Anlamayı Öğretmek

Danny De Vito, en sevdiğim sinema oyuncularından biridir. 1993 yılında oynadığı ‘Rönesans Adamı’ adlı filmde, askeri kışlada ders veren bir öğretmeni canlandırmıştı. Bizde TV’de başka bir isim altında gösterilmiş, ben de izlemiştim.

İçinde farklı birkaç şey geçen bir filmi herkes kendi ilgisine göre yorumlar. Ben de filmi kendime göre yorumladım. Size konusunu anlatayım. Hayatını reklamcılıkla kazanan fakat işsiz kalan ve paraya sıkışan bir adam, iş bulma kurumundan kendisine sunulan işi kabul etmek zorunda kalır. İşi, bir kışlada, anlama zorluğu çeken seçilmiş sekiz acemi askere anlamayı öğretmektir.

Öğretmenlik deneyimi yoktur. Çaresizce ne yapacağını düşünürken birdenbire -ya da acemi askerlerle yaptığı konuşmaların gelişmesi sonucu- edebiyat sanatının, Shakespeare’in ve onun oyunu Hamlet’in işe yarayabileceğini fark eder ve kolları sıvar.

Oyunda geçen benzetmeleri, eğretilemeleri ve tezatlıkları kullanır. Aslında dikkat edilecek olursa Hamlet oyununun kendisi, askerlerin ilgisini çekebilecek bir konudur. Oyun içinde oyun… Hamlet Danimarka’da öğrenci olarak yaşarken amcası, kral babasını tarafından öldürdüğü gibi –kral olmak için- annesi ile de evlenmiştir.

Fakat oyunda kullanılan dil 400 yıl öncesinin İngilizcesi olduğu gibi, benzetmeler (simile), eğretilemeler (mecaz, metafor), tezatlıklar (oxymoron), Shakespeare’in aklı ve oyunun şiir dili, oyunu anlamayı zorlaştırmaktadır. Hamlet’in annesi, şurada ne demek istedi? Neden işi kolay biçimde değil de karıştırarak anlatıyor? Bu bilmeceleri çözmenin verdiği zevk nedir?

Benzetme (simile):

İki farklı şey vardır. Onlar aynı değildir ama benzerler.

Benzetmelere filmde geçen bir örnek: “Güzel kıza … gibi gidiyorsun.” Boşluğu doldurun. “Kaşıntısı olan bir horoz gibi…”

Eğretileme (mecaz, metafor):

Bir şeyin anlamını artırabilmek için başka bir şeyle açıklamak.

Eğretilemelere filmde geçen bir örnek: “Bütün erkekler …” boşluğu doldurun… “Köpektir.”

Tezatlık (oxymoron):

Birbirine anlam olarak zıt olan iki şeyi bir araya getirmek.

Tezatlıklara filmde geçen örnekler: Tatlı hüzün, akıllı sporcu, askeri akıl, karanlık zafer.

Hiç eğitim almamış, ama içlerinde yeteneği olan acemi askerler, farkında olmadan öğrendiklerini gerçek hayatla karşılaştırmaya başlarlar. Bu arada biz onları izlerken askerlerin özel yaşamlarına da giriyoruz. Oraya gelene kadar nerelerden geçmişler eve başlarına neler gelmiş. Her yaşam, bir öykü olacak kadar zengin ve hüzünlü…

Kışlada bu kişilere DD deniyordu. Anlamını Türkçeye uygularsak çifte kavrulmuş aptal, aptal köpek pisliği gibi bir şeydi. Bu yalnızca iki saatlik bir filmdi. Olayların çabuk gelişmesi gerekiyordu. Filmin başlangıcında birbirlerine salakça, kaba şakalar yapan ve pek bireysel düşünen adamlar, filmin sonunda üniversite eğitimi görmüş insanlar gibi –benzetmemi beğenmeyebilirsiniz ama yüzde hesabına vurduğumuzda bir fark olduğunu biliriz- aklı başında şeyler söylemeye başladılar. Eğitim farkıydı bu.

Böyle bir şey mümkün mü? Felsefe de, anlamayı öğrettiği iddiasındadır. Anlamak öğrenilebilir mi? Peki, neden insanları okumaya, kitap karıştırmaya yönlendiriyoruz? Fiziksel olarak eğitim görmüş ve görmemiş iki insanın beyinlerinde bir farklılık var mıdır? Okumuş insanın beyninin korteks bölümü daha mı kıvrımlıdır?

Ama bunun tersi iddia da var. Ömer Seyfettin’in bir anısından öğrendim. Olay şöyle: Ömer Seyfettin Kabataş Lisesi’nde öğretmendir. Zaman, 1. Dünya Savaşı zamanıdır, süpürge otu tohumundan ekmek yapıldığı zamanlar. Ömer Seyfettin, öğretmenler odasında öğretmenlerle konuşurken ‘olaylar hakkında doğru değerlendirme yapmanın eğitimle ilgisi olmadığını’ iddia eder. Öğretmenler kabul etmez. Bunun üzerine öğretmenlere bir oyun yapmayı düşünür.

O sıralar çay için şeker de bulunmamaktadır. Tatlandırıcı olarak üzüm suyu kullanılmaktadır. Konuşmadan birkaç gün sonra öğretmenlere der ki: “Müjdemi isterim! İran bize şeker gönderiyormuş.” Öğretmenler hemen çok sevinirler. “Oh, artık üzüm suyundan kurtuluyoruz,” filan diyenler olur. O sırada okulun müstahdemi odaya girer. Ömer Seyfettin aynı şeyi ona a söyler. “İran bize şeker gönderiyormuş.” Müstahdem, durur, bakar ve “Hıh! Adamlar şekeri buldu da fazlasını bize gönderiyor öyle mi?” der. Ömer Seyfettin ellerini kaldırıp zeybek oynarken öğretmenlere dönüp, “Gördünüz mü?” der. “Bir olayı doğru değerlendirmek için okumuş olmak gerekmiyor. Benim yalandan haber uydurduğumu siz anlamadınız, bizim müstahdem anladı.”

Filme dönecek olursak, askerlerin arasında Hobbs isimli bir karakter var. Shakespeare’in oyunu konuşulurken o zamana kadar hiç Shakespeare okumadığı halde oyun ve Hamlet hakkında çok doğru bir değerlendirme yapar. “Hamlet aptalı oynuyordu. Çünkü herkesin gözü onun üzerindeydi. Hâlbuki o, bu şekilde davranarak sonraki hamlesini yapmak üzere düşünüyor ve zaman kazanıyordu.”

Hobbs’un daha sonra kimliğini değiştirerek askerliğe giren bir uyuşturucu satıcısı olduğu anlaşıldı. Yani aslında o bir DD değildi. Eğitim görmemiş olsa da, içinde doğru değerlendirme yeteneği vardı.

Buradan bir başka sonuca daha varabiliriz. İnsan genellikle birçok beceriyi gösterebilecek yeteneğe sahiptir. Ama eğitim olmadan kalırsa yeteneği saklı olarak kalır, ortaya çıkmaz. Evet, böylesi de var.

“Başarı, yüzde 20 yetenek, yüzde 80 eğitim ve çalışmadır,” demiş biri. Bu daha çok el becerisine yönelik bir söz. Bir müzik enstrümanı çalmak böyle değerlendirilebilir. Bunun yanında fabrikada seri üretim yapan işçiler, aynı şeyi tekrar tekrar yaptıkları için bir zaman sonra artık o işi gözü kapalı yapar hale gelirler.

Yukarıda film hakkında birkaç kopya verdim. Ama hepsini anlatmadım, merak edesiniz diye. Diyorlar ki Danny De Vito, senaryo yazarlarına, parayla kendine uyacak senaryolar yazdırırmış. Bu da onlardan biri olabilir. Ancak göründüğü kadarıyla senaristler işlerini çok iyi yapıyor. Filmde bir zamanlar bizimkilerin de sıkça yaptığı filmde reklam yapmak var. Birkaç yerinde fark ettim. Bu iyi değil ama üzerinde çok durmadım.

Filmde askerlere ait bir eleştiri de var. Filmin sonuna biraz hamaset var. ABD askerlerinin ve ABD’nin propagandası olabilir deniyor. Bu da olası ama bunun da üzerinde durmuyorum. Bizimkine benzer gerçek bir olay da vardı. Kıbrıs Savaşından hemen sonra topçu sınıfında askerliğini yapan bir yakınımızın anlattığıyla çok benziyordu.

Top atışına koordinat veren bir subay vardır. Bunlar iyi koordinat verebilmek için zorunlu olarak tek başlarına cephenin ötesine gitmek zorundadırlar. Filmde Davis isimli askerin babası, böyle bir görevi yaparken kendini feda ederek ölüyor. Bizde ise Kıbrıs savaşında aynı şekilde cephenin ilerisine giden bir koordinat subayı birden çok yakınında düşman varlığı tespit ediyor, koordinat olarak yerini bildiriyor ve topçulara “üzerime yağdır” diyor. Bombardımanda kendisi de ölüyor. Bizim yakınımız asker iken derste bir topçu subayı öğretmen, bu olayı ağlayarak birkaç kez anlatmış.

Filmin bir mesajı daha var. Filme adını veren Rönesans Adamı, 1600 yıllarında yaşayan Leon Batista Alberti, ünlü Leonardo Da Vinci gibi birçok konu ile ilgilenmiş, başarılı olmuş. Benim de okuyucuya söyleyeceğim, bir konuda iyi olun, bir mesleğiniz olsun ama orada durmayın. Çevrenize bakın ve kendinizi geliştirmeye çalışın. Çünkü genellikle size kimse bir şey öğretmeyecek. Hem de şu var, bir de bakarsınız ki yeni merak sardığınız konuda işinizden daha iyisiniz.

Sorumuz karanlıkta kalmayı sürdürüyor: Anlamak öğretilebilir mi? Film öğretilebilir diyor. Bence de herkese değilse de birçok kimseye öğretilebilir. Keşke bu konuda fikir belirtecek başka kişiler olsaydı.

Mehmet Sinan Gür

19.Eylül.2020

1 thoughts on “Anlamayı Öğretmek /Mehmet Sinan Gür

  1. Elif Şahin dedi ki:

    Güzel değerlendirme…
    Karşımızdaki kişi öğrenmeye açık ise öğreten de yeterli beceriye sahipse anlamak öğretilebilir…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir