Üzüm Salkımında Saklanan Haz ve Brimmer’ın Çağrısı

Tomris Uyar, John Cheever’in “Yüzücü” adıyla çevirdiği öykülerinin girişine “Neden mi John Cheever” başlığıyla bir yazı yazmış. Bu hoş giriş yazısında Cheever’ın, Amerikan taşra manzaralarını çizerken ve özellikle de küçük kaçamakların, küçük tutkuların, küçük kıskançlıkların aslında ne kadar önemli olduğunu, nelere patladığını anlatırken bir Çehov burukluğunda olduğunu söylüyor.

Eleştirmenler, 1912 doğumlu Cheever’ın, Amerika’nın Çehov’u olduğunda birleşiyor ve onu F. Scott Fiztgerald ve John Updike arasında bir yere yerleştiriyorlarmış. Fitzgerald’ın Caz Çağı Öyküleri’ni ve Updike’ın  “A&P Market “ adlı öyküsünü okudum. Sanırım Truman Capote ve Raymond Carver da benzer geleneğin yazarları. Hepsi de iyi öyküler yazmış. Carver ve Cheever en sevdiklerim oldu. Carver’ın John Cheever’a adadığı “Tren” adlı bir öyküsü de var.

Yazar, “The Stories of John  Cheever” adlı öykü derlemesiyle 1979’da Pulitzer ödülü ile National Book Critics Circle ödülünü kazanmış. Türkçede, Roza Hakmen’in çevirisi ile Everest Yayınları’ndan çıkan Boşanma Mevsimi adlı öykü kitabı da var. İki kitabı arka arkaya okudum.

Güncesine şunları yazmış Cheveer : “Özyıkımcılığın içe işlemeye başlayan ilk belirtisi bir kum taneciğinden farksızdır. Bir baş ağrısı, önemsiz bir sindirim bozukluğu, bir mikrop kapmasıdır. … Güne yeni bir amaç, biraz gündelik kazandırma çabasıyla …  saçma sapan olmadık bir şey yaptıktan sonra da ertesi sabah, ölsem daha iyi duygusuyla uyanırsınız. Ama bu cehennemin dibini nasıl boyladığınızı geriye doğru sararken başlangıçtaki o kum taneciğinden başka bir şey bulamazsınız. “

Beni Cheveer’in öykülerine en çok çeken sanırım o kum taneciklerini farklı biçimlerde bir araya getirmesi ve aynı konudan farklı bakış açılarıyla birden fazla öykü yaratmasıydı.

Bu yazıda “Brimmer” adlı öykü üzerinde duracağım. Bunun nedeni, bir kişinin hayranlıkla kıskançlık arasında gidip gelen duygularla gözlerini -adeta dikizlercesine- başka birisinin üzerine dikmesi. Kıskançlıkla izlenen kişi Brimmer. Anlatıcı ise Cheveer’ın diğer öykülerindeki gibi Amerikan taşrasında yaşayan orta sınıf, beyaz, protestan bir yazar. Kendi söylemiyle “düzeni kollayan toplumun” üyesi.

Ağaçkakan , Tom Robbins - Fiyatı & Satın Al | idefix

Brimmer, Tom Robbins’in romanlarındaki erkek karakterleri hatırlattı bana. Kıpır kıpır bir adam; zeki, zarif, hınzır. Anlatıcı onu, keçimsi yarı-tanrılara, anladığım kadarıyla Pan’a benzetiyor.

“Gözbebekleri tıpkı keçi gözü gibi uçuk, dar ve uzundu. Gözlerine güleç denebilirdi de ara sıra cam gibiydiler. Kavallara filan gelince … bildiğim kadarıyla herhangi bir saz çalmıyordu, yine de elinden hemen hiç eksik etmediği kadeh, üzüm salkımının yerini tutabilirdi pekâlâ.”

Kadınları cezbettiği gibi hayvanların ve küçük çocukların gönlünü kazanmakta da usta olan Brimmer’ın anlatıcıyı etkisi altına aldığı gözümüzden kaçmaz. Onun inceliğini, bakımlı ellerini, usul ama tekdüzelikten uzak sesini, sevimli telaşını, canlılığını uzun uzun anlatır. Şeytan tüyü vardır Brimmer’de.

Brimmer’le tanıştığı, Newyork’tan Napoli’ye yol alan gemi, o hattın en eskilerindedir ve son seferini yapmaktadır. Yolda fırtınaya yakalanırlar, güverteyi fokurdayan dalgalar basar. O sırada bir pingpong masası denize yuvarlanır. Hava düzeldiğinde gemi hâlâ iç karartıcıdır. Orkestra, neşesi seyrelmiş, bitmeyen müziğiyle can sıkıcıdır. Geminin barındaki güneyli aile, bir iş kadını ve sekreteri, Mmm. Troyan adlı çekici bir kadın ve Brimmer anlatıcının dikkatini çeker. Tatsız bir düşe benzeyen ortamla tezat oluşturan Brimmer’la ahbap olurlar. Bitişik kamarada kalan Brimmer, bütün cazibesiyle Mmm. Troyan’ı da etkisi altına alır.

Yüzücü , John Cheever - Fiyatı & Satın Al | idefix

Bu bölüme kadar anlatıcının tekdüzelikten, büyülü olanın hazzına doğru çekilişini izleriz. Ama bir yandan da onu kendisine çeken, dış yönlendirmelerle kurulmuş düzen anlayışı vardır. Devlet, din, aile gibi kurumlar bu düzenin aktörleridir. John Cheveer’in öykü karakterleri hayatın hazzı ile düzenin kuralları arasında gidip gelmeyi hep yaşar.

Bir gece, anlatıcı Brimmer ve Mmm. Troyan ile hoş bir eğlence ve sohbet ortamı yakaladıkları halde izin isteyip yanlarından ayrılır. Yatma saati gelmiştir. Yatağındadır ama Mmm. Troyan’ın canlı ve kışkırtıcı hayali yanı başındadır. Sabırla uykusunun gelmesini bekler. O sırada yan kamaradan Brimmer’le Mmm. Troyan’ın ateşli fısıldaşmalarını ve onu allak bullak eden seslerini duyar. Tökezlemiştir. Sakinleşebilmek için evlilik, sadakat, insan yapısı ve aşkın önemi konusundaki bildik görüşlerini kendisine hatırlatarak uykuya dalar.

O geceden sonra sürekli Brimmer’i ve Mmm. Troyan’ı gözlemeye başlar. Kendisinden çıkmış, bir dikizciye dönüşmüştür artık. Kıskançlık duygusu ahlakçılığını ve öfkesini kabartır. Bir Episkopalyen din adamıyla yaptıkları yürüyüşte uzun uzun alkolizm ve fuhuştan söz ederler. Lakin, dinine bağlı, iyi bir yurttaş olduğu konusunda kendisini ikna etme çabaları sonuç vermez. Aklı hâlâ Mmm. Troyan’la Brimmer’dadır. Sürekli kamaraya kapanan çiftin yol boyunca gördükleri güzellikleri kaçırdıklarını düşünerek yüreğini soğutmaya çalışır.

Mmm. Troyan gemiden ayrılıp gemi Cebelitarık’tan çıktıktan sonra Brimmer bir süre hüzünlü görünür. Anlatıcı, hayranlığının ve kıskançlığının asıl kaynağı Brimmer’ı dikizlemeye devam eder. Onun işkadını ile yakınlaşmasını izler, bitişik kamaradan gelen seslerini dinler. Hayatın tartışılmaz zorunluluğu ve ölümcül ciddiliği elini kolunu bağlarken aşkın ve cinselliğin kışkırtıcılığına dayanmak zordur. Brimmer’le işkadını arasındaki ilişki, aşkın tanımına ne kadar da uygundur. O ilişkide burukluğa, bocalamaya, ödlekliğe yer yoktur. Kendisinin ahlakçı bir önyargı içinde olmadığını varsayar. Ama bu tür yozluklar deneyimlerine göre çökme tohumunu içinde barındırmaktadır.

Gemiden indiklerinde sarışın, güzel bir kadın Brimmer’ı almaya gelmiştir. Kahramanımız, sözüm ona bütün öfkesine rağmen, onların peşine takılarak Roma’ya ve ardından Floransa’ya gider. İnsanın kendisini bir türlü anlayamamasını gözler önüne serer Cheever. Anlatıcı yalnız kalmak istemediğinden söz eder ama, haz duygusunu sonuna kadar yaşayan Brimmer’e hayranlığını göz ardı edemeyiz. Öykünün ana ekseni yalnız kalma korkusu ile hazzın çekiciliği arasında gidip gelmeye dayanır zaten.

Birlikte gittikleri Assisi’deki fırtınayı ve kilisede yaşananları Brimmer’ın varlığına bağlaması da hazzın peşine takılmanın kötücüllüğüne işaret der. Brimmer’ın ilişki kurmadaki ustalığını bir türlü içine sindiremez.

Eve döndükten bir süre sonra Brimmer’in sevgilisinden, onun ölümcül hasta olduğuna dair bir mektup alır. İçinde Brimmer’ın “azıcık sofu azıcık zındık tınısını koruyarak ilerleyen” karalamaları vardır. Mektup eline geçene kadar Brimmer’ın ölmüş olabileceğini düşünerek rahatlar. Sonunda cezasını bulmuştur işte.

Son sahnelerde oğluyla deniz kıyısında buluruz anlatıcıyı. Denizle hayat arasındaki ilişki ile oğluyla ikisi arasındaki ilişkiyi sorgular. Dünyada rakip olduklarını düşünür. Belki de yalnız kalma korkusuyla sarıldığı ailesi ile ilişkileri güzel duygulardan uzaktır. Belki de sığınılan, çözülmesinden korkulan kurumların hepsi sorgulanmalıdır. Bütün bunları sadece sezdirerek ilerler Cheever. Denizin hissettirdiği güzellik duygusuna ve hazza odaklanır. Suyun yüzeyindeki hafif yarılmadan sonra güneş, kocaman bir ışık ağıyla dibe vurmaktadır. Dudak boyası renklerinde denizyıldızları ve beyaz çiçekler etrafı sarmıştır. Oğluyla arasındaki gerginliklerin de çözüldüğü bir haz kaynağıdır deniz.

Cheever’ın deniz metaforunun etrafında öyküler yazdığını söylemek mümkün. Güle Güle Kardeşim ve Yüzücü vb. öykülerinde de “su” motifi dikkat çeker.

Öykünün sonunda okuyucuyu bir sürprizin beklediğini söylemeden geçmeyelim. Şunu da belirtmek gerekir ki kahramanımızın -bütün gelgitlerine rağmen- gönlünün nerde olduğunu, suyun yüzeyine çıkınca saçlarındaki suyu silkeleyip “evden dünyalar kadar uzak” olduğunu düşünmesinden anlayabiliriz. Öykünün son cümlesi gibi, ilk cümlesi de bir ipucu veriyor:

“Yaşanmış bu olaylar, törelere aykırı ve muzır olduğundan Brimmer gibi bir kişilik kimsenin ilgisini çekmeyecek, ama o zaman siz siz olun, muzır gerçeklerin Nantucket çayırlarındaki papatyalar kadar bol olduğu müzelerden, bahçelerden, tarihi kalıntılardan da uzak durun.”

 

Nalan Arman

 

 

John Cheever, Yüzücü, Çev. Tomris Uyar, Everest Yay., İstanbul, 2020

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir