44 İNTİZAM

“43 İkdam ile 44 İntizam geldikleri zaman, Boğaziçililer, evvela her çift ve eş gemide olduğu gibi, hangisinin biraz daha süratli olduğunu anlamaya çalıştı. Bu vapurlar Boğaz’da doğru posta yaparken birbirlerine rast gelip de birkaç defa yarıştıktan sonra, 44’ün 43’ü geçtiği görüldü. Beni 44’e aşık eden hem bu sürati hem de direklerinin tepesindeki okları idi. Bu oklar o tarihte Şirket-i Hayriye’nin hiçbir vapurunda yoktu; yalnız 44’de vardı. 44’ün sesi de davudi bir erkek sesi idi. O meşhur Carmen operasındaki toreador gibi bir bariton idi. Kalın sesinde hem vakar, hem de kudret ifade eden azametli bir ahenk vardı.
38 Şükran, mevcut vapurların hepsini geçiyordu. Ama artık sevgili 44’ümün 38’i geçerek şampiyon olmasını istiyordum. Şirket-i Hayriye, sanki şampiyonun mağlup olmasını istemiyormuş gibi, 38’i tamire sokup yarışa hazırlamıştı. O zaman akşamüzerleri Köprü’den hareket ederek Rumelihisarı ve Kandilliye giden doğru postalar vardı. Bunların birini 38 Şükran’a, diğerini 44 İntizam’a vermişlerdi. İki vapur akşamüstü hıncahınç dolu olduğu halde, yarışarak postalarını yaparlardı. Bir akşam mektepten çıkınca 44’e bindim. Her iki vapur daha Köprü’de mütemadiyen fayrap ederek azami istim tutmuşlardı. Birbiri peşinden kalktılar. O zaman limanı gayet muntazam surette dolduran vapurlar, yelkenliler, mavnalar arasından yarım yolla geçerek Salıpazarı önlerine geldik. Orada, şimdi ismini unuttuğum, harap ve perişan bir gambot yatardı. Sözde limanda karakol hizmetini gören bu berbat tekneyi geçince Boğaz’a çıkan Şirket-i Hayriye vapurları tam yolla seyre başlarlardı.
O gün 44 önde idi. 38 çapariz veren bir iki mavna yüzünden biraz geri kalmıştı. 44’ün kaptanı, 38 kendi vapuru ile bir hizaya gelmeden yarışmak istemiyordu. Fındıklı ile Kabataş arasında yatan Utarit gambot-u hümayununu bordalayıncaya kadar 38’in yaklaşmasını bekledi. Davlumbazlar bir hizaya gelince makinaya kumanda eden telgrafın sesini duyduk. Ful Spid, tam yol! Yarış başlamıştı. Vapurların ikisinin de bacalarından simsiyah dumanlar boğula boğula fırlıyor, ikisinin de kırmızı çarkları gittikçe koyulaşan denizi acele acele dövüyordu.
38 arkadan tam yolla geldiği için daha tamamiyle hızlanamayan 44’ü ilk hamlede geçmeye başlamıştı. O vapurdakiler, yarışta adet olduğu üzere, çıkılacak yerlerde durmuş, bize çıma sallamaya başlamışlardı. Bunun manası “sizi geçiyoruz, yedeğe alalım!” demekti.
Hemen baş tarafa doğru koştum. Oradan aşağıya ateşçiye bağırdım:
“Aman fayrap! Bizi geçiyor!”
Ateşçi ile kömürcü kan ter içinde uğraşıyorlardı. İkisi de yarı çıplak bir halde, terden sırılsıklam olmuş, açık ocak kapaklarından akseden kızıl ışıklarla canlı ve ıslak birer tunç heykel gibi çalışıyorlardı.
Mektep arkadaşım Salih yanıma geldi. Elinde saat acele acele:
“Adedi devir artıyor. Merak etme geçeceğiz.”
Sanki bu işi benim ateşçiye hitaben yükselen Fayrap fayrap! Feryadım yapmış gibi gurur ve iftiharla davlumbazın yanına koştum. Oradan 38 görünüyordu. Onu geçip geçemediğimizi anlamak için gözümün birini kapadım, parmağımda kerteriz ederek tarassuda başladım. Salih yine makinanın devir adedini saymaya gitmişti.
Bir müddet iki vapur aynı hizada gittiler. Sonra yavaş yavaş parmağımın öte tarafında 38’in bacasının geri kalmaya başladığını gördüm. Biz geçiyorduk. Hemen kazanın başına fırladım:
“Geçiyoruz, Fayrap!”
Zavallı adam ne lazımsa yapmıştı. Şimdi attığı kömürlerin rahat rahat yanmasını ve daha fazla istim kaldırmasını beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Hem biraz nefes almak, hem de 38’e şöyle bir bakmak için yukarı çıktı. Biz, yarış meraklıları, boynuna kirli bir bez sarmış olan, bu ıslak, yağlı, yarı siyah adama hayret ve takdirle bakıyordu. Bu terli insan bizim için adeta bir ilah olmuştu.
“Merak etmeyin, geçemez bizi” dedi.
44’ün makinaları ismine yakışan bir intizamla uğuldayarak dönüyordu.
Baş tarafa koştuk, küpeşteye dayandık. 44’ün baş tarafı suları bıçakla keser gibi yarıyor, gemi 16 mil süratle ilerliyordu. 38 Şükran’ın bacasından kıvılcımlar çıkarmakta olmasına rağmen yavaş yavaş geri kaldığını görüyorduk. 44 şampiyonu geçerek şampiyon olmuştu. Şimdi 44’ten 38’e çıma sallıyorlardı. Baktık, ateşçi yine güverteye çıkmış, ıslak kara yüzünde muzaffer bir tebessüm, 38’in gerileyişini seyrediyordu. Elimde mektepten çıktığım zaman Beyoğlu’ndan aldığım bir kutu şekeri sevgili 44’ümü muzaffer eden bu adama uzattım.
“Al, bu şekeri ye!” dedim. “Sakın 44’ü geçirme!” ”
Abidin Daver (1896-1958)

Şirket-i Hayriye kitabından

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir