YALIN GERÇEK-Emile ZOLA
Bebek gözlerini açtığında meraklı bakışları vardır. Gördüğünün ne olduğunu bilmek ister. Ses, koku ve görüntüleri birleştirir. Daha sonra dokunarak ,tadına bakarak keşfetmeye başlar. Merak ettikçe taklit eder, öğrenir. Öğrendikçe konuşmaya ve soru sormaya başlar. Bu ne? Defalarca bıkmadan vazgeçmeden. Bu ne, bu ne, peki bu? Ardından gelen soru ise: Ama neden? Defalarca bıkmadan ,ikna olana kadar aynı durum için aynı soru: Ama neden? Yapmasını istediğiniz şeyleri buyurarak söylerseniz alacağınız yanıt: Hayır ! Bıkmadan yineler…
Bebeklikten çıkar , istemediği bir şey karşısında direnme gücü olan çocuğa dönüşür. Uyku düzenini ,beslenme düzenini olması gerektiğini düşündüğünüz ritme oturtabilmek için yöntemler denemeye başlarsınız. O sormaya devam eder: Neden? Ama neden? Dürüsttür, yalındır, samimidir. Farkında olmadan gerçeği arar ve onun dünyasında gerçek somuttur. Biz büyükler onları üzmemek veya ikna etmek adına yavaş yavaş doğal hallerini bozarız. Beyaz ,pembe ,yeşil ,mor ,gri ,siyah yalanlarla…Doğru ile gerçek birbirine karışır. Gençlikte ise ruhlarında çelişki fırtınaları eser. Aklı başka telden ,bedeni başka telden çalan ergen, bu kez de toplumsal kalıpların cenderesine sokulur.
“Böyle olmalısın„ çemberini çizer, süsleyerek sunarız.
Daha ne olduğunu anlayamadan kendini çarkın içinde dönüp dururken bulur. Yetişkin sıfatıyla!
Birçoğu konfor alanlarında yaşamayı seçer. Vicdanı sızlamasın diye kendine yalanlar söylemeye başlar. Oysa en kötü gerçek ,en güzel yalandan daha iyidir. Gerçeği bilmeden sorunu anlayamaz dolayısı ile çözüme ulaşamazsınız. İnsanı -mış gibi yaşamaktan alıkoyan, kendi olmasına olanak veren yegane kavram: Gerçek! Öğrenilmiş doğrularla da olsa hakikatin peşine düşen insanların bazıları anlamlı bir hayat yaşamayı başarır ve ölümünden sonra yüz küsur yıl geçse bile adı anımsanır. Elbette bugün başardıklarına baktığımızda gıpta ettiğimiz, saygı duyduğumuz üstatların yaşarken bedel ödemediklerini söyleyemeyiz.
Bugün beni ‘şüphe’ ile tanıştıran yazarı analım. Edebiyatın en ünlü yazarları arasında yer alan Émile François Zola’yı…
2 Nisan 1840’ta Paris’te doğan yazarın babası İtalyan ,annesi Fransız. İnşaat mühendisi olan babası yürüttüğü kanal projesi sırasında hastalanıp ölünce Zola ve annesi özellikle maddi sıkıntılarla dolu yıllar geçirirler. Okul hayatı da bir o kadar sıkıntılıdır. Edebiyata olan ilgisi daha okul çağındayken , şiir ve tiyatro sevgisi ile başlar. Yine okul yıllarında Paul Cezanne ve onun yakın arkadaşı Jean Baptistin Baille ile tanışır. Zola bu yıllarda Cezanne ve Baille’ye atfederek birkaç şiir kaleme alır, Haçlılar hakkında yazar, iki sevgiliyi anlatan La Provence’yi 1859’da yayınlar ardından işçi sınıfı kızlarını anlatan Les Grisettes de Provence’yi yazar. Diploma sınavlarında iki kez başarısız olan Zola eğitimini sonlandırmak zorunda kalır. İki yıl kadar süren işsizlik hali onu bir hayli zorlar. Yeni kurulan Hachette Yayınevi’nde memur olarak çalışmaya başladıktan sonra ,bir yandan da gazetelere sanat ve edebiyat eleştirileri yazar. Bu işyerinde yükselerek yayınevinin tanıtımlarından sorumlu kişi haline gelir.1866 yılında sadece yazarlık yapmaya karar verip ayrılana kadar burada çalışır. İlk romanı Claude’un İtirafı 1865’te basılır. Bu roman, mezun olduktan sonra şair olmak hayaliyle Paris’e gelen, tavan arasında sefalet içinde yaşarken tanıştığı fahişeye tutulup, aşkıyla kadını kurtarabileceğini düşünen ve sonunda hayal kırıklığı yaşayan taşralı bir gencin arkadaşlarına yazdığı mektupları içerir. Kısmen otobiyografiktir. Eserlerinde Fransız toplumunun sorunlarını ayrıntılı şekilde dile getirmiş ve Victor Hugo ile zirveye çıkan romantizm akımından sonra edebiyata giren natüralizm akımına öncülük etmiştir. Özellikle romanları ile tanınır. En ünlü romanları, “Nana”, “Germinal” ve “Meyhane“ adlı kitaplarıdır. Nana’ da fakirlikten dolayı kötü yola düşen genç bir kızın yaşadığı zorlukları gerçekçi biçimde kaleme alır. Germinal’de maden işçilerinin gerçek grev öyküsünü yazar. Zola’nın işçilerle birlikte madende uzun zaman geçirdiği onlarla birlikte çalışıp, uyuyup ,yemek yediği söylenir. Yazar gözlemlemekle yetinmez, aynı zamanda deneyimler. Meyhane, Emile Zola’nın 21 romanlık Rougon-Macquart dizisinin yedinci cildidir. Serinin ilk altı kitabı fazla yankı uyandırmadığı halde 1877′de yayımlanan bu eseriyle kitapları en çok satan yazarlar arasına girer, ünü yayılır.Paris varoşlarında olan bitenleri tüm çıplaklığıyla aktarır. Gerçeği tüm yalınlığıyla süslemeden gözler önüne seren Zola eleştiri bombardımanına da tutulur. Kahramanlarının kötü insanlar değil yalnızca eğitimsiz ve koşulların yıprattığı insanlar olduğunu ve gerçekleri yazdığını söyler. Suç, ahlaki çöküş, adaletsizlik kadar küçük burjuvazinin hastalıklı yönlerini ve toplum dışına itilmişlerin sefalet içinde sürdürdükleri yaşamlarını da gözlemler. Fransız devriminden sonra gücünü yitiren aristokratların yerini ‘para bendeyse güç de bende’ diyen burjuvalar almıştır. Estetik kaygılardan uzak gerçekçi eserler vermeye devam eder. Gerçekçiliği, ortamı ayrıntılı betimleyişi ve imgesel anlatım biçemiyle natüralizm akımını güçlendirir. Avrupa’da birçok yazar izinden gider.
1870 yılında evlendiği sevgilisi Alexandrine’den ayrılır.1888’de Jeanne Rozerot hayatına girer. Zola’nın bu ilişkiden iki çocuğu dünyaya gelir. Bir süre sonra yazarın aile hayatını ve düzenini etkileyecek olaylar gelişir. Fransız ordusunda haksız yere casuslukla suçlanıp askeri mahkemede yargılanan Yahudi asıllı yüzbaşı Dreyfus’u 1897’deki davada baskılara rağmen savunan Zola, Fransa devlet başkanına hitaben “İtham Ediyorum” makalesini yayınladıktan sonra yargılanır ve bir yıl hapse ek olarak para cezası da alır. Arkadaşlarının isteği doğrultusunda Fransa’dan Londra‘ya geçer. Devam eden çabaları sonuç verir ve Dreyfus Davası’nın yeniden görülür, yurduna döner. Adalet yerini bulduğunda halk Zola’ya ulusal kahraman gözüyle bakar.
Dreyfus davasında aldığı tavırla 19. yüzyılın son ve yirminci yüzyılın ilk çeyreğindeki uluslararası edebiyat gündemine oturur. Olayla ilgili araştırma yaparken güzel bir çalışmaya denk geldim. Merak edenler için kaynağı yazının sonuna ekledim. Detaylı ve dikkatli hazırlanmış bu yazıdan kısa bir bölüm paylaşmak istiyorum: “Zola, yurttaşlık ve insanlık görevini yerine getirirken, asıl mesleği olan yazarlıktan da, yazınsal başarısını pekiştiren olgucu yaklaşımdan da uzak kalmamıştır. O güne dek uydurma deliller ve kof kahramanlık söylemleriyle yönlendirilmiş olan kamuoyunu yazılarıyla aydınlatmış; sağlam verilere dayandırdığı savlarını, yalın ve kesin bir dille duyurmuştur. Bunu yaparken elbette yeteneği ve güçlü kaleminden yararlanmış; “adalet” ve “gerçek” kavramlarını bir yazınsal yapıtın baş kişileriymiş gibi işlemiş; zaman zaman öfkeli bir dil kullanmıştır. Ancak usta yazarın bu ateşli biçemi hiçbir zaman bayağılığa kaçmamıştır. Zola, yararlının da güzel olabileceğini bir kez daha göstermiştir. Dönemin büyük ozanları bile, Zola’nın cesaretinin yanında, yapıtının güzelliğini de övmüşler, yazınsal değeri önünde saygıyla eğilmişlerdir.” **
Zola bu olayın ardından kaleme aldığı yazılarıyla ırkçılıkla suçlanır ancak o kendini sadece ‘adalet yanlısı’ olarak tanımlar, ithamları kabul etmez. “Gerçek“ zamansız bir baş yapıt! Köy öğretmeni Marc’ın üstünden yaşadıklarını ve olayı irdeler. Emile Zola, 1902 sonbaharında, kaldığı otelin yatak odasında dumandan zehirlenerek ölür. Ölümünü şüpheli bulanlar vardır elbette ama anlaşılan o ki kimsenin gerçeği aramaya cesareti yoktur…
Hayatı birçok kez kaleme alınmış ve eserleri televizyon yapımlarına konu olmuştur ama benim önerim 1937 yapımı biyografik filmi kaçırmamanız.
Emile Zola’nın Hayatı(The Life Of Emile Zola),William Dieterle tarafından yönetilen film, Zola’nın hayat hikayesi ile birlikte Dreyfus olayındaki duruşunu da anlatıyor. 1938’de En İyi Film Oscar’ını aldı ve ‘Akademi Ödülü’ alan ikinci biyografik filmdir.
Kasım 1897’de Le Figaro‘da çıkan yazısının başlığını aktararak bitirmek istiyorum.
“Gerçek Yürüyor, Onu Hiçbir Şey Durduramaz“
Gerçek ile doğru arasındaki bağlantıyı sorgulamama neden olan Emile Zola’nın anısına saygıyla…
Işık Sema Ergürbüz
**Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 19 / Sayı: 1/ ss. 181-195
Gül Tekay Baysan
Sema Hanım
Elinize sağlık. Sürükleyici ve bilgilendirici yazınızı büyük bir merakla okudum. Teşekkür ederim. Selamlar Kalgayhan
Sizden övgü almak ne güzel.Teşekkür ederim Kaygalhan bey. 🙂 Sağlıcakla…