MOBY DICK VE ANIŞTIRMALAR

Moby Dick’i okumalarım arasında aldığım edebi haz olarak her zaman ayrı bir yere koyarım. Bana kalırsa kitap, balina avcılığı tasvirinin çok çok ötesinde.

Romanın ilk yüz sayfasının başlarında denk geldiğimiz Ishmael karakterinin sıra dışılığı, roman anlatıcısı ile karşılaştığı ilk an, başka bir odası ve de yatağı bulunmadığı ucuz otel odasında aynı yatakta yatmak zorunda kalmasıyla okurun merakını kıskıvrak yakalıyor. Birbirini tanımayan iki adamı; bunlardan biri olan anlatıcı ile karanlık odayı aydınlatmaktan çok gölgelere boğan mum ışığı altında boyalı yüzü ile zebaniyi andıran, kelle avcısı bir yerli olarak Ishmael’in aynı yatağa girerek, öyle ki, anlatıcının sırtını korkudan Ishmael’ e dönemez bir halde, gözleri yarı açık sabahı zor ederler. Oysa Ishmael çok rahattır, diğer adamı umursamadan yatağa yatar yatmaz uyumaya başlar. Sabaha iki adamın kolları bacakları birbirine dolaşmış bir vaziyette uyanmaları, diğeri üzerinde yoğunlaşmış önyargının saçmalığının altını çizercesine, okuru gülümseten, son derece insani bir durum olarak anlatılmış.

Güncel olması ve de edebiyatla olan akrabalığı üzerinden yeni bir bağ kurmayı düşünürsek, Netfliks’te “In the Heart of the Sea” adlı Ron Howard yönetmenliğindeki film Moby Dick’in evveliyatını ele almış, romanda yazılmayan kimi durumları ifşa etmiş. Şöyle ki, Herman Moby Dick i yazmak isteyen fakat temellendirmek için, ilk gençlik yıllarında, balina avcılığı yapan gemilere binmiş, bunların birisinin kendisinde bıraktığı korkunç anılar batağında boğuşan yaşlı bir denizcinin anılarını, kaleme alır. Film gişede batak çıkmasına karşın romanın tersine geminin kaptanını, saygı duyulası, yakışıklı, güçlü kuvveti yerinde bir kahraman olarak göstermiş. Gişeye oynama düşüncesi sebebiyle bu durum olası görünüyor ve çok da eğreti durmamış kanımca. Hatırlanırsa romanda Ishmael’in dışında bir kahraman karakteri ortaya konmaz pek. O da ilk yüz sayfada. Sonrasında Ishmael silikleşir, sahneden çekilir yavaş yavaş ve yerini Kaptan Ahap’a bırakır. Ahap’ın karakteri ancak Moby Dick ile karşılaştıklarında, koca okyanusta aylarca inatla süren kaçıp kovalama içinde, kaptanlığı, gemi mürettebatı ile kurduğu ilişkiler üzerinden betimlenir.

Gün içinde biraz Google taradım, görünen o ki, gemilerde geçen zamanlarında yolu İstanbul’a düşmüş genç Melville’in ve ekşi sözlükten aşağıda alıntıladığım, hangi kitabında olduğu notunu göremediğim bir İstanbul güzellemesi yapmış;

//Melville’e göre Galata’da iskelede durduğunuz zaman kendinizi dünyadaki bütün milletlerin arasında hissedersiniz. Bir sürü değişik ülkenin paraları gezinir, 4-5 farklı dilde tabelalar vardır ve Melville burada “babil laneti”nden bahseder: kimseyle konuşamama durumu. Günlüğünün devamında da sürekli Türklerle birlikte Rum, Ermeni ve Yahudilerden bahseder ve genellikle İstanbul’un kadınlarını çok güzel olarak tanımlar. Orman benzetmesini istanbul’un dar sokaklarına daldığında yapar ve bunu şöyle anlatır:

“sanki ormanda kaybolmak gibi. sokakların herhangi bir planı yok. Cep pusulası. mükemmel bir labirent. dar. kapalı, kıstırılmış. (…) sokakların isimleri yok, doğadaki dostlar dışında herhangi bir tanımlayıcı yok. numaralar yok. hiçbir şey yok.”

Daha sonra camileri de çadırlara ve minareleri uzun servilere benzetecektir.

Bir başka dikkat çektiği konu mezarlıklardır. Batıdaki şehirler gibi ayrılmış noktalarda özenle kurulan mezarlıkların aksine Melville İstanbul’da her köşede irili ufaklı mezarlıklar olmasına oldukça şaşırır. Evden markete giderken bir mezarlığın içinden geçmek gariptir onun için ve bunu batıdaki mezarlıklarda ölüme atfedilen ayrı ve özel yerin aksine ölümün hayatın her anında ve her köşeden karşınıza çıkabileceği hissini uyandırdığını yazar.

İstanbul’dan ayrılırken denizde gördüğü Sarayburnu manzarası ile bitirir yazısını:

“günışığı Sultan’ın sarayı üzerine vuruyor. Güneş Sarayburnu’nun tam karşısında doğuyor Konstantinapol bir başkent için en mükemmel nokta olduğu gibi Sarayburnu da keyif için dünyadaki en iyi mekân.”//

………

Yine ekşi de bir yerde Mina Urgan’ın şu sarsıcı cümlelerine denk geliyoruz;

“…zaman zaman çıkardığı o garip seslere burnundan konuşma derseniz, balinayı horlamış olursunuz. hem balinanın söyleyecek nesi olabilir? ben, derinliği olan hiç bir varlık görmedim ki, bu dünyaya söyleyecek sözü olsun, geçimini sağlamak için bir kaç söz kekelemek zorunda kalır, olsa olsa. ne mutlu ona ki, dünya duyuverir sesini. ‘Melville’in sesini geç de olsa duymuştur dünya…”

Melville’nin leziz dilini sadece Moby Dick ile tanıdım. Nicedir okumayı düşündüğüm, Dostoyevski’nin ‘Öteki’ adlı romanına, Kafka’nın ‘Dönüşüm ’üne referans olan ‘Katip Bartleby’ini nihayet bugün edindim. Merakla okuyacağım…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir