“Kendimi sana doğru savuracağım. Yenilmeksizin ve boyun eğmeden, ey ölüm…”*
Sevinçler gibi acılar da paylaşılmalıdır, denilir. Oysa sınırları utançla çevrili acılar için paylaşım her zaman kolay olmayabilir… Özellikle de paylaşacak kimseleri olmayanlar için. Onlar acılarının üzerini örttükçe daha da büyüttüklerinin farkında olmazlar. Her gün bilinçaltının daha derinlerine itilen acıların hiç yaşanmamış olduğunu kabul etmek sadece bir kandırmacadır oysa. İnsanın kendi kendine ettiği belki de en büyük kötülüktür bu kandırmaca.
Zira ne kadar derinlerde olurlarsa olsunlar, hep kanadıkları için bir gün hiç ummadıkları bir yerden sızıverirler…
Virginia Woolf, ruhunun derinliklerinde gizlediği yaralar ve içindeki psikozla bir türlü huzura eremez. Onu sükuna kavuşturan, mutlu eden tek şey, yazmaktır. “Yazmazsam hiçbir şey bir bütün oluşturmuyor… yazmazsam hiçbir şey gerçek değil” diyerek yazar. Yazarken de “Hep fısıldar, alçak sesle söylenen bir ezgi gibi yüreğe işler.” **
Olanca naifliğine inat güçlü bir yüreğe sahiptir Virginia. Onun özgür ve sıra dışı ruhu Viktorya döneminin önerdiği kadınlık idealine ve iki yüzlü ahlak anlayışına karşıdır. Erkeklerin her durumda hoşnut edilmesi gerçeğini savunan ve kadınların kendisine ait hiçbir görüşü olamayacağı ileri sürülen bu dönemde, “Yazar, kendisi olabilme cesareti gösterebilmelidir!” diyerek deneme ve eleştiri yazılarında bu görüşlere meydan okur.
Oxford ve Cambridge üniversitelerine kızların alınmasını engelleyen kurallara yazılarıyla karşı çıkan Woolf, pek az kadına nasip olan Kraliyet Onur Nişanı ve Manchester Üniversitesi Onur Üyeliğini kabul etmez. Yaşadığı dönemin kadın gerçeğini değiştirmeye yönelik çabalarının yanında, dönemin geleneksel roman anlayışına karşı bir başkaldırı da söz konusudur.
O, geleneksel romanlardaki gerçekçiliğin yaşamı yansıtmadığına ve yazılanların yapay durduğuna inanıyordu. Gerçek her insana göre değişebilen,elle tutulamayan bir şeydi. O halde romanlarda bir kişinin ne yaptığını değil, aklından gelip geçen duygularla, düşünceleri, anlık izlenimleri saptamaya çalışmalıydı. Bu anlamda, bir kadının yalnızca bir gün boyunca yaşadıklarını anlatan Mrs. Dalloway, bilinçakışı tekniğinin en başarılı örneklerinden sayılmıştır.
Erkeklerin,“Bizim kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu savunuyorsunuz, madem öyle neden Shakespeare gibi bir dahi çıkartmadınız?” sorusu üzerine feminist hareketin klasik kitabı olan “Kendine Ait Bir Oda”yı kaleme alan Virginia Woolf, tarihsel ilişkilerin kökenine inip kadın edebiyatına dair bir araştırma yaptıktan sonra kitabında kadınlara şöyle seslenir: “Para kazanın. Kendinize ait bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın. Erkekler ne der diye düşünmeden yazın.”
Asla Manik Depresif oluşunu saklamaz Virginia. O, deliliğini kendi içinde aşmış bir yazar olarak yaratıcılığını yaşadığı med-cezirlere borçluydu belki de… Küçük yaşlarda yaşadığı ensest, düş kırıklıkları, anne ve kardeşlerinin ölümüyle yaşadığı acı, kalemi sayesinde sanata dönüşerek hem ruhunu onarmış, hem de İngiliz Edebiyatına unutulmaz eserler bırakmıştır.
Yarını yaşamak istememesi, dünü unutamadığındandı kuşkusuz. O”nun için hep “an” dır söz konusu olan. Zamanı takvimle sınırlamak istemez. Yaşanan anı sonsuz kılmaktır önemli olan. “Yaşamın ve duyguların, ışığın sudaki yansımaları gibi andan ana değişimlerle akan sınırsızlığına ve sonsuzluğuna tutkundur. Yaşam ve duygular, dalgalar gibi yükselir ve söner, birbirinden doğar, birbirine batar. Virginia bu dalgalanmanın iç dünyamızdaki izdüşümlerini anlatır,şiirsel metinlerinde,bilinç akımı yöntemiyle.”***
Gün gelir yazarak da kurtulamaz acılarından, ta ki kendini Ouse ırmağının serin sularına bırakana değin. Böylece “Küçücük varoluş sebebi” sona erse de dünya Virginia Woolf”u okumaya, acılarını paylaşmaya devam ediyor…
*Virginia Woolf/ Dalgalar
** ***Benim Yazarlarım / Erendiz Atasü / Bilgi Yay.