ALAGEYİK TUTKUSU

 

 

                                                                                                                                         Aladağ’ın canlarına cananlarına

 

Alageyik tutkusuyla bir araya gelen Aladağ’ın Maral’larının evcilik oynayan bebeleri onlar.

 

Sarışının elinde fincan; sandalyede oturan esmer güzeline çay vermekte,  kumralı; sepetteki bez bebeğinin giysilerini mavişe göstermekte, kahve gözlüm; hadi gel küsme demekte, küsüp, duvarın dibine çömelen kara gözlüme…

 

Alageyiklerin kalmadığı Aladağ’da, “Masum!” avcının üç katlı binasında, evcilik oynayan Maral’ların o güzel gülüşleri dağlarda yankılanmakta.

 

Üst kattaki Maral’lar oynaya dursun;

 

Yemekhanede on bir Maral orayı temizlemek kap kacağı yıkamakla görevli bu gece. Aladağ’da sular yine kesik.  On bir Maral on bir kovayla bahçeye çıkarlar, Tulumbadan, on bir kovaya, titreyerek su doldurup yemekhaneye dönerler.

 

Üşümüşlerdir!

 

Aladağ’ın geceleri ayaz olur, annelerinin koynunda da değiller.

 

Annelerinin koyunları ısıtmıyor onları,

 

Üşümeleri ondandır!

 

On bir Maral, on bir kova suyla, ortalığı ak pak ederler. Kovalardaki sular bitmiş, gecenin ayazı iyice çökmüş, ortalık zifiri karanlık olmuştur. On bir kovayla dışarı tekrar çıkıp on bir kovayı doldurmak zaman alacaktır. Sabah ola hayır ola deyip on bir kovayı; dış kapının, iç kısmına koyarlar, doldurmak üzere.

 

Nasıl doldursunlar; on bir kovayı gecenin bu ayazında?

 

Üstelik daha ders çalışacaklar yarın okulda sınavları var.  Bizimkilerin tutkusu alageyik tutkusu değil,  okumak, okumak; okuyup doktor, öğretmen, hemşire olmak…

 

Bu tutku değil mi onları bu yurda getiren?

 

Annelerinin, babaların yanında olmak varken!

 

Aladağ’ın kızları;  fakir köylerin fakir çocukları,  köylerinde ne okul var ne de yol, gelmeyip de ne yapsın Maral’lar?

 

Neyse;

 

Küçücük elleri temizlik esnasında soğuk sudan moraran on bir Maral; ders çalışmak için en üst kata çıkarlar. Diğer kızların da sesleri kesilmiş dersleri bitmiş.

 

Arkadaşları odalarına giderken on bir Maral kitaplarını, defterlerini çıkardılar çantalarından, etüt odasında ders çalışmaya koyuldular.

 

Çok mu geçti, az mı geçti bilinmez; birden yanık kokusunu duyarlar, alevler sarmıştır yurdun her bir yanını.  Çığlıklar, siren sesleri, yanan tahtaların uğultuları, alevin kavuran sıcağı Aladağ’ın; ayazını bastırmış, zifiri karanlığı delen alevli dumanlar bulutlara doğru yükselmektedir.

 

On bir kız, ellerinde de on bir kurşun kalem; bir o yana bir bu yana, etüt odasına sıkışmış koşturup duruyorlar.

 

Ezan sesini duyarlar;  ezan sesi içeri girsin diye pencerenin yanına koşarlar, koştular ama nafile, açılamadı pencere.

 

Birden akıllarına gelir; dış kapının iç kapısında bıraktıkları on bir kova…

 

On bir Maral, on bir adımda; göğe yükselen alevlerin arasından merdivenlerden inip dış kapının, iç kapısındaki on bir kovayı alırlar. Su dolduracaklar, arkadaşlarını kurtaracaklar!

 

Dış kapı açılmayınca; on bir kovayla, on bir Maral yanan merdivenlerden; on bir adımla, yukarıya dama çıkarlar…

 

Su bulutları arasından sıyrılıp gelen; alageyik boynuzundan yapılmış boru sesini,  dağlardan gelen rüzgârın esintisiyle de annelerinin kokusunu duyarlar.

 

Ana kokusu duyan Maral’lar; su bulutlarına doğru koşuyorlar; on bir kurşun kalem, on bir kova ellerinde.

 

8.02.2017/07.51

 

                                                      

                                                                                 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir