TİCARET LİSESİ’NDEN TİCARET HAYATINA

Nedim, ailesinin sekizinci çocuğu olarak dünyaya merhaba demişti. Annesinin “Tekne kazıntısı” idi. Ama, annesi nereden bilebilirdi ki yaşlılıktaki tek dayanağı da bu topaç gibi oğlu olacaktı.

Nedim, Bursa’nın eski yüzünün en önemli unsuru olan çoğunluğu ahşap ve kerpiç binalardan oluşan iki katlı, geniş avlulu ve bahçeli evlerin oluşturduğu Hisar semtinde, beş kardeşi ile beraber yaşıyordu. İki kardeşini hastalıklar yüzünden kaybetmişlerdi.

Mahallede çocuklar birbirlerine geçişli ara kapısı olan evlerden birbirlerine geçerek oyunlar oynuyor, bahçelerdeki meyvelerin sahibine bakılmaksızın tadına bakıyorlardı.

Nedim, ilkokul dördüncü sınıfta yıldızı bir türlü barışmayan ve sevemediği Feriha öğretmen tarafından sınıfta kalacak notlarla doldurulmuş bir karne sahibi olmuştu. Sene sonunda da dördüncü sınıfı tekrarlamak zorunda kalmıştı.

Ertesi yıl öğretmen değişikliği olmuş ve Neriman öğretmen isminde okulda yeni, fakat oldukça kıdemli bir öğretmen derslerine girmeye başlamıştı. Nedim ile özel olarak ilgilenmiş ve Nedim’e okulu ve okumayı tekrar sevdirmeyi başarmıştı. Bir öğretmenin bir çocuğun kaderi üzerindeki etkisi gerçekten bu kadar yüksek olabiliyordu.

Gerçi, Nedim benzer haylazlıkları Neriman öğretmene de yapmıştı. Neriman öğretmen bir gün sorduğu sorulara ters ve kasıtlı yanlış cevap veren Nedim’e hiç beklemediği bir anda sertçe bir tokat atmıştı. Ardından “Nedim, artık kendine gel. Bu çocuk sen değilsin. Sen içinde iyilik ve çalışkanlık olan bir ruha sahipsin. Fakir bir ailenin çocuğu olarak okumazsan bu hayatta nereye varacağını sanıyorsun. Aklını başına al hemen. Yarından sonra yeni bir Nedim görmek istiyorum artık.” demişti.

Bu konuşma, adeta Nedim de soğuk duş etkisi yapmış, kendisi ile hesaplaşmış ve yüzleşmişti. Öğretmenin doğru söylediğini ve tamamen kendi iyiliği için söylediğini de anlamıştı. Kendi mahallesinde oturan öğretmeninin  kapısını çalmış, kendisine artık yeni bir Nedim olacağına söz vermişti. Öğretmeni de saçını okşayarak “Ben de seni hep böyle hevesli ve neşeli görmek istiyorum. O karamsar ve huysuz çocuğu ikimiz de unutalım” demişti.

Neriman öğretmenden sonra Nedim başarılı bir şekilde dört ve beşinci sınıfı bitirmişti. Artık önünde ortaokul dönemi vardı. Bir yıl kaybetmişti, ama bu vakitsiz hayat dersi onu olgunlaştırmış ve aslında arkadaşlarının önüne bile geçirmişti.

Nedim’in babası çobanlık yaptığı için yılda birkaç ay evde kalabiliyor, çocuklarla ilgilenme işi ağırlıklı olarak annesine düşüyordu. Akrabalarından birkaçı ilkokuldan sonra Sanat Okulu’na devam edecekti. Nedim de en azından muhasebeci olur ekmeğimi kazanırım diye düşünerek Ticaret Lisesi’ne gitmek istiyordu. Akrabalarından kimse dördüncü sınıfı iki senede okumuş bu çocuktan ümitli değildi. Babasına da “Boşuna uğraşma, bu çocukta iş yok demiş” demişlerdi. O da kararsız kalmış, ama kararı oğlu ve annesine bırakmıştı. Zira, okul kayıt zamanı o şehir dışında olacaktı.

Annesi Nedim’e “Gözümün içine bak benim kara gözlü ceylanım. Sen bu okula gitmeyi gerçekten istiyor musun ? Başkalarının ne dediği beni ırgalamaz. Sen ne istiyorsun onu bana söyle” demişti. Nedim de “Anne, ben artık akıllandım. Okumak istiyorum. Çoban olmak istemiyorum. Ticaret Lisesi’ne gitmek istiyorum.” demişti gözleri yaşararak.

Ertesi gün annesi oğlunun elinden tutup, daha önce mahalleden yaşı daha büyük okul talebelerinin ayarladığı kayıt evrakları ile birlikte okulun yolunu tutmuştu bile. Okul Müdürü’nün onları kıyafetleri dolayısıyla gözü pek tutmasa da kayıtlarını yapmış, annesi de imza yerine parmağını basıp, kaydı tamamlamıştı.

Odadan çıkarken annesi Müdüre dönüp, “Sen fakir diye bu çocuğu küçümsüyorsun efendi. Doğrudur babası esnaf veya tüccar değil. Ama Ticaret Lisesi de sadece ticaret yapanların çocuklarının değil, onlara yardımcı olacak diğer çocukların da okuduğu bir okul. Oğlum seni utandıracak. Merak etme. Benim evladıma güvenim tam” demiş ve içini soğutmuştu. Sonra da devam ederek, “Senin kadar büyük okullar okumadığım daha doğrusu okuyamadığım doğru. Ama ben sekiz çocuğu alnımın akı ile yetiştirdim. Bu da sonuncusu. Hangi hamurdan ne çıkar bilirim. Kal sağlıcakla.” demişti. Biraz kızgın olsa da oğlu dolayısıyla kendini mağrur bir anne olarak görüyordu. Oğlunun gözünü ne bu okul ne de Müdürü korkutmamalıydı. Cesaret oğlunun hamurunda vardı. Onu da annesinden almıştı.

Nedim, kayıt işini bitirmişti. Ama, okul kitapları ve kıyafet için paraları yoktu. Babasının gelmesine de en az birkaç ay vardı. Nedim, hali vakti iyi olan, eğitime olumlu bakan ve İstanbul’da yaşayan dayısının yanına annesi ile beraber gitmişti. Daha konu açılmadan dayısı onların gururu incinmesin diye durumu bildiğinden “Bu yakışıklı madem Ticaret Lisesi’ne başlayacak, dayısı olarak bana da okula başlama harçlığı vermek düşer. Ne büyük bir keyif bu. Bu günleri de gördük çok şükür yeğenim” demişti. Nedim ve annesi iki buçuk liraya razıyken dayısı çıkarıp kağıt on lira vermişti. Nedim’in gözleri ışıl ışıl olmuş, dayısı Nedim’e belli etmeden annesine göz kırpmış, yeğenime feda olsun, sen üzme kendini demişti gözleriyle.

Nedim Bursa’ya dönünce kitaplarını almış, birkaç da defter alabilmişti. Okul formalarını da alma imkanları olmuştu. Sadece okul çantasına para yetmemiş, onu da komşuları marangoz Sabri Amca atölyesinde birkaç gün içerisinde tahtadan bir çanta yaparak çözmüştü.

Okulda benzeri yoktu, ama çantası çok iş görüyor ve tüm malzemesini alabiliyordu. Kış aylarında da üşümemesi için babasının evde kalan paltosu biraz küçültülerek annesi tarafından Nedim’e verilmişti. Tabii biraz üzerinde bol duruyor, hatta üzerinden dökülüyordu. Ama Nedim için bu durumun önemi yoktu.  İnsanlar da o devirde çok aldırmıyordu bu tür şeylere. Yamalı pantolonlar olan dönemde  çok büyük bir sıkıntı değildi.

Kış ortasında Nedim’in babası da eve gelmişti. Okula başlamasına sevinmişti. O da iki buçuk lira vermişti. “Eksiklerin varsa onları tamamlarsın” demişti. Artık, Nedim’den mutlusu yoktu. Babasının para vermesinden daha önemli olan okumasına onay vermesi ve arkasında durmasıydı.

Nedim, okulda matematik ve muhasebe derslerinde öğretmenlerinin gözdesi olmuştu. Müdür de uzaktan takip ediyordu Nedim’i.

Bir gün Nedim’in sınıfında bir kopya olayı yaşanmıştı. Nedim’in coğrafya öğretmeni Ahmet’in Nedim’den kopya çektiğini düşünmüş, her ikisinin de kağıdını alıp sıfır vermiş ve disiplin kuruluna sevk etmişti. Müdür de Kurul Başkanı olarak “İşte kendini belli ettin Nedim efendi. Boyaların döküldü. Gerçek yüzün ve karakterin ortaya çıktı” diye içinden geçirerek ellerini ovuşturmaya başlamıştı bile.

Disiplin Kurulu her iki öğrenciyi de dinlemişti. Nedim, kesinlikle böyle bir şey olmadığını söylüyordu. Ahmet ise, kopya çektiğini itiraf etmişti biraz baskı görünce.

Ama, o gün çok ilginç bir şey olmuştu.  Öğrencilerden şekerleme dükkanı sahibi Rıza Bey’in oğlu Hamdi Kurul’a ifade vermek istediğini Kurul üyesi Sınıf öğretmenine söylemişti. Öğretmeni de durumu Kurul’a iletmiş ve Kurul Hamdi’yi de dinlemeye karar vermişti.

Hamdi, Kurul Salonu’na girmiş ve ayakta konuyu anlatması istenmişti kendisinden. Hamdi, “Ben Ahmet’in arka sırasında oturuyorum. Nedim de çaprazımda oturuyor. Nedim, hiçbir şeyden habersiz bir şekilde imtihandaki sorunun birini yapıp, ikinci sayfaya geçince ilk sayfayı yana koydu. Ama, bunu maksatlı yapmadı. Ahmet de kötü niyetle bundan istifade etti. Durum bundan ibaret. Nedim’in suçu yok. Ona haksızlık etmeyin” deyip, çıkmıştı.

Kurul, Ahmet’i tekrar çağırıp, biraz da sıkıştırınca gerçek ortaya çıkmış ve Nedim’in suçsuz olduğu anlaşılmıştı.

Nedim’in annesi yine cahil haliyle haklı çıkmış, hamuru düzgün çocuktan kötülük çıkmamıştı. Müdür, bu defa  kendi kendine önyargısı sebebiyle çok kızdı. Bu kadar eğitim aldım ama hala insan sarrafı olamamışım. Yazıklar olsun bana diye içinden hayıflandı.

Hamdi ve Nedim o günden sonra iki yakın arkadaş olmuşlardı. Aslında ikisi Hisarda oturuyorlardı. Aynı mahallenin çocuklarıydılar. Okulda birbirlerini görüyorlardı. Hamdi ve Nedim’in babası da Arnavut kökenliydi. Ama, Nedim zengin çocuğu deyip pek yaklaşmamıştı Hamdi’ye. Meğer o kibirli duran çocuğun içinde mangal gibi bir yürek ve eşine az rastlanır bir hakkaniyet duygusu barınıyormuş diye düşündü içinden.

Bir gün Hamdi’nin babası okul çıkışı ikisini şekerleme dükkanına çağırmış, tatlı ve şekerleme ikram etmiş, ve Nedim’e bir teklifte bulunmuştu. Bazı günler okul çıkışı Hamdilerin evine gelip, ikisinin beraber ders çalışmalarını istemişti. Hamdi matematik konusunda Nedim kadar başarılı değildi. Nedim yaşanan olayın da etkisiyle sevinçle teklifi kabul etti.

Birkaç gün sonra, Nedim Hamdilere gitmişti. O bir sehpanın üzerinde ders yapacaklarını sanıyordu. Oysa, Hamdi’nin babası evdeki ufak bir odayı boşaltmış, yeniden boyatmış, bir okul sırası gibi güzel ahşap geniş bir masa koymuş ve iki de harika ahşap ve tekerlekli sandalye koymuştu odaya. Hamdi’nin annesi de dükkandan sıcak sıcak gelen poğaça, börek ve tatlıları kendi elleriyle yaptığı çay veya limonata ile beraber ikram ediyordu. Nedim’in keyfine diyecek yoktu. Demek talih hep ters gitmiyordu. Ama onun akışını değiştiren Neriman öğretmenin damgası hayatı boyunca sürecekti.

Yıllar birbirini izlemişti. Lise ikinci sınıfa gelince Nedim’in bir yandan da muhasebe ofisinde çalışmaya başlamıştı. Ama çalıştığı yer gece muhasebesi idi. Delikanlı’nın aklını çalan pek çok olumsuz unsur vardı. Konsomasyon yapan kadınlar bu genç ve yakışıklı çocuğu rahat bırakmaz olmuşlardı. Sonunda Nedim’e bu işi yan iş olarak bulan ve esas olarak çalıştığı muhasebe bürosunun sahibi Melih Bey, gece kulübünün patronu ile görüşüp, pavyon muhasebesine daha kıdemli bir adamını göndereceğini söylemiş, delikanlının bir kez daha hayatta tökezlemesini yerinde müdahalesi ile engellemişti.

Ama, bu arada Nedim maalesef okulda derslerine olan ilgisini de azaltmış ve yedi dersten birden ikmale kalmıştı.

Nedim, umutsuzca mahallede dolaşırken Hamdi yanına Nedim’in daha önceden tanıdığı biraz da haylazlığı ile bilinen ama Nedim’i çok seven arkadaşı Dinçer’i de alıp, Nedimle uzun bir konuşma yapmışlardı. Hamdi ve Dinçer “Sen bugüne kadar derslerde bize çok destek verdin. Şimdi sıra bizde. Her sabah altıda kalkacağız. Yakındaki ağaçlık tepede sessiz alanda sen derslerini çalışacaksın. Biz de tekrarlarını dinleyeceğiz. Unuttuğun kısımlar veya derslere girmediğin için bilmediğin kısımları sana anlatacağız. İtiraz istemiyoruz. Sonra da işine gider ekmeğini kazanırsın. Ama okul da devam edecek. Tamam mı ?” demişlerdi.

Nedim de “Ben bile kendimden ümitli değilim. Nasıl geçeceğim yedi dersten birden.” demişti. Hamdi ise “Seni bilmeyiz. Ama biz senden ümitliyiz ve sana güveniyoruz. Sen hepsini verirsin. Anneni de utandırmazsın” dediler.

Nedim, o yaz hayatının eğitim kampına girmiş ve sonuca ulaşmıştı. Gerçekten de yedi dersten de bütünlemede geçmeyi başarmıştı. Öğretmenleri de şaşırsalar da mutlu olmuşlardı bir öğrencilerini geri kazandıkları için. Sokaklar yerine okula dönen bir öğrenci her zaman bu ülke için kazançtı. Nedim de kendisine hiç ummadığı kadar çok kişinin inanıp, güvendiğini görünce gayretini arttırmış ve sonunda başarmıştı.

1950’li yılların sonunda Bursa’daki çarşı yangını Hamdilerin dükkanına da sıçramıştı. Nedim, tesadüfen olayı görmüş, bütün önemli makinaları dışarı çıkarmış ve itfaiyenin yangını söndürmesini sağlamıştı. Hamdi ve babası olayın kahramanını ararken, Nedim’in askıda unuttuğu montunu görmüş ve ona teşekkür etmişlerdi. Nedim ise “Aramızda bunca yılın hukuku var. Lafı mı olur ? Kim olsa öyle yapardı. Bana bu kadar iyiliği geçmiş bir aileye bu kadar bir karşılık vermişim çok mu?” deyip geçiştirmişti.

İlerleyen yıllarda Hamdi ve Nedim, aileleri ile birlikte Uludağ’da çok keyifli çadır tatilleri yapmışlardı.

İş hayatında ise, muhasebecilikle hayata atılan Nedim sonunda başarılı bir işadamı olurken, babası ile birlikte ticarete başlayan Hamdi maalesef iflas noktasına gelmiş, ama dedesinin ticari zeka ve yeteneğine sahip küçük oğlu şirketini zor kurtarmıştı. Ama Hamdi maalesef aniden geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayatını kaybedince o güzel gelişmeyi maalesef görememişti.

Nedim, yetmişli yaşlarında bir gün oğluyla Hamdi ile ilgili konuşurken, “Kaderin ve hayatın senin çizgini ne zaman başkası ile kesiştireceği belli olmaz. Özel hayatta ve iş hayatında iniş ve çıkışlar olur. Ama, unutma ki arkadaşının gönlündeki yeri hep aynıdır. O iniş ve çıkışlardan etkilenmez. Gündelik sıkıntılar, atışmalar veya gülüşmeler ona olan sevgini ve saygını azaltmaz. Sen de mümkün olduğunca çok sayıda gerçek dost sahibi ol. Para değil insan biriktir diyorlar hani şimdilerde, sen de öyle yap oğlum. Hayattaki son nefesine kadar tek ihtiyacın sadece dostlar.” demişti.

Hamdi hayatta son dönemde yaşadığı aksilik ve sıkıntılar yüzünden belki bu dünyaya kırgın ayrılmıştı. Ama, aslında hayatın ona bahşettiği ayrıcalıkları nasıl olduğu gibi doğal mirası olarak kabul ettiyse, yine hayatın onun önüne çıkardığı zorlukları da olduğu gibi kabul etmeliydi.

Nedim bu düşünceler kafasında dönüp, dururken, günün ve yaşının da verdiği yorgunlukla gözlerinin kapandığını ve buna mani olamadığını anlamış, kendine en sonunda uykuya teslim etmişti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir