Mehmet Eroğlu Polisiye Üçlemesi İle Yeni Okur Arıyor
İyi Adamın On Günü, Kötü Adamın On Günü, Meraklı Adamın On Günü -I
10 Ocak 2021’de Panzehir Dergi’de yayımlanan “Mehmet Eroğlu Yaşamdan Bezmiş Erkek Kahramanlar Anlatıyor” başlıklı yazımda Eroğlu’nun romanları hakkında genel değerlendirmelerimi paylaşmıştım.
Bu yazı kapsamında ise sadece yazarın polisiye üçlemesini oluşturan İyi Adamın On Günü, Kötü Adamın On Günü, Meraklı Adamın On Günü adlı romanlarından söz etmek istiyorum.
Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı çatısı altında yazma seminerleri veren Mehmet Eroğlu, öğrencileri ile üzerinde çalışmak üzere bir olay örgüsü tasarlar. Bu taslaktan üç aylık bir çalışma sonucunda yeni bir roman doğar: İyi Adamın On Günü.
Ekim 20202’de yayınlanan roman ve ana karakter eski avukat Demir Eroğlu’nun okurları ve öğrencileri tarafından çok sevilir ve deyim yerindeyse Sadık’ın yeni maceraları için ısrarlı bir talep oluşur. Yayıncısının da yönlendirmesiyle devam kitapları arka arkaya gelir. Ocak 2020’de “Kötü Adamın On Günü” yayınlanır. Ertesi yıl, Ocak 2021’de serinin üçüncü kitabı olan “Meraklı Adamın On Günü” de Eroğlu kitaplarının basım hakkını elinde bulunduran İletişim Yayınları tarafından okura sunulur. Mehmet Eroğlu üçlemenin tamamlanmasından sonra kendisi ile yapılan bir söyleşide “şimdilik polisiye roman defterini kapattığını” ifade etmiştir.
Ömer Türkeş ise, 31 Ocak 2020’de Hürriyet’te yayınlanan yorum yazısında farklı bir değerlendirmede bulunmaktadır: “Mehmet Eroğlu romanlarındaki polisiye motifleri yıllar öncesinde fark etmiş, hatta 90’lı yıllarda Virgül Dergisi’nde de yazmıştım. 80 sonrasında art arda çıkan romanlarıyla parlayan Mehmet Eroğlu’nun kitaplarını; ‘Issızlığın Ortasında’, ‘Yarım Kalan Yürüyüş’ ve ‘Geç Kalmış Ölü’yü unutulmuş polisiyeler arasında göstermek istiyorum. Ne yazar, ne yayıncısı ve ne de okuyucular polisiye olarak görmediler bu romanları. Onlar daha çok politik roman türü etrafında tartışıldı ve politik motifleri nedeniyle eleştirildi. Oysa, başka bir gözle baktığınızda birbirini tamamlayan bu üç kitap ‘Hard Boiled’un bütün özelliklerine sahip görünüyor. Karakterlerin politik kimliklerini kaldırıp yerine bir çete ilişkisi koyup, zaman ve mekânı 30’ların Amerika’sına taşıyan bir okuma yaparsak öykülerde hiçbir değişiklik olmayacak. 2000’li yıllarda yeniden yazmaya başlayan ve her romanında biraz daha ustalaşıp hikâyelerine, karakterlerine derinlik katan Eroğlu, polisiye kurguyu kullanmaktan vazgeçmedi. 2003 yılında yayımlanan ‘Kusma Kulübü’ karakteristik bir örnektir. Kara roman tarzında yazılmış bir siyasi polisiye diye nitelediğim ‘Kusma Kulübü’nün ardında toplumsal meselelere yönelik keskin bir gözlem, şiddet dolu bir eleştiri vardı.”
Gerçek yaşamda, tüm söyleşilerinde ve verdiği seminerlerde iyi bir romanda “olay” ve “gizem” olması gerektiğini özenle vurgulayan Eroğlu, yazma serüveni boyunca romanlarını bir olay örgüsüne ve gizem motifine dayandırmıştır. Bence de yazarımız polisiyeyi ilk kez bu üçlemede denememiştir. Aslında daha önce yazdığı romanlardan ve seminerlerinde öğrencilerine ısrarla anlattıklarından akıcı bir polisiye yazmanın formülünde ustalaştığını görmekteyiz. Eroğlu’nun önceki romanlarında da en az bir “gizem” vardır. Romanın sonunu ve gizemin nasıl çözüleceğini merak eden okur romanın akışına kolayca kapılır.
Tüm bu ustalık ve geride kalan kırk altı yıllık yazı deneyimi, onlarca roman ve senaryo bu yazıya konu olan üçlemedeki karakterleri inandırıcı kılmaya yetmiyor. Üç romanda da olay örgüsü tamam, kurgu akıcı, karakterler ise derme çatma, çok abartılı ve gerçeklikten çok uzak görünüyor.
İyi Adamın On Günü adlı ilk romanda tanıştığımız Sadık, herkes tarafından “iyi“ olarak tanımlanan, aklı kötülükten uzak, işine gücüne bakan, karısına âşık, adı gibi sadakatli ve iyi niyetli, çalışkan, sabırlı, sakin bir avukattır. Sınıf arkadaşı güzel ve hırslı Rezzan ile evliliğinde çok mutludur. Henüz iki yaşındayken anne ve babası bir kazada ölünce sert karakterli babaannesi tarafından büyütülmüştür. Yatılı okula kapağı atmış, kendi kendini yetiştirmiştir. Çocukluk anılarının etkisinden kurtulamaz, çocukluğuyla hesabı bir türlü kapanmaz.
Hiç beklemediği bir anda, kendisi gibi avukat olan karısı Rezzan’ın bir dava dosyasında usulsüzlük yaptığı için hapse gireceğini öğrenir. Bebeğini yeni düşürmüş olan karısının hapishane koşullarına dayanamayacağını düşünerek, suçu üstlenir ve 6-7 yıl hapis yatar. Sadık hapishaneye girince karısı boşanma davası açar ve hemen ardından usulsüzlük yaptığı dosyanın sahibi zengin işadamı ile evlenir. Romanın ilk bölümünde Sadık bir süre önce tahliye olmuştur. Üstlenmiş olduğu usulsüzlük suçu nedeniyle Baro’dan atılmıştır, artık avukat olarak çalışması mümkün değildir. Çok sevdiği, uğruna yıllarca hapis yattığı karısının daha evli oldukları döneminde usulsüzlük suçuna ortak olan işadamı ile birlikte olduğunu öğrendiği için çok kızgın ve kırgındır.
40. yaşını geride bırakmış olan Sadık, İstanbul’da rutubetli bir bodrum katında kötü koşullarda yaşamakta, bir turizm firmasının broşürleri için hiç görmediği tropik adalar hakkında rüyalarından ve hayallerinden yola çıkarak tanıtım yazıları yazmaktadır. Ayrıca karısının okuldaki en yakın arkadaşı Avukat Maide’nin üstlenmiş olduğu bazı dava dosyaları için çok düşük bir ücret karşılığında saha incelemeleri yapmaktadır. Yaşamın kıyısındadır adeta. Doğru dürüst beslenmemekte, sigara ve süt içerek hayatını sürdürmektedir. Kapı komşusu hayat kadınına ev sahibi ile olan sorunlarını çözebilmesi için yardım etmekte, dilekçelerini yazmakta ve hukuki süreçleri anlatmaktadır. Genç ve güzel Fatoş da ona ara sıra taze yemek getirmektedir. Bu arda sadık, barda tanıştığı kafası karışık Meral ile arkadaşlık etmektedir. Her ikisi için de aralarındaki cinsel ilişkinin gözlerinde pek bir önemi yoktur. Birbirlerinin varlığına ve dostluğuna ihtiyaç duymaktadırlar.
Buraya kadar anlattıklarımdan yola çıkarak, Sadık’ın tipik bir Mehmet Eroğlu karakteri olduğunu söyleyebiliriz. Yorgun, yoksul, yaşama küsmüş, geçmişindeki acıların ve takıntıların etkisinden kurtulamamış, olumsuz çocukluk anılarına takılıp kalmış, gelecekten hemen hiç bir beklentisi olmayan, bir şeyleri değiştirmek için hiçbir çaba göstermeyen, adeta sürünmekten memnun bir profilde sahiptir. Ancak, gene de kadınların ilgisini çekmeye devam etmektedir.
Ah biz kadınlar; çoğumuz radarımıza ’bize muhtaç bir erkek” görüntüsü girdiği anda, cinsellikten önce anaçlık hormonlarımız coşup, taşıyor. Yazarımız bu ayrıntıyı çok iyi gözlemlemiş. Hemen tüm kitaplarında sorunlu erkeğe ilgi duyan, ana karaktere bir şekilde destek olan, yaşam alanı sağlayan kadın karakterler cirit atmaktadır.
Öte yandan hemen her romanda kendiliğinden bir olaya karışmaz, bir eyleme kalkışmaz. Muhakkak ya bir eski asker arkadaşı, ya bir okul arkadaşının isteğiyle ya da onların aracılığıyla tanıştığı zengin iş insanlarının bir tür görev vermesiyle harekete geçer ve kendisinden beklenen işi gayet başarılı bir şekilde sonuçlandırır. Bu üçleme serisinde de kural değişmeyecektir. Her üç romanda da eski avukatımız bir tanıdığın ısrarlı daveti ile yeni bir gizemin peşine düşecektir.
Gerçeği bulmak ve adalet sağlamak uğruna ölümü göze alan, hayatla bağları zayıf, sert kabuklu ve mesafeli görünen ama başı dertte olanlara hayır diyemeyecek kadar yufka yürekli, her daim zayıfın yanında olan Sadık Demir karakteri, Eroğlu’nun diğer romanlarından tanıdığımız kahramanlarla aynı hamurdan karılmıştır.
Yoruma ara verip, hikâyemize geri dönelim.
Bir sabah avukat Maide arayarak, Sadık’a yeni bir iş verir. Çocuklarının bakıcı Yeter Hanım’ın on yedi yaşındaki oğlu Tevfik bir süredir kayıptır. Annesi onu çok merak etmektedir. Polis kayıp delikanlının izini bulamamıştır. Maide “Tevfik’i arar gibi yapmasını, olayı çok da ciddiye almamasını” ister. Sadık, Yeter Hanım ile konuşmak üzere Maide’nin evine gittiğinde kadının oğlu için çok üzülüyor olmasından etkilenir. O arada Yeter Hanım, dedektiflik oyuna kendini kaptırmış olan Sadık’a zorla bir altın bilezik hediye ederek, oğlunu bulması için özel çaba göstermesi ister. Dürüst eski avukatımız Sadık, bu ön ödeme nedeniyle işi ciddiye alır ve Tevfik’i tanıyanların peşinde düşer.
Konuştuğu her kişi, Sadık’ın yeni bir ize ulaşmasını sağlar. Tevfik ile ilgili en doğru bilgileri on beş yaşındaki paragöz kız kardeşi Hatice’den edinir. Bu araştırma sırasında Suriyeli mülteci çocukları fuhuş ortamına sürükleyen, organlarını çalan insafsızların yanı sıra araba galerisi görüntüsü altında yurda kaçak araba sokan “Abi” lakaplı bir çete reisi ile de muhatap olur. Gelişmeler Sadık’ı büyük bir holdingin varisleri albino ikiz kardeşlere kadar ulaştırır.
Sadık kayıp genci ararken, karşılaştığı kötülüklerin çeşitliliği ve kötü insanların acımasızlığına tanık oldukça kişiliği örselenir ve giderek kendine yabancılaşır, başka birine dönüşür. Bu macerada karşılaştığı kişiler ve tanık olduğu kötü olaylar sonrasında adını değiştirmek ister ve artık “Sadık“ olmak istemediğini, kendisine “Adil” denmesini ister. Romantik kahramanımız değişmeye başlamıştır ve romanın sonunda şöyle der: “İyilik, adaletin peşine düştüğünde kötülüğe dönüşebilir”.
Romanın sonunda gizem çözülmüştür. Eski avukat, yeni iz sürücü karakterimiz Meral ve yeni sevgilisi genç ve güzel Fatoş ile birlikte Abi’nin yaptığı hizmet karşılığında kullanımına tahsis ettiği lüks araca özel eşyalarını doldurur ve yerleşmek üzere Eskişehir’e gider.
İyi Adamın On Günü romanı hakkında daha fazla ayrıntıya girmek yerine bu romanda işlenen iyi, kötü, sadakat” “kavramları konusunda yazarımızın Haber Türk’te Kürşad Oğuz ile yaptığı söyleşiye kulak verelim: “Kötülük son tahlilde hayatta kalma içgüdüsünün bir sonucudur. İyilikse bize aile, din, gelenekler vasıtasıyla öğretilen bir şeydir. İyilik için geniş bir hayal gücü gereklidir. Kötülüğün bir sonu varken, iyiliğin bir sınırı yoktur. Sadakat ise, cesaretle desteklenmezse, uyumculuğa, hatta köleliğe dönüşebilir.”
Serinin ikinci kitabı Kötü Adamın On Günü bir arabanın arka koltuğunda başlar. Eski avukat Sadık, ya da yeni adıyla Adil geçirmiş olduğu ağır trafik kazası nedeniyle kötü durumdadır. Kolu henüz askıdadır. Kuyruk sokumunda çok şiddetli bir ağrı vardır.
Satırlar ilerleyince öğrendiklerimizi kısaca anlatalım.
Meral’in eski eşinden kalan büyük bir evi onararak turistik otele dönüştürmek için gittikleri Eskişehir’de bir yandan inşaatla meşgul olurlar, bir yandan da üç yakın arkadaş olarak sakin bir hayat yaşarlar. Sadık ve Fatoş daha İstanbul’dayken yakınlaşmış ve sevgili olmuşlardır. Meral bu durumdan memnundur. Zihni ölmüş kocasının hayaleti ile meşgul, giderek psikolojik dengesini yitirmekte olan Meral, bir süredir kendisini Sadık’ın annesi olarak görmektedir. Aslında O ‘da Sadık’ın “iyi insan” yönünü algılamış, O’na tutunarak, yaşamını sürdürmeğe çabalamaktadır.
Fatoş bebeğini doğururken işler ters gider, hem bebek hem de Fatoş ölür. Sadık, sevgilisinin ve ölü doğmuş kızının cenazelerini, Fatoş’un Kastamonu’daki köyüne götürür. Amacı Fatoş’u annesinin yatmakta olduğu mezara bebeği ile birlikte defnetmektir. Köyün hocası ile birlikte defin işlemini yaparlarken Fatoş’un babası ve amcası çıka gelir ve kötü kadın Fatoş’un annesinin mezarına gömülmesine engel olmak isterler. Aslında Fatoş on altı yaşındayken amcasının tecavüzüne uğramış, babası kendisine verilen bir tarla karşılığında susmuş ve kızını evden kovmuştur.
Ne dersiniz, çok mu klişe buldunuz?
Sadık defin işlemini engellemeye çalışan baba ile amcayı elindeki kürekle haşat ettikten sonra, işini tamamlar, doğumdan sonra evlenmeye karar verdiği Fatoş için satın almış olduğu gelinliği taze mezarın üstüne serer ve arabasına atlar. Kaza yapmanın mümkün olmadığı bir yerde ölümcül bir kaza yapar. Aslında intihar etmek istemiş ama ölümden kıl payı kurtulmuştur. Kazada hurdaya çıkan arabanın ruhsatı ilk romanda tanıştığımız kötü adam Abi’nin adına kayıtlıdır. Çete reisi Abi, kendisini arayan polislerden olayı öğrenince eski özel harekât görevlisi olan iki adamını Tosya Devlet Hastanesi’nde yatmakta olan Sadık’ı almaları için gönderir. Sadık biraz toparlanınca, patronun fedaileri Zeynel ve Hüso tarafından derdest edilip, eli kolu bağlanarak İstanbul’a Abi’nin kaçak otomobil galerisi işlevi gören garajına götürülür.
Bu kez Abi, Sadık’tan birini bulmasını istemektedir. Çok sevdiği yeğeni aşk acısına dayanamayıp intihar etmiştir. Buna neden olan Ferhat Önen adındaki adam kayıplara karışmıştır. Sadık’tan beklenen sadece adamın bulunduğu yeri saptaması ve gerisine karışmamasıdır. Patron “bana borçlusun” der. “Arabamı hurdaya çıkardın, iki hafta hastanede sana baktık, tüm masrafları ödedik, dövüp yaraladığın iki köylüye yüklü tazminat ödedik. Bunca masrafa karşılık bana iyilik borcun var” diye ısrar eder. Kaçak araba çetesinin üyeleri Zeynel ve Hüso’yu da Sadık’ın yanında kalmaları için görevlendirir. Sadık’ın yaptıkları hakkında patrona bilgi vereceklerdir. Bizim garip üçlü Boğaz sırtlarında çeteye ait büyük bir daireye yerleşirler. Abi’nin verdiği bol para ile Sadık’a Zorlu’daki Beymen’den yeni giysiler alınır. Bu alışverişte gruba eski askerlerden birinin Moldovalı hayat kadını sevgilisi yardımcı olur.
Sadık sosyetik gençlerin takıldığı ortamlar hakkında bilgisi olan Hatice’yi yardıma çağırır. İlk romanda Tevfik’in çıkarcı liseli kız kardeşi olarak tanıdığımız, sınıf atlamak isteyen, köylü annesinden utanan, Nişantaşı’nda birlikte okuduğu gençlerle âşık atmak isteyen, en başta ailesi olmak üzere kimseye sevgi duymayan, hayatta kalmaya azimli genç kız ilk romanda kullanmaya başladığı şehirli Pınar adını iyice benimsemiştir. İz sürücü kahramanımız Sadık-Adil Demir, eski Hatice yeni Pınar’dan Ferhat Önen’i nerede, hangi ortamlarda araması gerektiği hususunda yardım ister. Yüksek bir ücret ve sosyetik ortamlara girip çıkabilmek için gerekli harcamaların ödenmesi koşuluyla anlaşırlar. Bu noktada roman gereksiz bir facebook ve instagram dersine dönüşür. Hatice-Pınar akıllı telefon kullanmakta ve sosyal medya hesapları arasında gezinme konularında çok mahirdir. Şıp diye aradıkları kişinin izine ulaşırlar. Kısa bir izleme ve Pınar’ın yem olarak öne sürüldüğü bir tuzak sonucunda Ferhat Önen’i saklandığı evde bulurlar. Eski özel harekâtçılar genç adamın gözünü korkuturlar. Ferhat Önen yakalandığı evi geçici olarak kiralamıştır. Eski Sadık, yeni Adil olan kahramanımız Ferhat ile bir anlaşma yapar. Ferhat hemen ortadan yok olacaktır, kiralık eve de bizim grup yerleşecektir.
Çünkü kısa bir süre önce Abi kaldıkları eve bir baskın yaparak, kendi bildiği racon uyarınca gruba ayar vermek için şiddet uygulamış, başta kendi adamı Zeynel olmak üzere bizimkileri fena benzetmiştir. Yapılan kötülüğün ve şiddetin ayrıntılarını romandan okumanızı öneriyorum.
Birbirlerini tanıyalı daha bir hafta olmuş olan bizimkiler Abi’nin baskınına uğrayan mağdurlar olarak adeta kanka olmuşlardır. Zeynel ve Hüso yeni patronlarını anında benimsemişlerdir.
İlk romanda çocuklarını kaybeden Çeçenistan kökenli zengin işadamına öç alacağı adresi işaret eden Sadık-Adil, planlanan kanlı eyleme iki koruması ile birlikte bizzat katılır ve yerde kanlar içindeki Abi’ye kurşun sıkar. Artık bir katildir ama bunu önemsemez, dünyayı bir kötüden temizlediğini düşünmektedir.
Kaçak oto galerisi olan garajın zengin kasasını boşaltan kafadarlar Pınar’ı da yanlarına alarak Eskişehir’e bir tülü inşaatı bitmeyen otele ortak olmak üzere Meral’in yanına giderler. Bu romanın sonunda Öcal ismini alan Sadık, üstlendiği vakaları çözebilmek için kötü olmayı seçmiştir.
Bu arada ilk romanda reşit olmayan kızı baştan çıkardığı için Maide’nin kocası olan eski arkadaşını epey zor durumda bırakmış, hatta Hatice-Pınar adına yüklüce bir tazminat koparmış olan Sadık, bu romanda henüz on sekiz yaşını tamamlamamış olan Pınar ile sevişmekte sakınca görmemiştir.
Meraklı Bir Adamın On Günü, serinin üçüncü ve son kitabıdır. İstanbul’da Zeyrek’te çocukluğunda ona eziyet etmiş olan babaannesinden kalan köhne ve eşyasız bir evde dört aydır inzivaya çekilmiş, yalnızlığın getirdiği özgürlüğünü yaşadığını savunan Sadık-Adil ya da son adıyla Öcal karakterimiz masanın başına oturmuş, öykü yazmakta, yeni karakterler yaratmaya çalışmaktadır. Bir yayınevine göndermiş olduğu öykü dosyasının “yayınlanabilir” bulunmadığı cevabı henüz gelmiştir. Gelen mektupta öykülerde merak unsurunun eksik vurgu yapılmakta, yeniden yazması önerilmektedir.
Sadık’ın edebiyata ilgisine ikinci romanda bolca tanık olmuştuk. Eskişehir’de Fatoş ve Meral ile yaşadığı günlerde edebiyata ilgisi ortaya çıkmış, Eskişehir’deki üniversite olanaklarından yararlanarak edebiyat ve yaratıcı yazarlık derslerine katılmıştır. Hatta “Hamlet” konusunda tamamlaması gereken bir ödevi bulunmaktadır. Roman boyunca Hamlet ile insanın yaradılışı, iyi, kötü ve adalet kavramlar üzerine bitmek bilmeyen sorgulamalar, yorumlar yapar.
Kendisine ret cevabı veren editörün önerisi üzerine Sadık Demir de çevresine merakla bakmaya başlar. Dört aydır her gün gelip kedi ve köpekleri besleyen yaşlı kadının iki gündür görünmediğini fark eder. Gizemli yaşlı kadının öyküsünün kahramanı olabileceğini düşünerek küçük de olsa bir araştırma yapmaya karar verir. Takvimler 2000 yılının Nisan ayının ilk günlerin göstermektedir. Tüm ülkede pandemi hüküm sürmektedir. Halkın pandemi koşullarındaki çaresizliğine tanık olur. Virüsün yarattığı korku ortamını fırsat bilen fırsatçıları derhal köşeleri tutmuştur. Maske satışlarında karaborsa başlamıştır.
Sadık, hani o öykülerinde eksik olduğu söylenen merak unsurunu geliştirmek üzere yaşlı kadını ararken köpekler için mama getiren Mutena adlı genç kızın bir süredir ortalıkta görünmediği öğrenir. Yazacağı öyküye malzeme bulmak arzusuyla bu kez Mutena’nın izini sürmeye başlar. Mutena TikTok uygulamasında ‘Yansın Bu Dünya’ adını kullanarak, yaptığı dans gösterisiyle kısa sürede ünlenmiştir.
Sadık’ın oturduğu mahallede köpeği ile dolaşan genç bir kadın vardır. Bir gün kadının kıskanç kocası adamları ile birlikte Sadık’ı feci şekilde döverler. Baygın haldeki Sadık’ı Eskişehir’den tam da o anda gelen Meral bulur ve hemen ikinci romandan hatırladığımız Zeynel ile Hüso’yu arayarak, gelmelerini ister. Bu arada İstanbul’da olduğunu bildiği ve zaten sık sık haberleşmekte olduğu Pınar’a da bilgi verir.
Pınar ise ikinci romanın sonunda ekip arkadaşları ile birlikte Eskişehir’e yerleşmeye gitmiş olmasına rağmen bir süre sonra sıkılmış ve İstanbul’a kaçmıştı. Pınar’ın bu davranışına çok kırılan Sadık onu affetmemiş, mesajlarına, telefonlarına hiç cevap vermemiştir. Pınar Zeyrek’teki eve ulaşır ulaşmaz duruma el koyar. Sadık’ı çalışmakta olduğu özel hastaneye kaldırır. Meğer Pınar kızımız, daha İstanbul’a gelmeden, ikinci romanda karşılaştığımız kuzenler Doktor Buket ve Doktor Gülşah ile düzenli olarak haberleşmektedir. İstanbul’da onların sahibi oldukları hastanede halkla ilişkiler alanında stajyer olarak çalışmaya başlamış ve bir yandan da açık lise sınavlarını vererek, mezun olmuştur. Hastaneye ait bir misafir evinde yaşamaktadır. Pınar’daki bu hızlı değişim okuru oldukça şaşırtacaktır.
Sadık biraz kendini toparlayınca, Pınar artık Zeyrek’te kalmasının güvenli olmayacağı gerekçesini ileri sürerek, Meral ile birlikte kendi evine taşınmalarında ısrar eder. Zeyrekte ikinci romanın ortalarından itibaren aile üyesi haline gelmiş olan Zeynel ve Hüso kalacaktır.
Bu arada ikinci romanda Sadık’tan çok özel, hatta yaşamsal bir iyilik görmüş olan kuzenler Buket ve Gülşah magazin basınına malzeme olmuşlardır. Sahibi oldukları özel hastane zincirinin basında yer alan karalama haberlerinden zarar görmemesi için Sadık’tan yardım isterler.
Aynı günlerde Sadık’ın kıskanç kocasından dayak yediği köpekli kadın öldürülmüş ve suçu Sadık’ın üstüne atmak için özel olarak deliller üretilmiştir. Bu kez dedektifimizin işi oldukça zordur. Çözmek zorunda olduğu gizem-muamma sayısı artmıştır.
Romanda arka planda işlenen konular arasında Zeyrek’teki eski binaları kaza süsü vererek yakan, böylece arazi rantı sağlayan yerel siyasetçiler örneği olarak muhtar ve ekibi ile İstanbul’un son ormanlık alanlarını yağmalayarak lüks siteler yapmak isteyen anlı şanlı müteahhitlerin, projeyi onaylayacak bürokratlara nakit rüşvetin yanı sıra sosyal medya fenomenlerini de ikram olarak sunmaları gibi birbirinden ilginç detayları da okumaktayız.
Sadık Adil Öcal adlı karakter bu romanda bir tür seri katile dönüşür. Eski asker elemanlarının yardımı ile birlikte, kötü olduklarına, kötü işler yaptıklarına inandığı dört kişiyi art arda öldürmekten çekinmez. Sadık ve Adil artık yoktur, sadece kendisini adaletin kılıcı yerine koyan Öcal kalmıştır geriye.
Son detay da oldukça çarpıcıdır. Korona günlerinde özel hastanelerini ücretsiz olarak halkın hizmetine sunan Doktor kuzenler aile mirasına birlikte sahip olmak adına oldukça karmaşık ve dalavereli bir şekilde sahip oldukları bebeği yasal mirasçıları yapabilmek ve haklarındaki olumsuz dedikoduyu silebilmek için Sadık’ın Doktor Gülşah ile bir süreliğine evlenmesini isterler. Önerileri ise şudur. Sadık’a Pınar’la birlikte yaşaması için Arnavutköy sırtlarında Boğaz manzaralı bir ev tahsisi edeceklerdir. Pınar üniversiteye devam ederken, Sadık öykülerini rahat bir ortamda yazabilecektir.
Birsen Karaloğlu
Not: Yazı dizimiz devam edecek…
Okuma Önerileri:
İlk kitap için yapılan söyleşi: Kürşad Oğuz ile söyleşi: https://www.haberturk.com/mehmet-eroglu-iyi-adamin-on-gununu-anlatti-2383765
İkinci kitap için bir yorum: Ömer Türkeş: Sadık-Adi-Öcal ya da Hamlet! https://www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/sadik-adil-ocal-ya-da-hamlet-41434417
Üçüncü kitap için: https://www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/korona-gunleri-polisiyesi-41727412
Panzehir Dergi: “Mehmet Eroğlu Yaşamdan Bezmiş Erkek Kahramanlar Anlatıyor” https://www.panzehirdergi.com/mehmet-eroglu-yasamdan-bezmis-erkek-kahramanlar-dahianlatiyor-birsen-karaloglu/
Mehmet Eroğlu sevdiğim fakat yapıtlarını kronolojik olarak izlemekte zorlandigim bir yazar.Yazıda sözü edilen kitaplardan Kötü Adamın On Günü’nü okudum,İyi Adamın On Günü ise sırada.Meraklı Adamın On Günü’nü de edinip sırasıyla yeniden okumalıyım.Guzel bir inceleme yazısı olmuş, teşekkürler.Bir de baştaki Ekim’in hangi yılın ekimi olduğunu cozebilseydim:))
Merhaba,
Öncelikle yorumunuzu şu anda görmüş olduğum İçin içtenlikle özür dilemek istiyorum.
Çok haklısınız, metin yazım yanlışları ile dolu.
Latife ederek, dikkatinize sunduğunuz tarihin doğrusu 2020 olacaktı.
Bize düzeltme fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim.
Üçüncü kitabın tanıtıldığı bölümde pandemiden bahseden satırlarda da bir tarih yanlış yazılmış. O da 2020 olacaktı.
Mehmet Eroğlu hepimizin severek okuduğu çalışkan, üretken ve ülkesini seven, sorumluluk üstlenen güzel bir İnsandır.
Bir cümle ile özetlersem, her yıl yeni bir kitap yazarak, tekrara düşmek yerine, anlatacaklarını biriktirmesini ve demlenmeye bırakmasını tercih ediyorum.
Bu uzun yazıyı okuyup, değerlendirmelerinizi paylaşarak beni onurlandırdınız. İlginiz ve kalınız nedeniyle çok teşekkür ediyorum. Sağ olunuz.
Yeni okumalarda buluşmak dileğiyle sizi saygıyla selamlıyorum.