Işık Demirtaş

ADANMIŞ

Boğucu sıcakta havuza girip serinleme ve bahçedeki kafede kahvaltı edebilme fikrinin cazibesi, onu nihayet bu güzel yer ile tanıştırmıştı. Haftanın stresini ve yorgunluğunu geride bırakıp yakındaki koruda uzun bir yürüyüş yaparak kendisiyle baş başa kalabilirdi.

Önünde, tempolu yürüyen genç bir kadın vardı, yanında da köpeği. Köpek, onun temposuna ayak uyduruyor, kuyruğunu sallayıp duruyordu. Başıyla selamlayıp geçerken, kıvrımsız ince bedenine zıt, gür, kısa saçlarının alnına düşen perçemi arasından görünen gözlerinin camgöbeği mavisi aklına takıldı. Çeşme başındaki banklara ulaştıklarında, ilk kez yan yana gelip konuştular. Ada’nın kol bandındaki logo Mete’ye tanıdık gelmişti. Hemen sordu. Genç kadın logonun tasarımını yapan firmada çalıştığını anlattı. Görsel sanat tasarımları yapan şirketteki işinden memnundu. Teknolojiyi kullanarak yaratıcılığı farklı bir boyuta taşımanın heyecanıyla anlattı durdu. İddiasız ve sade görünümünün altında böyle bir heyecan barındırabildiğini hayranlıkla gözlemledi Mete. Kendisinin de bir tasarım firmasında çalıştığını söyledi. Molanın ardından yürüyenlere katılırken “Bir ara birlikte kahve içer miyiz” teklifini memnuniyetle kabul etmesi onu sevindirdi. Ondan hoşlanmıştı.
Arkadaşları bu siteye ilk taşındıklarında, yeni yapılmış her detayı düşünülmüş modern dairenin fiyatının da görece uygun olduğunu konuşuyorlardı. Sevinçlerine gölge düşüren yanı, kent merkezine uzaklığıydı. Başka bir kentteki proje için uzak kaldığı yılların sonunda, çok özlediği yere dönmüştü. Bahçedeki ağaçlar büyümüş çevre düzeni belirginleşmişti. Çimler, etrafı dört mevsim yeşil bir örtüyle donatıyor, kısa banyonun ardından sularını havuz kenarında etrafa sıçratarak sağa sola konan kuşların neşesi herkese bulaşıyordu. Kendilerini izleyenleri bulutlara yükselmeye çağıran kuş cıvıltıları, gün doğumuna ve batımına eşlik ediyordu. Metro da kent merkezini yirmi dakikada ulaşılır kıldığından, herkesin oturmaya can attığı bir site olmuştu.
Kahvelerini içerken oradan buradan konuştular. Ada siteye yeni taşınmıştı, ne kimse onu ne de o kimseyi tanıyordu. Dinledikleri müzik türleri, izledikleri bilim kurgu dizileri, beğendikleri filmler ve oyun konsolunda oynadıkları oyunlar birbirine yakındı.
Hafta sonu yeniden bir araya geldiler. Cumartesi tüm gün, kahvaltıdan akşam kahvesine dek sohbet ederken zamanın nasıl geçtiğini anlamadılar. Giderek birbirlerine alışıyor, daha çok birlikte olmak istiyorlardı.
Tanıştıktan üç ay sonra Mete ağzından “Sabahları seninle uyanmak istiyorum” sözlerinin çıktığını fark ettiğinde şaşkındı.
Uzun süredir yalnız kalmaya alıştığı yatağının, odasının, evinin sevdiği biriyle paylaşılması, bilinmeyenin keşfedildiği bir maceraydı. Minnoş ve Bobi de ilk kez bir araya geldiklerinde temkinli mesafeden birbirlerini süzerek kendi alanlarını korumuşlardı. Günler geçtikçe birbirlerine de bu yeni hayata da öyle alıştılar ki sanki doğduklarından beri birlikteydiler.
Zaman akıp giderken sitedeki çimlerin renkleri solmuş gibiydi; bir defasında havuzun kenarına çarpıp öylece kalmış bir kuş ölüsüyle karşılaştılar. Yaza doğru çimler yeşermedi ve daha çok ölü kuş vardı. Kışın ortasında bir gün yangın çıktığı haberi geldi. Bu modern sitenin yangına karşı mutlaka önlemi olmalıydı. Sular kesilince zamanında müdahale edememişlerdi. Ona bakarsanız Kaliforniya ve Hollywood’da bile yangın felaketi önlenememişti. Neyse ki site yönetiminden habersiz, suyu satan kişiyi bulup savcılığa şikâyet edince sorun ortadan kalktı ama sitenin su bekçileri de olması gerekiyordu artık. İşe yarar mıydı? Aklına telefonun her arayışta kulağını dolduran siber güvenlik zaaflarının karşısında KVKK’nın biçare nakaratları geliyordu.
Yeni bir yıla, Ada da Mete de yeni projeleriyle merhaba dediler. Mete’nin projesi yirmi dört ay, Ada’nınki on sekiz ay sürecekti. Artık evde herkes kendi odasında çalışıyor, yemeğini de orada yiyordu. Aylar ayları kovaladı. Çalışmalarının yoğunluğu, günlük karşılaşmalardaki “günaydın, nasılsın, iyidir ” benzeri nezaket sözcükleri dışındaki sohbetlere izin vermediği gibi, ikisi de yatağa bir kala uykuya dalıyor haldeydiler.  Banyonun kapısında Mete “Nasılsın canım” diye sorduğunda, Ada daha önce hiç tanık olmadığı bir gerginlikle kendini geriye çekti. Bir yandan da elini durmaksızın saçlarının arasında gezdiriyordu. Bunu öyle ısrarla yapıyordu ki, sanki başındaki bir şeyi kovmaya çalışır gibiydi. Çok çalışmaktan olabilir, ben de ne haldeyim zaten diye düşündü. Ama onunla en kısa zamanda konuşmaya karar verdi.
Ada’nın projesinin tamamlanmasıyla ilgili bir kutlama partisi bekleniyordu. Bu partinin bir sonraki hafta sonu yapılacağını, markette karşılaştığı Ada’nın iş arkadaşından öğrendi. Eve gidince Ada’ya “Kutlama partiniz bir hafta sonraymış, az önce öğrendim. Sen hiçbir şey söylemiyorsun, endişeleniyorum, neler oluyor Ada” derken, elini saçlarını okşamak için uzattığında Ada yine geri çekildi.
“Ben o partiye katılmayacağım, o yüzden sana söylemedim.”
Oturup konuştuklarında Mete, onun anlattıklarını ağzı bir karış açık dinledi. Çalıştığı firmanın CEO’su proje için tasarladığı bir tabloya farklı kodlamalar yüklenmesini istemiş ve bunun gizli olduğunu söylemişti. Yüklenecek kodların ne işe yaradığı konusunda bir açıklık yokmuş. Bu konudaki tahminleri, onu bu işi yapmaktan alıkoyacak derecede kaygılandırıyormuş. Düşüncesini CEO’ya söyleyip söylememek konusunda gidip gelirken uyku uyuyamaz hale gelmiş. Sonunda söylemek zorunda kalınca, CEO bunun ne kadar önemli bir tasarım olduğunu bilen tek kişiye, Ada’ya çip takacaklarını ve artık dönüşün olmadığını kesin bir dille belirtmiş. Çünkü bu tasarım ile Elon Musk bizzat ilgileniyormuş.
Birden geçenlerde gördüğü bir “mutluluk fotoğrafı” geliyor gözünün önüne. Peyzajlı bir sitede, yemyeşil ağaçlar arasına konulmuş ağzına kadar dolu, yeşil renkli üç adet çöp konteyneri. Fotoğraf tam karşıdan çekilmiş. Sağdakinde çöp poşetlerinin üzerinde iki çift kol, soldakinde iki çift bacak var. Ortadakinde yüzleri birbirine dönmüş, dudakları dokunur gibi yakın, belden yukarıları çöpe atılmış genç bir kadın ve erkek mankenin görüntüleri yer alıyor. Kıza doğru eğilen traşlı başın sol arka tarafındaki “kedisever” dövmesinin gelecekteki bir dejavu hissi olabileceği ihtimali tüylerini diken diken ediyor.
Gözü salondaki okuma sehpasında duran Goethe’nin Faust’una takılıyor.
*Bu öykü ilk kez Panzehir Dergi’nin Dünya Öykü Günü 2025 etkinliğinde yazar tarafından okunmuştur.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir