YILLARDAN SONRA

Esra, Turan Güneş Bulvarı üzerinde bindiği taksinin içinden etrafı gözlüyordu. Bir yıl içinde içinde inanılmaz değişime uğramıştı kent. Yozlaşmış kötü yapıların arasından kentin yükseldiğini, eski güzelliğini koruyamamış, aşınmış tepelerinden gözlerken, içinde kaybolduğunu hissetti.

Siyasi erkin, büyük açgözlülükle giriştiği rant kavgasında; inanılmaz çirkin yapılaşma söz konusuydu. Bunun sona ereceği de yoktu. Taksi şoförüne uygun bir yerde durmasını söyledi. İnince hızlı adımlarla Banu’yla sözleştikleri kafeye yöneldi. Havanın ısınmasıyla, insanların çoğu dış mekana atmıştı kendisini. Sigaralarını içiyorlar, taktıkları güneş gözlüklerinin ardına sığınıp, çevreyi gözlüyorlardı.

Kafeye henüz gelmiş olan Esra, cam kenarında bir yere yerleşti. Oturduğu yerden çevreye göz attı. Oturan insanlar, çok farklı sınıflara ait değildi. Üst sınıfa ait olduğunun ayırdında, bu sınıfın özgüvenine sahip insanlardı. Günün modasına uygun, zevkle döşenmişti. Oturduğu koltuk vizon rengiydi. Sırt kısmı pileli, ortasından düğmelerle tutturulmuştu. Masa ona uyumlu, açık meşe rengiydi. Masaların üstüne Fransız kafelerine özgü, küçük şık abajurlar konmuştu. Şamdanlı, büyük kristal avizelerden oluşan mekan hem şık, hem de bohem bir hava veriyordu. Kapıya yakın kısım bar havasında kotarılmıştı. Geride geniş bir giriş görünüyordu. Matisse ‘in resimlerini andıran, büyük çerçeveler içinde yağlı boya tablolar göze çarpıyordu.

Saatine göz attı. Banu ile kararlaştırdıkları buluşma saatinden yirmi dakika önce gelmişti. Banu çocukluk arkadaşıydı. Biraz heyecanlıydı, yıllar sonra ilk kez karşılaşacaklardı. Aynı sitede oturmuşlar, Y kuşağı diye adlandırılan seksen kuşağı çocuklarıydılar. Aynı servise biniyor, aynı okula gidiyorlardı. Anne ve babasının hep özlemle anlattıkları, mahalle kültürüne yetişememişti. Sokakta, bahçelerde olmasa da sitenin bahçesinde bisikletle dolaşmışlar, walkman’leriyle müzik dinlemişlerdi. Ortaokulda bilgisayarla tanışmışlardı. Anne ve babasının telefon almak için “daha çok erken” demelerine rağmen alınan cep telefonu… Kolej yılları, dershane, okul, ev üçgeninde geçen büyük koşuşturmaca.

Erken gelmişti. Evet… huyuydu randevu saatinden en az on beş, yirmi dakika önce gelmek. Yan masadan gelen gürültü üzerine başını o tarafa çevirdi. Orta yaşlı bir bayanla, orta yaşın üzerinde bir adam kahve içiyorlardı. Sanırım kahve fincanının tabağından gelmişti o ses. Büyük olasılıkla, fincanın altına akan kahve, tabağa yapışmış, bir saniye yapışıp kaldıktan sonra, fincandan ayrılan tabak, bu sesin ortaya çıkmasına neden olmuştu. Kadın, üst sınıfa ait olmanın farkındalığında, bu sınıfın özgüvenine sahip, insanlarda görebileceğimiz sert bir ses tonuyla, garson kıza seslendi. Kız koştu, tabağı aldı götürdü. Yerine temiz bir fincan altı tabağı getirdi. Mahcup, çekingen bir ifadeyle ayrıldı. Kadın adama bir şeyler söyledi. Fizik olarak hoş bir kadındı. Kızıl saçları, beyaz teni, ela gözleriyle dikkat çekiciydi. Adam emekli bir bürokrata benziyordu. Yanılmış olabilirdi. Gene insanların kim oldukları üzerinden, varsayımlar yaparken buldu kendini.

Cep telefonundan saate baktı. On beş dakika gecikmişti. Bir on dakika daha süre tanıdı kendisine. Sanırım trafikten gecikti. İstanbul kadar olmasa da, Ankara trafiğinin, hafta sonları yoğun olduğunu gözlemlemişti.

A.B.D. de iki yıl mastır, ardından dört yıl doktora yapmıştı. Şimdi aynı üniversitede akademisyen olarak çalışıyordu. Özgürlükler ülkesi sözüm ona, geniş olanaklar sağlayan, gerisinde sakladığı, sosyal adaletin adı bile olmayan, bu sistem onu şaşırtmaya devam ediyordu. Kendisi üniversite de burslu olarak doktora yaparken, kendi vatandaşı bütün eğitim hayatını çalışarak, bankalardan kredi çekerek onu ödemeye çalışıyordu. A.B.D de üniversite eğitimi paralıydı. Burs aldıysan o da çok zor! problem yok, alamadıysan…Candice geldi aklına, A.B.D li arkadaşının gece gündüz demeden deli gibi çalıştığını biliyordu, borçlarını ödemek için.

Banu’ya tanıdığı on dakika dolmuştu. Aradı telefondan.

-Nerdesin Banu? seni bekliyorum.

-Özür dilerim. Çok çok özür dilerim. Trafik yoğun. Yıldız kavşağında kaza olmuş, gelmek üzereyim, canım Esra’cığım çok öptüm. Sesi neşeli ve mutlu.

-Tamam bekliyorum. Ben de öptüm canım.

Garson kıza eliyle işaret etti.

-Lütfen bana bir bira getirir misiniz?

-Tabii efendim dedi. Siparişi alan garson kız uzaklaştı.

Hiç sevmem bekletilmeyi, beklemek de ne sıkıcı. Karşısında iki masa da, gençlerden oluşan grup heyecanlı bir şekilde sohbet ediyorlardı. Yıllar sonra…ilk kez. Üniversite hayatından sonra, yaşamın doğal akışında birbirlerini arayıp sormamışlardı. Yoğun çalışma temposu, Banu’nun evlenmesi gibi sıradan nedenlerle kopmuşlardı. Facebook denen, kendisinin de eleştirdiği, hep kaçtığı, ama bir gün kendisinin de katıldığı, bu paylaşım sitesinden bulmuştu arkadaşını. Vahşi kapitalizmin öngördüğü, birbirimizi gözetleyerek, özgürlük alanlarımızın sınırlandığı bir dünyada facebook canavarına yenilmişti. Banu’nun eşinden ayrıldığını, küçük bir kızı olduğunu öğrenmişti. Kendi kırık aşk hikayesinden söz etmemişti. Bekarlığa devam demiş, karşılıklı gülücük emojileri atmışlardı.

Garson kız,

-Buyrun efendim, diye köpüklü birayı uzattı. Yanında patates kızartması alır mıydınız? demin sormayı unuttum.

-Yooo…çok teşekkür ederim. Arkadaşımı bekliyorum. Belki o gelince bir seçim yapabiliriz.

-Tabii efendim, afiyet olsun dedi garson kız.

Büyük cam kupa üzerindeki kabartmalı bölümlerin üzerine ışığın vurmasıyla çok çekici göründü gözünü o kabartmalı cam kupadan alamadı. Bira üzerindeki beyaz köpükler ona dalgalı denizi anımsattı. Kupanın kıyısına vuran o bira köpükleri arasından Sinan görünür gibi oldu. Onunla yaşadığı kırık bir aşk hikayesi. Bu ayrılık ona kariyerinde başarı getirmişti. Hırsla geceler boyu çalışmıştı. Bilincinde Sinan ‘ı unutamamıştı. Derin acıyı yaşamıştı. Hızla akmıştı, kendini sıkıştırmıştı. Bilincinin gizle dolu olduğunu biliyordu. Bir gün evet bir gün başaracaktı. Bilinci özgür olursa, Sinan da su gibi akıp gidecekti. Başarmıştı da…nerden geldi takıldı aklına şimdi. Sinan’ın Türkiye’ye döndüğünü duymuştu. Kendi ülkesine gelince onu tekrar hatırlaması ilginç geldi kendisine. Birasından bir yudum aldı diliyle dudaklarının kenarında var olduğunu hissettiği köpükleri yaladı, tadı güzeldi.

Esra cep telefonuna uzandı. Facebook sayfasına girdi. Banu ‘yu tekrar hatırlamak istedi. Sayfasına girdi. Otuzlu yaşlarının ortasında olgun, çok daha dişiliğini farkında, esmer, güzel alımlı kadına bir kez daha baktı. Bakışlarını kapıya çevirdi. Dışarıdan birilerinin gölgelerini görür gibi oldu. Yaklaştıkça daha net seçmeye başladı. Evet,evet…bu güzel kadın Banu’ydu. Neşeyle gülerek el salladı. O an yanında bir erkek silueti belirdi. Siluet onun omzuna dokundu, bir şeyler söyledi. Birlikte Esra ‘ya yöneldiler. Esra dondu kaldı. Bir şeyler mırıldandı kendi kendine. Boğazında bir yanma hissetti, yutkunmaya çalışırken. Kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Bu nasıl olabilir, halüsülasyon mu görüyorum … diye mırıldandı

Gülser KUT ARAT.

 

1 thoughts on “YILLARDAN SONRA/ Gülser KUT ARAT

  1. Bir solukta okudum. Çok güzel bir öykü, emeğine sağlık. Başarıların daim olsun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir