SIR ODASI

 

Zar zor çıkıyorum merdivenleri… Bir yanım girmek istiyor eve, bir yanım ise geri dönmek…

Temennilerden, dualardan her şeyden uzağa gitmek.  Kapının önüne bakıyorum. Onlarca ayakkabı. Derin bir nefes alıp çalıyorum kapıyı.

Beyaz, kırmızı boncuklu başörtüsü, yaşlı yeşil gözleri ile annem karşılıyor beni.  ”Oğlum! Yavrum! Özgürüm!” diyerek sarılıyor. Kaybetmekten korkar gibi sıkıca…  Gözyaşlarına dayanamayıp bırakıyorum ben de kendimi.  Daha sıkı sarılıp hasret kaldığım kokusunu içime çekiyorum.  Yıllardır uzakta olduğum hasret kaldığım ev,  beni yadırgamayıp aynı sıcaklıkla karşılıyor. Salona doğru ilerlediğimde tanıdık,  tanımadık bir sürü yüz ile karşılaşıyorum. Kan çanağına dönmüş gözlerim ve yaslı kalbim ile onlara bakıyorum.  Hepsi ile teker teker tokalaşıyorum.  Taziye dolu sözlere aynı cevap ile karşılık veriyorum.

” Dostlar sağ olsun.”

Ne söylenen sözler ne de dualar dindiriyor içimdeki acıyı.  Kalbimdeki yara açıldıkça açılıyor. Yüreğimdeki yangın harlandıkça harlanıyor. İçimdeki bu acı geçecek mi? Bilemiyorum…

Bir müddet sonra annem elinde tepsi ile helvaları getiriyor.

” Al guzum,” diyor bir tanesini bana uzatarak.

Normalde helvayı seven ben yemek istemiyorum.  Helvayı yemezsem Ömer Kaptan geri dönecek, aynı aksi ifade ile karşımda oturacak sanki…

“Sağ ol annem, istemiyorum” diyorum.

“Oğlum…” diyor annem gözleri yaşlı. “Olur mu öyle şey? Babanın helvası bu! Yemezsen rahat etmez mezarında…”

Annemin ısrarına dayanamayarak alıyorum helva tabağını. Bol fıstıklı un helvası. Ne çok severdi babam…

Etrafıma bakıyorum.  Herkes helvayı yedikten sonra, yavaş yavaş helalleşip gidiyor. Gidin…

O malum odaya girmek için sabırsızlanıyorum. Sır Odasına.  Girmemizin yasak olduğu Sır Odası

Kapıyı açık unuttuğu bir gün, odadan içeri girmiş ve masanın üzerindeki bir defteri görmüştüm.  Tam deftere uzandığım sırada arkamdan gelen sesle irkilmiştim, ”Sakın o deftere elleyeyim deme!”  Arkam döndüğüm an onun her zamanki asık yüzü ile karşılaştım.  ” Bir daha bu odaya girdiğini görmeyeyim sakın!”

Kapıyı açıyorum.  Tam o günkü gibi duruyor oda. Duvarda balık ağları ve masanın üzerinde o defter.  Hazine bulmuş korsan misali atılıyorum deftere.

Açıp son sayfasını okumaya başlıyorum.

“Bu tufandan sonra, isterim ki

yalnızca güvercin,

ama tek bir güvercin

kurtulsun bir kez daha.

 

Boğulurum çünkü bu denizde,

uçup gitmese güvercin

Ve getirmese son anda
o yaprağı…”

Gözyaşlarım defterin sayfalarına yeniden dökülmeye başlıyor…

Derken defterden bir fotoğraf düşüyor.  Bir adam ve yanında bir kadın gülerek bakıyorlar. Kim olduklarını anlayamıyorum…

Fotoğrafın arkasını çeviriyorum.

”Canım abime hasret ve özlem ile… Kardeşin Hanife…

Ne yani, diyorum kendime… Bu fotoğraftaki babam mı?

Resimdeki mutlu, gülen adamın babam olmasına inanamıyorum. Evde hiç bir zaman böyle gülmezdi çünkü. Her zaman yüzü asıktı. Hep o memnuniyetsiz aksi ifade.

Halama kızgındı babam. Evde ne zaman konusu açılsa… ”Anmayın o pisliğin adını!!!” diye bağırarak sustururdu bizi.

Halamın hikâyesini de anlatmıştı annem bana. Hanife halam birine sevdalanmış, rahmetli dedem de onunla, fakir olduğu için evlenmesine razı olmamış. Hanife halam da bir gece vakti o adama kaçmış.  Dedem reddetmiş Hanife halamı. Aradan bir hafta geçince dedem ölmüş ve babam ölümünden Hanife halamı suçlu bulmuş.

Hanife halam hep özür diledi babamdan. Yalvardı yakardı. Hatta bir gün, eşi ve çocukları ile bizim eve geldi. Ama babam bağırarak geri gönderdi onları.

İnatçı adamdı babam… Kardeşini özlediği halde affetmeyecek kadar inatçı… ”Keşke …” dedim ağlayarak… ”Keşke affetseydin baba… İçine dert etmeseydin. Dert etmeseydin de bu kadar asık olmasaydı yüzün. Affetseydin de hep gülseydin! Aynı resimdeki gibi mutlu olsaydın! Mutlu olsaydın beni de severdin belki! Annem sevdiği zaman beni ” Şımartma şu çocuğu” demezdin!

Saçımı okşardın belki, sarılırdın!  Belki gitmezdim o zaman bu kadar uzaklara…

Keşke affetseydin! Keşke!!”

 

Bir hafta sonra, anamla helalleşip, yanıma babamın fotoğrafı ve defteri alarak geri dönmek üzere yola çıkıyorum. Arabanın aynasına babamla halamın fotoğrafını koyuyorum. Radyoyu açıyorum. Hümeyra karşılıyor beni.

”Öyle uzak ki yerim
Uzakları aşıyor
Bütün özlediklerim
Benden ayrı yaşıyor”

Yüzümde buruk bir gülümseme ile yola devam ediyorum.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir