana zıt iki bestecinin eserlerinin, kişilik ve yazı tarzlarındaki farklılıkları gözetilmeden, sadece aynı yüzyılın ve dönemin sanatçıları olduklarından çoğunlukla benzer şekilde icra edilmesi gerçekten büyük bir yanlış anlamaya yol açmıştır. Gide burada bazı esas müzikal sorunlara da ışık tutuyor. Örneğin, “Chopin’in karmaşık ve harmonik bakımdan çok zengin olan piyano yazısını,  tonalite değişiklerinin inceliğini duyabilip, duyurabilmek için zamana ihtiyaç vardır.  Chopin’in müziği fazla hıza gelemez” diyor ve üzerinde durulması, düşünülmesi gereken önemli birçok soruna, müziğin özüne inen konulara dikkatimizi çekiyor. Gide,  bazı piyanistlerin gösteriş uğruna gereğinden hızlı çalma eğilimini kınarken, açıklamalı olarak yazsaydı şöyle diyebilirdi:  “İcracı, seslendirdiği yapıttaki ani ton değişikliklerinin, kısa sürede uzak tonlara yapılan modülasyonlar gibi çetrefil noktaların dinleyici tarafından anlaşılıp içi sindirilmesi fırsatını verecek tempodan hızlı çalmamalı. Bu, Chopin yorumu için özellikle önemli bir husustur.

Bu arada bazı yadırganan bilecek fikirler de var  Chopin Üzerine Notlar kitabında: “Schumann bir ozandır, Chopin’se bir sanatçı”,  Chopin’de egemen olan sevinçtir;  bu sevinç Schumann’ın  biraz yüzeysel ve bayağı neşesine hiç benzemez” gibi. Şairlikle sanatkarlık arasında gördüğü farkı da Gide şöyle anlatır: “O besteciler (Bach’ı yine de bunlardan ayrı tutuyorum) bir heyecandan yola çıkıp daha sonra bu heyecanı dile getirmek için sözcükler arayan şairlere benzer. Oysa Chopin, tam tersine, sözcüklerden yola çıkan Paul Valéry’nin yaptığı gibi, mükemmel bir sanatçı olarak notalardan yola çıkar (aslında “doğaçlama” yaptığının söylenmesine yol açan bir unsur da budur); ama Valéry’den fazlası fazlası şudur: Görkemlilik düzeyine çıkarttığı bu çok basit veriyi,  hemen,  tam anlamıyla insani bir duygu ile doldurur.”

“Schumann’ın ve başka bestecilerin bir heyecan sonucu bunu en iyi ifade edecek notaları aramaları,  Chopin’in ise notalar vasıtasıyla bu heyecana vardığı”,  oldukça değişik bir düşünce tarzı ama bence pek ikna edici değil. Chopin’in birçok eserini o andaki ruh halinden esinlenerek yazdığı bilinir. Bir günce gibi bütün yaşamına yayılan mazurkaları buna örnektir. Schumann’ın eserleri de notalardan başlayıp insani duygulara varır ve bestecinin bu çalışma tekniğinde birkaç notalık ufak bir hücreden yararlanıp onu çoğaltmaya götürerek büyük bir eser yaratmak vardır. Burada acaba kim şairdir, kim sanatçı? Böyle bir sorunun cevabını bulmak çok güç ve belki gerekli de değil.

Chopin’in Op. 61 Polonez-Fantezi ve Op. 49 Büyük Fantezi eserlerini Gide pek sevmediğini söylüyor ve bunları büyük bir dinleyici kitleleri için yazılmış gösteriş parçaları olarak nitelendiriyor.  Gerçekte bunların aynı zamanda mazurkalarla birlikte Chopin’in kişiliği hakkında en fazla bilgi veren eserler olması ilginç. Cortot’un söylediğine göre Büyük Fantezi, George Sand ile Chopin arasındaki fırtınalı ilişkiyi dile getirir. Polonez – Fantezi de çok özgün bir form sunar. Sık sık arka planda işitilen Polonez ritmi fantezinin fazla fanteziye kaçmasını önler. Eser ilerledikçe Polonez ritmi zayıflar ve bu dansın belirgin ikili ritminden uzaklaşıp saplantılı bir şekilde üçlü ritme dönüşerek kaybolur. Polonez – Fantezi, kanımca, Chopin’in Leh köklerinden kopuşunu, bunu önlemek için verdiği çabayı, zamanla gerçek Leh hüviyetinden uzaklaşmasını ve bu sorunun kendisi için bir saplantı haline gelmesini açık şekilde anlatıyor gibi. Bu nedenle Polonez – Fantezi, Chopin’in anlaşılması zor, en ilginç yapıtlarından biridir. Chopin’in gençlik eserlerinden Op. 5 Rondo à la Mazur da Leh-Fransız ikilemesinden kaynaklanır. Bu Op. 5 ve Op. 61 eserleri arasındaki ilişki çok anlamlıdır. Chopin’in yaşamının başında ve sonuna doğru bestelediği bu iki eserde rondo ve fantezi formlarının belkemiğini mazurka ve polonez gibi tipik leh dansları teşkil eder.

Gide üzerine 1951 yılında, ölümünden 1 ay önce çekilmiş belgesel filmin sonunda yazarın, genç bir piyanist hanıma verdiği piyano dersi gösterilir. Gide  burada söze, “Hayatım boyunca hiç kimseyle ve hiçbir yazar ve kompozitörle geçirmediğim kadar uzun zamanı Chopin’le geçirdim,” diye başlar.  Sonra, 1. Sherzo’nun son derece ilginç ayrıntılarına piyanistin dikkatini çeker. Bu arada eserin bütünlüğü ve ürkütücü karakteri üzerinde durur. Bazen söylediklerinin daha iyi anlaşılması için kendisi de çalar. Buralarda, piyanoda elde ettiği tınının kalitesi olağanüstüdür. Bu dersin bir ilginç bir yanı, Nadia Boulanger’nin bana verdiği dersleri anımsatması.  Gide’in ders veriş tarzı; o nefis, artık ne yazık ki yok olan güzel Fransızca konuşma sanatıyla müziği anlatması; hep daha derine, daha katıksızsızlığa doğru yönelişi ve bunun cabası… Dersin bitimine doğru genç piyanistin çalışı belirli biçimde iyileşir ve Gide ona, “Sizinle uzun çalışırsak bir sonuca belki varabiliriz,” der. Bu ders sırasında Gide XIX. asrın büyük piyanistlerine de değinir, Paderewski’nin olağanüstü Chopin yorumlarından söz eder ve 12 yaşındayken (1892) Paris’te Rubinstein’ın konserlerini dinlediğini anlatır –  o Rubinstein’ın (Anton) bugünkü (Arthur) olmadığını da iğneli biçimde ilave eder.

Hocam Nadia Boulanger evinin bekleme odasına iki büyük yazarın fotoğraflarını koymuştu. Bunların biri Paul Valéry’nin, diğeri de André Gide’inkiydi. Gide güncesinde Nadia Boulanger’nin Chopin prelüdleri icrası konusunda yazdıklarıyla hemfikir olmasına ne kadar memnun olduğunu anlatıyor. Gide, belgesel filmde de belirtildiği gibi, yaşamı boyunca Chopin üzerinde çok çalışmış, düşünmüş. Bu kitabında yazdıklarını çok taraflı bir deha olan Chopin’in bir yönüne teksif ediyor ve bunu büyük bir  derinlikle anlatıyor.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir