Derya Erkenci

SAYIN SEYİRCİLER

Bu kadar insan severse insan, yaşamaya bağlanmanın bir haddi hududu olmazsa, sona yaklaşıldığında nasıl yakıştırırsın ki kendine ölümü?

Sanki günler bir tek onun için geçiyor, zamanın gaspının mağduru yalnız o, sadece o göçecek vakti geldiğinde, kederlenecek bütün bunlara öfkeli bir çaresizlikle. Orta yerinden çatlayacak, bölünerek çoğalacak kendi kendine. Cinayet ve taassubu yeniden icat edecek, ta ki bu fikrisabit onu mahvedene dek. Yaşlandıkça, bir şeyleri ömür boyu beklemek mümkünmüş gibi gelecek sonra. Tırtıllı serin bahçelerde, bir dut silkeleme ayininde, meyvelerine tutkun bir daldan yeniden düşüverecek anasının rahmine. Narin ellerde, pastoral bir hayalet fotoğrafı gibi kırlarda gezinecek.

Kimse bilmez gerçekte hayattan ne beklediğimi. Hayal hırsızı ahmaklar çalmasın diye fikirlerimi göğsümde saklarım. Önüm insan trafikli bir bulvar, iki yanımda yüksek çınarlar. Ardından kayıklar geçen, su manzaralı bir pencerenin önünde oturup periyodik uzayan sırt kaşıma aletiyle gün boyu kaşınmaktır dileğim. Bir de soğuktan dudaklarım morarana, parmak uçlarım ceset gibi beyazlaşana, azgın dalgalarda litrelerce tuzlusu yutana kadar yüzmek isterim. Hem aynı anda aynı benden iki tane olabilseydim, benlerden birini günahkâr bir çocuk gibi sever, aylaklığa ve sefalete feda ederdim. Avare ben, emin olun yargılarınızı hiç umursamazdı. Soranlara “Hayata karşı ahlaklı, kendini ifade ederken utanmaz olacaksın” derdim.

Sizler gibiyim. Her an tehdit altında hissettirilerek, ölmeye ve öldürmeye hazır yetiştirildim. Şiddetle büyütülen nesillerin merhametsizliğini iyi bilirim. Televizyon, kurbanına Komodo ejderi gibi sinsi bir kibarlıkla yaklaşır. Sunucular “sayın seyirciler” derken şeytani dilleri çatallaşır. Yoksulluk ve yoksunluk unutulur, ekrandaki kifayetsiz aksine bakarken. Gündüz kuşağında, saat başı kanlı savaş filmleri başlar geçmişimde, dehlizlerimden her dakika solistler geçer. Her saniye tuluata başvurur hayat. Gülünecek bir yanı kalmamıştır artık acınası Kavuklu’nun. Kurnaz Pişekâr elindeki şakşakla vurur durur. Kimi biçime takılır içeriği ihmal eder, kimi özün içinden geçer hissiyatını şekle dökemez. İkisini de az biraz beceren “vasat” işi götürür.

Seyretmek istediğim kötü programlar var. Belki biraz da okurum, yorgun düşüp oturduğum yerde. Sağlam bir ayakkabı, kalın bir roman, mangal gibi bir yürek ve daima yürüyerek. Ortaokulda bir halk şiirinde karşılaşmıştım ilk kez “naçar” ile. Çaresizliğin Türkçe kitaplarına girişi manidardı. Görür görmez, işitir işitmez merhamet etmiştim, acımıştım ona; demiştim, ne zavallı kelime. Çıldırmamak için yazıya sığınmıştım. Sıkılmıştım gündeminizden; saç tarayacak bir avuç su, âşık olunacak zerdali, nefes çekilecek neşe bırakmamıştınız. Bir kere köpek balığı tuttum, bir kere cinayet işledim düşümde, bir kere yeltendim at binmeye, bir kere yıkıldı evim bunlar da bana yetti. Varoluşum aslında bu kadar basitti.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir