Çoğu kez dünyaya farklı bir pencereden bakmamızı sağlayan kötü olayların yaşamımızı olumlu yönde değiştireceğine ihtimal bile vermeyiz. Oysa Cevat Şakir için Bodrum sürgünü bir ceza değil, ödül olmuştur. Ve bu ödülün hem yazara, hem Bodrum’a hem de edebiyat dünyasına verildiğini söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.
17 Nisan 1890 tarihinde Girit’te dünyaya gelen Cevat Şakir Kabaağaçlı, İstanbul Robert Kolej’den sonra Oxford Üniversitesinde Yakın Çağlar Tarihi okuyarak mezun olur. Ülkesine döndükten sonra muhtelif gazetelerde çalışan yazarımız, aile içinde gelişen ve nedeni tam olarak bilinmeyen bir olay neticesinde babasını öldürür. On dört yıllık cezası hastalığı nedeniyle yedinci yılında affedilir.
Hapisten çıktıktan sonra dergilerde yazmaya devam ederken, resim ve karikatür de çizer. Muhalif kişiliği ve yazılarıyla dikkati çeken Cevat Şakir’in özgürlüğü uzun sürmez ve yazdığı bir yazı yüzünden üç yıl Bodrum Kalebentliğine sürgün gönderilir.
O artık Bodrum’un yazarıdır, şairidir, ressamıdır, süngercisidir, bahçıvanıdır, araştırmacısıdır. Ve o artık bir Halikarnas Balıkçısıdır. Sonra da elinde ışığı, Ege ve Akdeniz medeniyetlerinin peşinde bir Diogenes’dir.
Onun tanınmasını sağlayan yazıları, zengin ve renkli doğa ortasında kaderiyle mücadele eden insanlarla, onları istismar eden insanlar arasındaki çatışmaları konu eden öykü ve romanlarıdır. Bu eserlerde deniz, mitoloji ve gündelik hayat iç içedir. Olaylar denizin üstünde, dibinde veya kıyısında geçer. Kıt kanaat geçinen karakterlerinin gönülleri zengin, yürekleri aşk ve şiirle doludur.
Cevat Şakir, doğayı olduğu gibi seven, denizi, dağı, ağacı, kuşu, balığıyla doğayı eserlerine aktaran bir yazar olduğundan; toprağa ve denize geniş bir kültür birikimi ve zengin bir gönülle yaklaşır. Onda insan; kültür, tarih ve mekanın bir eseridir. Ege bölgesi ve Anadolu’da yaşayan insan, bu topraklar üzerinde çiçek açmış ve olgunlaşmış medeniyetlerin tabii mirasçılarıdır.
Bilimin Anadolu’dan fışkırdığına inanan Cevat Şakir, Orta Asya’dan gelmiş olmanın gerçeği ile Anadolu’yla kaynaşmış olmanın şansını bir hümanizm içinde birleştirmek istemiştir. O, Anadolu’nun geçmişi, yaşadığı uygarlıkları ve kültür kaynakları üzerine eğilen gerçek bir düşünürdü de.
Bir yandan mitoloji tutkusuyla Anadolu efsaneleri ve Anadolu Tanrıları üzerine çalışmalar yaparken, öte yandan Batı Kültürünü oluşturan kaynağın Yunanistan’da değil, Anadolu’da yeşerip geliştiğini ispatlamaya adamıştır kendini.
Cevat Şakir’e göre insan aklının olumlu tohumları maddeci düşünürlerle İyonya’da atılmıştır. Sokrates ve Platon’la bu akılcı atılım bir başka yöne saptırılmış, ruha üstünlük tanınarak insan aklı 1800 yıllık bir gecikmeye uğratılmıştır,
Onun Anadolu uygarlıklarına ait ilginç görüşleri, takip eden yıllarda “Mavi Hümanizma” diye adlandırılacak bir akım başlatır. Binlerce yıl önce, mitoloji kahramanı Odysseus’un dümen kırdığı bu mavi rotadaki maceralı yolculuğa “Mavi Yolculuk ” adı verilir. Sonraki yıllarda turistik bir nitelik kazanarak Bodrum’u uluslararası bir üne kavuşturan bu yolculuk, aslında bir Akdeniz yaşam felsefesidir.
Mavi Yolculuk, Anadolu’nun Ege Denizi ve Akdeniz kıyılarında yeşermiş ilk çağ kültürlerinin mirasçılığını özümsemiş Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu gibi aydınlarımızla birlikte, bu mirası insanlara kısa yoldan benimsetmek amacıyla, kıyılardan başlayıp, içlere doğru yapılan bir tarih ve kültür yolculuğuydu. Bu kültür mirasçılığının temelinde ise Atatürk’ün Anadolu topraklarında yaşamış tüm uygarlıklara sahip çıkmamız yolundaki tutumu yatmaktaydı.
Yaşadığı toprağın tarihine ,doğasına ve kültürüne sevdalı olur da sözcüklere olmaz mı? Olur elbette! Onun en sevdiği sözcük “Merhaba”dır. Söze “Merhaba!” diye başlayıp bitiren Balıkçının son sözleri de “Merhaba” olmuştur: “Sanırım ki yolcuyum. Dünyaya bir merhaba deyip gideceğim… Burnuma çiçek kokuları geliyor… Açın açın pencereleri. Son defa görmek istiyorum güneşi, son defa görmek istiyorum özgürlüğü… Merhaba çocuklar, Merhaba Dünya… Merhaba!”
13 Ekim 1973 de dünyaya son kez “Merhaba” diyerek aramızdan ayrılan Cevat Şakir’in anısına saygıyla..