Nalan Yılmaz

NESRİN BULAT’IN “YÜZLEŞME” SANCISI

“Siz sevmediniz kendiniz gibi olmayanı!”

Nesrin Bulat’ın Sevgi Bohçası (Veysel Yıldız Yayınları-2016) ve Ayaz Yarası (K.K.M. Yayınları-2020) kitaplarının ardından, öykü ve şiirlerden oluşan kitabı Yüzleşme (K.K.M Yayınları) Şubat 2025’te okurla buluştu. Yazarın yazıları, Mardin Söz ve Kale Haber gazetelerinde, Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi, Kara Zambak Dergisi, Nif Sanat Dergisi gibi ulusal dergilerde yayımlanmaya devam etmekte.

Bireyin iç dünyasına dönerek geride bıraktıklarıyla hesaplaşması, eski yaraları çoğu zaman kanatır. Hayal kırıklığı, sorgulamalar, boşluk hissi, ödenen belki de hiç ödenemeyecek bedeller kişide yoğun duygusal travmalara yol açar.
Nesrin Bulat Yüzleşme adlı kitabında, okuru psikolojisinin derinliklerine götürürken kullandığı dille ve anlatım olanaklarıyla estetik duyguyu harekete geçiriyor.
“Şair değilim ama sözümü şiirle açmayı seviyorum” diyen yazar, öyküleri şiirleriyle harmanlamış. Bir şiir bir öykü olarak tasarlanan eserde dizeler, farklı hikâyelere kapı açmakla ve okuru kendinden sonraki metne hazırlamakla yükümlü gibidir.
 Kitabın ilk metni olan Çocukluğum isimli beş bölümlük şiir, okuru küçüklük dönemine götürür, kendi yüzleşmesine hazırlar.
 “Çocukluğum, /Aynada kocaman çığlık /Acılardan bir salkım ki /Her tanesi yalnızlık…”
İlk dizeler, ilmek ilmek birbirine eklenmiş farklı hüzünlere işaret ederken, acıya yapılan vurgu, üzümlerin olgunlaşması için ihtiyaç duyulan güneşe (neşeye) satır arasında adeta gönderme yapar. Çünkü hayat, birbirinin zıddıyla dengededir ve öyle de akıp gider. Kim bilir belki de bazı üzümler neşeyle olgunlaşırken bazı taneler acının kekremsi tadıyla, daha serpilemeden toprağa karışıp gidecek. Şiirdeki yalnızlık vurgusundan sonra gelen Yüzleşme isimli öyküde, kahramanın çocuk yaşlarında maruz kaldığı enseste, ruhundaki derin yaraya tanık olur, varoluşsal yalnızlığa sürüklenişinin ayak izlerini takip ederiz. Onun yalnızlığı dışsal ve durumsal bir deneyim değil, varoluşunun doğasından kaynaklı olup derin, yakıcı ve kalıcıdır. Diğer deyişle varoluşsal yalnızlık, küçük bir seslenişle ya da sevecen bir sarılmayla dağılıp gitmez. Sosyal bağların eksikliği, beslenemeyen güven duygusu ve kahramanın kendi varlığıyla ilgili yaşadığı derin hayal kırıklığı onun her dalgada tepetakla olmasına yol açar ki savrulmalar bu koşullarda kaçınılmazdır.
“Çocukluğum, Okyanusun ortasında/ Yalpalayan bir kayık/ Tutunacak dal bulamayınca/ Her dalgada tepetakla.”
İnsan, sezgisel bir varlık olarak görme eyleminin ötesinde, dokunarak ve hissederek de varlığın izlerini sürebilir. Bu nedenle körlük edebiyattaki en derin metaforlardan biridir. Bazıları dünyayı yalnızca gözleriyle görür. Onlar için dünya maddidir. Bazıları içinse dünya parmaklarının ucunda, terlemiş teninde, burnuna ulaşan kokuda ya da işiteceği sestedir. Tüm duyu organlarını etkin şekilde kullanabildiğimizde elbette hayata dair yaptığımız okumalar zenginleşecektir.
Yazar, Körlük şiirinde “Gözlerimden çok kullanırım parmaklarımı” diyor. Dokunarak yazmanın ve parmakların, gözlerden daha fazla işlev gördüğünü vurgulaması, Jung’un Persona ve Gölge kavramlarını düşündürüyor. Jung penceresinden devam edersek, sözü geçen şiirin hemen ardından gelen Kayıp öyküsünün meselesini ve iletisini beslediğini görürüz. İç dünya aydınlanmadıkça gözlere dolan ışığın bireye faydası sınırlı olacaktır.   Her iki metinde de körlük, içeriye dönüşün çağrısıdır. Bireyler, toplum içinde kabul görmek ve belirli roller üstlenmek için bir persona geliştirir. Persona bireyin bilinçdışı yönlerini bastırmasına neden olabilir ve “gölge” ise bastırılan ve toplum tarafından kabul edilmeyen yönlerimizdir. Kendi iç dünyasını göremeyen bir insan, duygularını inkâr edebilir, korkularını bastırabilir ve gölgesine yenik düşebilir.
Kayıp öyküsünde karakterin bir gözü kaybolmuştur. Karşılaştığı bir adamınsa iki gözü birden kayıptır. Yani yazar, bireye değil topluma işaret etmektedir. Öyküde bilgeliği temsil eden kadının cebindekiler de (!) bu durumu doğrular niteliktedir. Toplumsal yaramıza yaptığı göndermeyle, birbirini tamamlayan Körlük  şiiri ve Kayıp öyküsü kanımca kitaptaki en özel metinlerden.
“Körün dokunması gibi yazışım/ ki körlüğe de yatkınım,/ Gözlerimden çok kullanırım parmaklarımı,/ Uçlarından içime dolan ne varsa,/ Odur yazdığım.”
Dokunarak hissetmenin insan ruhunda yarattığı derinliğe vurgu yapan şiir, görmenin parmaklarla da olabileceğini söyler. Görmek bir nesnenin dışı hakkında bize bilgi aktarırken dokunmak, o nesnenin ruhunu hissetmemizi sağlar.  Öykü ilerledikçe, karşımıza çıkan karakterlerle konu bireyselden toplumsal olana evirilir.
 Hiçbir Zaman şiirinde yazar “Sizin tarzınız değil bu şiir… Siz şiirde hafif şeyler seversiniz/ İyimser ve sözünü yumuşatan dizelere/ Taparsınız adeta… Siz sevmediniz kendiniz gibi olmayanı” der. Gerçek yaşam da tam böyle değil midir? Az ya da çok ötekileştirmenin acı yeşil tadına bakmamış, kötü kokusunu içine çekmemiş kişi var mıdır yeryüzünde? Sayfayı çevirdikten sonra okuduğumuz Canavar Famenne öyküsünde, işkencenin, saldırının her türüne maruz kalan ve sonunda aklını yitiren ve canavara dönen Famenne adlı kızdır. O kimsenin yanına yanaşmadığı yankısız çığlık, yataksız ırmaktır.
Ruhun labirentleri içi içe geçmiş aynalar gibidir. Bazen bizi köşeye sıkıştırır bazen yolumuzu şaşırtır. Bize bizi anlatan Yüzleşme öyküleri, gölgelerin fısıldaştığı, kötü anıların her köşe başını tuttuğu hayatlardan kesit sunarken okura da kendi yüzleşmesinin kapılarını açar.
Yüzleşme / Nesrin Bulat
K.K.M. Yayınları
77 Sayfa

Daha fazla Panzehir kitap analizine  buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir