AHMET ÜMİT: GÖZ KAMAŞTIRAN BİR BAŞARI HİKÂYESİ

Ahmet Ümit içimizden biri. Alçakgönüllü ve sevimli bir kişiliğe sahip. Hikâye anlatma tutkusunun ve yeteneğinin terzi olan annesinin çıraklarına anlattığı hikâyeler ile beslendiğini içtenlikle ifade eden samimi bir insan.

Ahmet Ümit’in romanları olay akışına dayalıdır. Öyle derin edebiyat eseri olma iddiasında değildir. Dil yalın, anlatım akıcıdır ve merak uyandırır. Romandaki karakterlerin derin iç analizleri yapılmaz, polisiye türüdür ama okuru sarar, sarmalar, içine alır ve bazen tatlı tatlı bilgi de verir. Son yıllarda yayınlanan kitapları ile tarihî roman türüne iyice yakınlaşmıştır. Özellikle Elveda Güzel Vatanım romanının polisiye türü ile ilişkisi yok denecek kadar azdır. Bence bu romanı doğrudan tarihî roman kategorisinde değerlendirmek gerekir.

Yazarın birkaç yıldır üzerinde çalıştığı, benim de merakla beklediğim Bergama ve Berlin romanının da okurunu tarihî bir atmosferle buluşturması bekleniyor.

İlki, şiir kitabı olmak üzere yayınlanmış yirmi yedi kitabı olan Ahmet Ümit’in romanları aralarında Korece ve Çince’nin de olduğu kırk farklı dile çevrilmiş, altmış ülkede yedi milyon kişiye ulaşmıştır. Başta Yunanistan ve Bulgaristan olmak üzere Balkan coğrafyasında, İran’dan başlayarak İslam coğrafyasında ve Arap ülkelerinde hatta Meksika’da bile yayınlanmış, kısa sürede çok satanlar listelerine yerleşmiştir.

Bab-ı Esrar adlı romanın Urduca ’ya çevrilmesine yazarın kendisi bile şaşırmıştır.  Ahmet Ümit romanları bilemediğimiz bir nedenle İngilizce konuşulan ülkelerde henüz fazla tanınmamaktadır.

2017 Nisanında Okan Üniversitesi’nde düzenlenen “Dünya Dillerine Ahmet Ümit’i Çevirmek” konulu sempozyumda Ahmet Ümit’in romanlarını kendi dillerine çevren on bir çevirmen ve yazarımız çeviri edebiyat konusundaki görüşlerini paylaşmış ve katılımcıların sorularını yanıtlamıştı.  Bu etkinlik ülkemizde ilk kez karşılaştığımız farklı ve özgün bir buluşma olarak yazın tarihimizde özel bir yer edinmiştir. https://indigodergisi.com/2017/04/ahmet-umit-romanlari/

Yazarımız bir turizm firması ile işbirliği yaparak, 2010-2019 tarihleri arasında romanlarında geçen mekânları kapsayan Beyoğlu, Sultanahmet ve Topkapı – Fetih turu gezileri düzenlemiş, Ahmet Ümit güzergâhını belirlediği ve rehberliğin üstlendiği bu gezilerde Beyoğlu’nun Güzel Abisi, İstanbul Hatırası ve Sultanı Öldürmek romanlarına konu olan mekânları ve roman kahramanlarının İstanbul’unu katılımcılara tanıtmıştır.

https://www.sehrinistanbul.com.tr/blog/icerik/ahmet-umit-le-istanbul-hatirasi-turu

İstanbul gezilerine ayıracak zamanı ve enerjiyi bulan Ahmet Ümit’i alkışlamak gerektiğini düşünüyorum. Bu gezilere katılanları kıskandığımı da itiraf ediyorum.

Ahmet Ümit’in ilk kitabı Sokağın Zulası 1989’da üyesi olduğu siyasi parti TKP’nin yayınevi tarafından iki bin adet olarak basılmış. Daha çok eş dost, arkadaşlarının satın aldığı bu şiir kitabının tükenmesi yılları bulmuş.

1992’de ilk öykü kitabı Çıplak Ayaklıydı Gece sadece iki bin adet basılmış ve tamamı üç yılda ancak satılabilmiş, diğer yandan bu kitap aynı yıl, Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülünü almıştır.  Bu kitabın Ahmet Ümit’i yazın dünyasına tanıtan ilk eser olduğunu söyleyebiliriz.

Bu ilk öykü kitabını 1994’te yayınlanan Bir Ses Böler Geceyi, 1999’da basılan Agatha’nın Anahtarı, 2002’de okurla buluşan Şeytan Ayrıntıda Gizlidir adlı polisiye tarzındaki öykü kitapları izledi.

Yazarımız bir söyleşisinde, Şeytan Ayrıntıda Gizlidir adlı kitabındaki polisiye hikâyelerin kendisi için bir tür atölye görevi gördüğünü, ustalık yarattığını ve yazarlığını geliştirdiğini, bu hikâyedeki olayları üçüncü sayfa haberlerinden yararlanarak yazdığını, belirtmiştir.

Ahmet Ümit,  1995’te hem çocuklara hem de büyüklere yönelik Masal Masal İçinde, 2008’de yayımlanan Olmayan Ülke kitapları ile farklı bir tarz deneyerek masal dünyasının kapısını da aralamıştır. Annesinden dinlediği masalları düzenleyip yazdığı Masal Masal İçinde, çeşitli özel ilköğretim okulunda ve özel kolejlerde ders kitabı olarak okutuldu ve hatta Korece’ye çevrildi.

1996’da yazdığı ilk roman Sis ve Gece, polisiye edebiyatta bir başyapıt olarak değerlendirildi. Yazar bu romanı ile hayatında ilk kez, ikinci baskı yapmanın mutluluğunu yaşadı. Sis ve Gece’den önce yayınlanan hiçbir kitabı ikinci baskıya ulaşmamıştı. Geniş yankı uyandıran Sis ve Gece, Yunanistan’da yayımlanarak yabancı dile çevrilen “Türk polisiye yapıt” unvanını kazandı.

Yazarın Moskova’da bulunduğu bir yıllık dönemden izler taşıyan yarı otobiyografik romanı olan Kar Kokusu okurla 1998’de buluştu.

Ahmet Ümit, asıl çıkışını 2000’de yayınlanan Patasana adlı romanı ile yapmıştır.  Bir yılda sekiz baskı yapan kitap, on altı bin adet satmıştır.

2002’de yayınlanan Kukla adlı romanı, 2003’te basılan Beyoğlu Rapsodisi 2004’te yayınlanan Aşk Köpekliktir ve 2006’da ise Ninatta’nın Bileziği adlı kitaplar izledi.

Yazarımız 2006’da yayınlanan Kavim adlı romanı ile ilk kez otuz bin satış rakamına ulaşmış,  hemen ardından 2007’de İnsan Ruhunun Haritası adlı deneme kitabı yayınlanmıştır.

Ahmet Ümit’in 2008’de okurla buluşan ve Şems-i Tebrizi cinayetini konu edin Bab-ı Esrar adlı eseri edebiyatta önemli bir çıta olan yüz bin sınırını aşan ilk romanı oldu.

Bu büyük başarının ardından gelen İstanbul Hatırası 2010’da yayınlandı ve Yunanistan’da da uzun süre çok satanlar listesinde yer aldı.

2012’de yayınlanan Sultanı Öldürmek,  bir yıl içinde yüz yetmiş binlik satış rakamına ulaştı ve Dünya Kitap tarafından “2012 Yılı En İyi Telif Kitabı” seçildi.

Yazarın çok sevilen romanı Beyoğlu’nun En Güzel Abisi ise 2013’de yayınlandı.

Her üç romanı da yayınlandıkları yıldan sonra da basılmaya devam etti ve kısa sürede üç yüz binlik satış rakamlarına ulaştı.

2015 yılında yayınlanan Elveda Vatanım ise daha ilk haftada üç yüz bin satarak herkesi şaşırtmıştı.

Çocuk istismarını anlatan Kırlangıç Çığlığı, 2018’de yayınlandı ve büyük başarı kazandı.

2019 sonbaharında ise üç öyküden oluşan Aşkımız Eski Bir Roman adlı kitabı son yayıncısı olan Yapı Kredi Kültür Yayınları’ndan çıktı.

Bu romanlara ek olarak;  Ahmet Ümit’in, İsmail Gülgeç’le birlikte hazırladığı Başkomser Nevzat-Çiçekçinin Ölümü ve Başkomser Nevzat-Tapınak Fahişeleri ile “Aptülika” (Abdülkadir Elçioğlu) ile birlikte hazırladığı Başkomser Nevzat-Davulcu Davut’u Kim Öldürdü? ve Bartu Bölükbaşı ile birlikte hazırladığı Elveda Güzel Vatanım-İttihatçıların Yükselişi adlı çizgi romanları bulunmaktadır.

Ben izlemedim ama Ahmet Ümit’in polisiye öykülerinden yola çıkılarak Uğur Yücel tarafından Karanlıkta Koşanlar ve Cevdet Mercan tarafından Şeytan Ayrıntıda Gizlidir dizilerinin yapıldığını biliyoruz.

Sis ve Gece adlı romanı 2007 yılında Turgut Yasalar tarafından, Bir Ses Böler Geceyi ise Ersan Arseven tarafından sinemaya uyarlandı.

Şeytan Ayrıntıda Gizlidir, Agatha’nın Anahtarı, İstanbul Hatırası, Kavim ve Kırlangıç Çığlığı kitapları radyo tiyatrosu formatına uyarlanarak NTV Radyo’da yayımlandı.

Aşk Köpekliktir tiyatro olarak sahnelendi.

Ninatta’nın Bileziği ise opera olarak seyirciyle buluştu.

Senaryosunu Ahmet Ümit’in yazdığı, yönetmenliğini uzun yıllardır birçok belgesel hazırlamış olan Cengiz Özkarabekir’in üstlendiği Merhaba Güzel Vatanım filmi ise beklenen ilgiyi görmedi.

Bir drama belgeseli olan Merhaba Güzel Vatanım, yolu Moskova’dan geçen dünya şairi Nâzım Hikmet’in hayatı ile onu örnek almış ve tıpkı onun gibi hayatının bir dönemini (yaklaşık bir yıl)  Moskova’da geçirmiş Ahmet Ümit’in hikâyesini anlatır. İzleyicilerin önemli bir kısmı Ahmet Ümit’in filmde kendini Nâzım ile aynı düzeyde göstermesine bozulduğu hatta üzüldüğü bilinmektedir.

Bir seyircinin filmle ilgili yorumunu paylaşıyorum: “Film tam bir absürtlük örneği. Sorarım size, Nâzım Hikmet ile Ahmet Ümit’in Moskova’ya gitmekten başka ortak noktaları nedir? Nâzım Hikmet mevcut düzenle sonuna kadar mücadele etmiş ve bu mücadele uğruna yıllarca hapis yatmış, türlü bedeller ödemiş bir komünist, dünyaca ünlü bir şairdir. Ahmet Ümit’in ise sistemle bir problemi yoktur, hatta o sistemin nimetlerinden de bir güzel faydalanmaktadır. Herkes Nâzım’dan kendi Nazım’ını yaratarak kendine şairin efsanesinden pay biçmenin derdinde. Fakat tek bir “ Nâzım” vardır arkadaşlar. Nâzım Hikmet sapına kadar bir komünisttir ve bu çok açıktır. Basit bir demokrattan öteye gidemeyecek bir yazarın Nâzım Hikmet’le ilgili film yapıp içine kendini eklemesi, yazarın yaşarken efsaneleşmesi adına yapılmış narsist bir harekettir. Muhtemelen Ahmet Ümit, izlediği “Müslüm” ya da “Bohemian Rapsody” filmlerinden fazlaca etkilenmiş de aklına şöyle bir fikir düşmüş: ‘Keşke filmimi çekseler de ben de böyle ölümsüzlük mertebesine erişsem. Yalnız benim hayatım tek başına tutmaz. Bir de Nâzım’ı ekleyelim!’  Ahmet Ümit, sen başarılı bir yazar olabilirsin ya da belki iyi bir devrimcisindir ama bırak da bunu başkaları söylesin. Nâzım Hikmet’in hayatını senin hayatınla karışık görmek istediğimizi nerden çıkardın?”

 Söz konusu film hakkında Diken’de yayınlanan Merhaba Güzel Vatanım ve Hayal Kırıklığım başlıklı yorum yazısına da bir göz atmanızı önermek isterim:

http://www.diken.com.tr/merhaba-guzel-vatanim-ve-hayal-kirikligim/

Merhaba Güzel Vatanım filmi hakkında Duvar’daki yazısında Kerem Bumin şöyle diyor:  ” Nâzım Hikmet karakteri filmin kurmaca bölümünde hayatının dönüm noktalarıyla gösterilirken, Ahmet Ümit bazen çok ani ve bizce yersiz bir şekilde, kendi yaşam yollarının büyük şairle ne kadar benzeştiğinden bahsediyor. Aralarında neredeyse üç kuşak fark olan bu iki karakter (biri 1901 diğeri 1960 doğumlu!) her ne kadar hayatlarında politik bakış açıları, gitmek zorunda kaldıkları ülke (Rusya) ve yaşadıkları sosyal politik baskılar gibi ortak noktalarda buluşsalar da bizce Nazım Hikmet’in yaşadığı haksızlıklar, baskılar ve hayatını değiştiren etkenlerin ağırlığı ve vahameti, onlarla Ahmet Ümit’in yaşadığı sorunlar arasında filmin kurmak istediği paralelliği inandırıcı olmaktan uzaklaştırıyor. Dolayısıyla her ne kadar Ahmet Ümit önemli bir edebiyat insanı olsa da böyle bir tarihî karakterin bulunduğu filmin kurmaca yapısı arasında çıkıp “Bakın ben de bunları yaşadım! Ben de oralara gittim!” der gibi konuşması sanki bir turistik tur filmi izliyormuş hissiyatı yaratıyor.”

 Yazının tamamını okumak isteyenlerin dikkatine sunulur:

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/11/01/merhaba-guzel-idolum/

Filmi henüz görmedim ama bence de kendini Nazım ile denk veya benzer göstermeye uğraşmak çok yersiz ve gereksiz olmuş. Aslında Ahmet Ümit’in bunu yapmasına hiç gerek yoktu. Zaten birbiri ardına yayınladığı popüler romanları, üretkenliği, çalışkanlığı ve “bizden biri olma” özelliğini koruyor olması, halkın çocuğu olduğunu hiç unutmaması nedeniyle okurları tarafından sempatiyle ve sevgiyle kucaklanmış durumda. Bu güzel ilginin yazarımıza neden yetmediğini doğrusu anlayamadım.

Ayşe Kulin’in de benzer bir gayrete düştüğünü “Ayşe Kulin’in İzinde” adlı denemede paylaşmıştım.  Kulin, BM Kültür Teşkilatı UNESCO 2002 yılının tüm dünyada “Nâzım Hikmet Yılı” olarak kutlanmasını önerince, Ayşe Kulin, Nâzım’ın sürgün döneminde yazdığı şiirlerini kendisinin Londra günleri anılarının içine serpiştirerek, Nâzım Hikmet yılı sona ermeden ve de kış aylarında düzenlenen TÜYAP Kitap Fuarına alelacele yetiştirilmek üzere İçimde Kızıl Bir Gül Gibi adlı incecik anı kitabını yazıvermişti.

Tamam, olabilir. Piyasa beklentilerin yanıtlanması gerekebilir. Bu çabalara bir sözümüz yok ama yaşamının bir döneminde ikinci eşinin kendisini aldatmış olmasına kızarak Londra’ya taşınan ve orada planladığı gibi yeni bir yaşam kuramadığı için kısa süre sonra ülkesine dönen Ayşe Kulin’in aradan uzun yıllar geçtikten sonra Londra günlerine ait anılarını Nâzım’ın sürgün dönemine benzeterek bundan bir kitap kotarmasını ve bu kitabı Nâzım yılında yayınlamasını son derece ticari bulduğumu söylemek isterim. Ayrıca bu gayreti Nâzım’ın sürgün dönemini küçümseme olarak algıladığımı bu vesileyle bir kez daha ifade etmeliyim.

Tam da bu noktada Ahmet Ümit’in 2015 yılından itibaren sık sık dile getirdiği bir konuya dikkatiniz çekmek istiyorum. Yazarımız,Dostoyevski ve Shakespeare gibi dünyanın en iyi iki yazarının da suçu anlattığını, kendisinin de aynı izleği takip ettiğini” belirtmekte ve açıklamasını desteklemek için edebî romanları örnek göstermektedir: “Shakespeare ve Dostoyevski’yi örnek aldım. ‘Hamlet’, ‘Macbeth’, ‘Suç ve Ceza’, ‘Karamazov Kardeşler’ adlı romanlar da cinayetten yola çıkıp toplumun ruh hâlini anlatır.”

Yelda Eroğlu’nun Duvar’daki “Ama Bu Bir Konsol Değil Ümit!” başlıklı yazısında Ahmet Ümit’in Dostoyevski ile benzerlik bulma çabası eleştirilmektedir. Meraklı okura söz konusu değerlendirmenin tamamının okumasını öneriyorum:

https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2018/07/10/ama-bu-bir-konsol-degil-umit/

Ayrıca yazarımız son dönem söyleşilerinde; “…polisiye öykülerinin başlangıcının Kutsal Kitaba kadar uzandığını iddia etmekte ve Tevrat’ta geçen “Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesi ile ilk suçun oluştuğunu, ilk katilin ortaya çıktığını” sıklıkla ifade etmektedir.

Oysa dünya edebiyatında polisiyenin ilk çıkışının Edgar Allan Poe tarafından yazılan ve 1841’de yayımlanan “Morgue Sokağı Cinayetleri” yapıtı ile olduğu kabul edilmektedir. Hatta bu ilk dedektiflik öyküsünün dünya edebiyat tarihini değiştirdiği, Morgue Sokağı Cinayetleri’nin kahramanı Dupin karakterinin Sherlock Holmes ve Hercule Poirot gibi birçok hayalî dedektif için prototip olduğu, bu hikâyenin genel gizem öykülerinden farklı olarak ilk kez sırrı çözmek için analiz sürecine odaklandığı görüşü yaygındır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Morgue_Soka%C4%9F%C4%B1_Cinayetleri

Ahmet Ümit’in “Polisiye nedir, ne değildir?” konusundaki görüşlerine bir örnek daha vermek istiyorum:  “Umberto Eco,“Gülün Adı” adlı romanının bir polisiye olduğunu bizzat söylediği hâlde, Orhan Pamuk aslında bir polisiye roman olan Benim Adım Kırmızı için polisiye değerlendirmesini kabul etmemektedir. Benim romanlarımın türüne geleceğin sanat tarihçileri karar verecektir.”

Ahmet Ümit bir söyleşisinde ilk öykülerini yazdığı döneme ilişkin bir anısını paylaşmış: “Sonradan birlikte reklamcılık yaptığımız Ali Taygun o zamanlar TKP merkez komitesindeydi. İlk öykü kitabım olan Çıplak Ayaklıydı Gece’yi okuyunca “Ahmet, sen polisiye yaz” dedi. Önce anlamadım; zoruma gitti. Beni küçümsüyor zannettim.”

 Ahmet Ümit’in kendi yazını hakkındaki değerlendirmelerini alt alta dizince bunca başarıya rağmen yazarımızın bir tür özgüven sorunu yaşadığını düşünmeden edemiyoruz.

Arthur Conan Doyle ve Agatha Christie romanları hâlâ çok satıyor ve çok okunuyorken, ben dahil, kimse dedektif öykülerini okumaktan vazgeçmediği ve polisiyeyi küçümsemediği, polisiye okumaktan asla utanmadığı hâlde, yazarımız acaba neden polisiye değil de başka şeyler yazdığını kanıtlamak için klasik edebiyatın şaheserlerinden medet ummaktadır?

Ahmet Ümit 2015’te yayınladığı Bir Edebiyat İzleği Olarak Cinayet  başlıklı makalesinde şöyle yazmış: “Patricia Highsmith ile Truman Capote cinayet ve suça farklı bakış açıları getiren enfes romanlar yazarlar. Polisiye romanı, ikinci sınıf edebiyat olarak görme yanılgısı, Umberto Eco gibi tanınmış bir entelektüelin eksiksiz bir polisiye roman kurgusu ve klişeleriyle yazdığı Gülün Adı yapıtıyla iyice mahkûm edilir. Böylece, polisiye edebiyatın yüz yıllarca birbirine karışmadan akan iki ayrı kanalı buluşmaya başlar. Poe’nun öncülüğünde başlayan, sağlam bir matematiksel zemin üzerinde yükselerek merak ögesini hep diri tutan o muhteşem kurgulara sahip romanlarla, kadim dinî metinlerde ve has edebî metinlerde gördüğümüz, cinayetten yola çıkılarak insanın varoluşunu tartışmaya çalışan derinlikli metinlerin iç içe geçmesi. Belki de günümüzde polisiye romana duyulan ilginin gitgide artmasının nedeni de budur. Edebiyatın çok yönlülüğünü başarılı bir şekilde yerine getirmesi. Hem kaçışı sağlaması, hem eğlendirmesi, hem heyecanlandırması, hem estetik zevk vermesi, hem bilgilendirmesi, belki korkunun o lezzetini hissettirmesi ama en önemlisi bize kendimizi göstermesi. Evet kendimizi göstermesi, çünkü polisiye, aşk, tarih, felsefi, politik gibi tanımları kaldırırsak bütün iyi romanların başarmaya çalıştığı budur: İnsana kendi ruhunu göstermeye çalışmak.”

Yazının tamamını okumak isteyenlere bu linki ziyaret etmeleri önerilmektedir:

https://oggito.com/icerikler/bir-edebiyat-Izlegi-olarak-cinayet-ahmet-umit/8102

Ahmet Ümit’in sevilen “Nevzat Başkomser tiplemesini yaratmaya yeten yazma becerisi, yazarını yukarıda sayılan büyük ustaların sahip olduğu derinlik ve enginlik dünyasına taşımaktan maalesef çok uzak kalmaktadır. “Kamera arkasından bakar gibi yazdığını” bizzat kendisi söylerken, görüntüyü bu denli önemserken, bir opera temsilindeki ya da tarihî oyundaki dekordan daha önemli bir işlevi olmayan tarihî arka plan yaratma çabasını takdir etsek bile,  en iddialı olduğu tarih ve polisiyenin kaynaştığı romanlarının, ne Gülün Adı’nın ne de Benim Adım Kırmızının yanından bile geçemediğini açıkça görmekteyiz.

Ahmet Ümit’in yazdığı her şey son on yıldır öyle çok satıyor ki son transfer olduğu Yapı Kredi Yayınları, ta 1989’da yazdığı şiir kitabı da dahil olmak üzere bugüne kadar yazmış olduğu tüm kitaplarını geçtiğimiz altı ay içinde yeniden yayınladı.

Yazarımız, “40 yaşından itibaren başka bir iş yapmasına gerek kalmadan kitaplarından para kazanmaya başladığını” ifade etmektedir. Bugün ise yayınevi değiştirirken bile birkaç milyona ulaşan “hoş geldin ikramiyesi” alabilen, yayıncısına çok kazandırdığı gibi kendisi de çok kazanan bir konuma ulaşmıştır.

Merak ettim, internette sabırla araştırdım. Ahmet Ümit kitaplarının baskı sayıları ve kazandığı telif ücreti konusunda ulaşabildiğim yegane kaynak, Forbes dergisi tarafından 2008 yılından itibaren on bir yıl boyunca her yıl düzenli olarak yayınlanan “En çok Kazanan Türk Yazarlar Listeleri” oldu.

Bu listeler, Kültür Bakanlığı tarafından yayınevlerine verilen bandroller ve kayıtlı diğer veriler üzerinden düzenlenmekte ve her yıl mayıs ayında yayınlanmaktadır.

2007’de Ahmet Ümit’in tüm kitapları 38 bin adet satmış ve yazarına 123 bin TL telif hakkı kazandırmış.

2008’de kitapları 95 bin adet satan yazarımız 255 bin TL telif ücreti ile o yılın listesinin 8. sırasında yer almış.

2009’da kitapları toplam 70 bin adet satan Ahmet Ümit’in telif geliri 200 bin TL olarak gerçekleşmiş.

2010’da romanları toplam 327 bin adet satan yazarın telif geliri 1 milyon 85 bin TL olarak gerçekleşmiş. Bu rakamlar ile Ahmet Ümit, “2010 yılının en çok kazanan romancısı ve en çok para kazanan ikinci yazarı” olmuş.

2011’de en çok satanlar listesine 6. sıradan giren yazarın kitapları 219 bin adet satılmış ve yazarımıza 640 bin TL telif hakkı kazandırmış.

2012’de listenin 2. sırasına yerleşen Ahmet Ümit’in kitapları toplamda 314 bin adet satılmış ve yazarına 1.1 milyon TL tutarında telif ücreti getirmiş. 2012’de sadece iki yazarın 1 milyon TL’lik telif ücretini aşabildiğini de belirtmek isterim.

2013’de kitapları toplam 250 bin adet satılmış ve Ahmet Ümit 1 milyon 35 bin TL telif ücreti kazanmış.

2014‘te Ahmet Ümit yeni bir kitap çıkarmayınca eski kitaplarının telif geliri 400 bin TL’nin altında kalmış ve kendine listenin ancak 13. sırasında yer bulmuş.

2015’de online kitap mağazası “kitapyurdu.comtarafından düzenlenen “Yılın En Çok Okunan Yazarı” araştırmasında Ahmet Ümit, yılın en çok okunan yazarı olmuştu.

https://www.milliyet.com.tr/gundem/en-cok-okunan-yazar-ahmet-umit-2176059

2016’da Ahmet Ümit’in kitapları toplamda 314 bin adet satılmış ve yazarına 1.1 milyon TL tutarında telif ücreti getirmiş.

2017’de Ahmet Ümit, listeye 8. sıradan girmiş ve kitaplarından 670 bin TL tutarında telif geliri elde etmiş.

Ahmet Ümit, “Çok Satan Yazarlar” listeleri yayınlanmaya başladığı ilk yıldan itibaren her yıl bu listelerde yer almıştır. Forbes’in araştırmasına göre 2008-2012 arasındaki beş yılda toplam 3.4 milyon TL tutarındaki telif kazancı ile Ahmet Ümit, en çok kazanan yazarlar arasında 4. sıraya yerleşmiş.

https://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/1165838-ahmet-umitin-yeni-hedefi-450-bin-baski

Forbes dergisine göre;  2008-2018 yılları arasında geçen on bir yıllık süreçte yazarın telif gelirlerinin toplamının 8.2 milyon TL olarak gerçekleşmiştir.

Ahmet Ümit’in romanlarından uyarlanan sinema filmi ve televizyon dizilerinden ne kadar para kazandığına dair bir bilgiye ulaşamadım. Altmış farklı ülkede yayınlanan yedi milyon adet kitaptan elde ettiği gelirin miktarını da bilemiyorum. Ayrıca kitap tanıtım toplantılarından, İstanbul gezileri rehberliğinden, okul ziyaretlerinde ve fuarlarda yaptığı konuşmalardan bir ücret alıp almadığını da bilmiyorum. Ancak geç gelen parayı dikkatle değerlendirdiğini ve farklı yatırım araçları arasında dağıtım yaparak, bir sepet yapmayı tercih ettiğini kendi açıklamalarından öğreniyoruz.

Ahmet Ümit ve ailesi, polisiye ve tarihî roman piyasasında ulaşılan bu başarı ve verimlilik düzeyini korumak ve geliştirmek için bence çok akıllıca davranarak, hep birlikte çalışmayı tercih ediyorlar. Örneğin Elveda Güzel Vatanım romanının tanıtım filmini, psikoloji mezunu sinemacı kızı, Gül Gürak Ümit ve damadının çektiğini biliyoruz.

Kimsenin kazancında gözümüz yok. Hele de ilk gençlik döneminden itibaren yaşamını kalemi ile kazanmaya çalışmış, uzun süre dergicilik yapmış, kitaplarından yeterli para kazanmadığı dönemde reklam sektöründen ekmeğini kazanmış, bugüne ulaşana kadar çok büyük emek harcamış, çok çalışkan, yazma disiplinine sahip, üretken yazarımızın para kazanıyor olmasından memnun olmalıyız. Edebiyatı meslek olarak seçecek gençlere de ilham veren başarı öykülerinin çoğalması bizi mutlu eder.

Bu arada; Ahmet Ümit’in 2015 yılında ilginç bir unvan/ödül sahibi olduğunu da belirtmek isterim: Yazılı Eser İhracatı Birincisi.

Deyim yerindeyse Ahmet Ümit, ülkemizin roman alanındaki ihracat şampiyonudur. Başta İstanbul Hatırası olmak üzere romanlarının altmış ülkede, kırk dilde yedi milyon satış rakamına ulaşması çok büyük başarıdır. Ahmet Ümit romanları, bir tür bacasız fabrika gibi ülke ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Editörden, matbaaya, dağıtım ağından, raflardaki satış noktasına kadar bu zincir üzerinde görev üstlenen yüzlerce kişi Ahmet Ümit’in yaratıcı yazarlığından para kazanmaktadır.

Selçuk Şirin’in  ‘Ahmet Ümit Ekonomisi: Romancı Deyip Geçmeyin!  başlıklı yazısından alıntılıyorum:

“Ahmet Ümit romanlarındaki şehirler de mekânlar da gerçektir. Okurları romanlarda anlatılan Beyoğlu’ndaki meyhaneleri, Ortaköy’deki gece kulüplerini arar, bulurlar. Şimdiden iki değişik tur organize olmuş bile. Kitapları yurt dışında yaygınlaştıkça tıpkı Dublin’i Joyce, Prag’ı Kafka için gezenler gibi İstanbul’u Ahmet Ümit için gezmek isteyenler de artacak. Son romanı Elveda Güzel Vatanım yayınlanırken, Fransa’dan Almanya’ya, Yunanistan’dan Çin’e kadar 20’nin üzerinde yayıncı ve çevirmenin Türkiye’ye gelmesi boşuna değil. Harry Potter 2014 başında yapılan bir hesaba göre toplam 25 milyar dolar değer yaratmış bir kitap. Bu bizim 10 yıllık fındık ihracatımıza eş bir değer. Bu 5 tane THY demek! Romancı deyip geçmeyin! ”

diye son bulan bu ilginç yazının tamamını okumanızı öneriyorum:

https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/selcuk-sirin/ahmet-umit-ekonomisi-romanci-deyip-gecmeyin-40020623

Geçenlerde Ahmet Ümit ile yapılan bir söyleşiden bir bölümü aktarmak istiyorum:

“Ülkemizde yayınevleri yazarlara telif hakkı olarak, basılan her kitap üzerinden  %10-25 arasında bir ödeme yapmaktadır. Ulaşmış olduğum okunurluk düzeyi sayesinde artık yüksek telif oranını almam mümkün olmaktadır. Anlaşabilirsem sadece “sesli roman” hakkını yayınevine bırakıyorum ama romanın film ve dizi olarak değerlendirilmesi fırsatını kendi elimde tutuyorum.  Film endüstrisini yabana atmamak gerekiyor. Filmler ve diziler ile daha geniş kitlelere hızla ulaşmak mümkün oluyor. Yabancı dillerde yayınlanma konusunu da kendim takip etmeyi tercih ediyorum. Bugüne kadar “korsan kitaplar” nedeniyle en az bir milyon dolar kaybetmiş durumdayım.  Bu parayla en az iki okul yaptırmayı tercih ederdim.”

Korsan kitap sorununa bu şekilde yaklaşması, varsayım olarak kaybettiğini düşünmesini bir milyon dolarla okul yaptırabileceğini söylemesini hiç sevimli bulmadım hatta itici buldum.

Neden mi?

İnternette, “Ahmet Ümit ve okul, yardım, destek, bağış” başlıkları ile ilgili araştırma yapınca karşıma sadece şu haber çıktı: Ocak 2016′ da bir dizi etkinlik için Gaziantep’te bulunduğu sırada yazarımız, kendisinin mezun olduğu ilkokula davet edilmiş ve bu ziyaret sırasında, okula bir kütüphane kurulması için destek vereceğini, açıklamış.

Şüphesiz yardım ve bağışlar gizli yapılmalıdır. Kime, nereye yardım yaptığı kişinin gönlü ve vicdanı ile ilgilidir. Ancak her türlü tanıtıma özel önem veren yazarımızın “okul-yardım, burs-bağış” başlığında önemli bir eylemi olsaydı, bugünün dijital ortamında mutlaka bir bilgi kırıntısına ulaşmamın mümkün olacağını düşünmeden edemedim.

Ahmet Ümit o kadar çok kazanıyor ki; okul yaptırmayı gerçekten düşünseydi, korsan kitaplar nedeniyle kaybettiğini varsaydığı para bu isteğine engel olamazdı.

Kısacası “okul yaptırma hayalinin kitaplarını izinsiz basan korsan yayıncılar tarafından engellenmiş olması çıkarımını komik ve yersiz bulduğumu söylemek istiyorum.  Ahmet Ümit, şüphesiz korsan yayıncılıktan şikâyet edebilir ve etmelidir de. Ancak “korsan kitaplar olmasaydı okul yaptıracağını” söylemesi kendisine hiç yakışmamış.

Ahmet Ümit ve romanları çok sayıda edebiyat bölümü öğrencisi tarafından dönem ödevi olarak incelenmiştir. Ayrıca,  Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi ve Erzurum Atatürk Üniversitesi edebiyat alanında yüksek lisans yapan iki öğrenci tez konusu olarak Ahmet Ümit’in romanlarını seçmiş. Yüksek lisans tezlerine konu olması yazarın yetkinlik düzeyini ve etkileme gücünü gösteren takdir edilmesi gereken bir başka husustur.

Çok sayıda insanı kitapla buluşturan, okurlarının önemli bir kısmında tarihi olaylar ve bu olayların geçtiği kentler ve mekânlar hakkında ilgi ve merak uyandırmayı başaran üretken yazarımızdan yeni romanlar bekliyoruz.

Birsen Karaloğlu

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir