ceyda_kafadar
E. Ceyda Kafadar

KYBELE VE YENİ TANRIÇALAR

Anadolu topraklarında, ormanların kuytu köşelerinde ağaca yaslanmış bir kadın, kimi gün yolcuları kimi gün avcıları korur kollar. Onun gizemi, yerlerin ve göklerin ötesindedir. O ‘Bin bir isimli’ ya da ‘Bin bir şekilli’ diye anılan Kybele’dir.

“8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nü kutladığımız bu ay on binlerce yıllık varlığı ile bizlere eşlik eden Kybele’den bahsetmemek olmazdı.
Anadolu tarihinin en önemli mitolojik kahramanlarının başında gelen Ana Tanrıça Kybele, onu çevreleyen inanç ve bu inancın tarihsel yolculuğu, mitoloji severler için muhteşem bir yolculuktur.
İki büyük işgale göğüs germiş, Yunan ve Roma inançlarında kendine bir yer edinmiş, üstelik başta şairler ve ozanlar olmak üzere tüm kültür tarihini etkilemiştir.
Ve fakat bütün bunlardan önce birkaç teşekkür etmem gerekir. Cumhuriyet’in en önemli bilim insanlarından Azra Erhat, Remzi Kitabevi’nden çıkan Mitoloji Sözlüğü kitabının ön sözünde, Kybele maddesi için hocası Prof. Dr. Georg Rohde’ye teşekkür eder. Bu maddeyi hazırlayabilmesini Rohde’nin 1937 yılında Türk Tarih Kongresi’nde verdiği tebliğe borçlu olduğunu ekler.
Ben de Eski Yunan ve Roma dilleri uzmanı, filologarkeologçevirmen ve düşünce insanı Azra Erhat‘a teşekkürü borç bilirim. Bir kadın olarak bana Sosyal Bilimler alanında önder olduğu için varlığına minnetimi ifade etmeliyim. Onun eserleri hayatımın köşe taşları olmuştur.
Bir diğer muhteşem kadın ise Türk siyaset bilimci, akademisyen ve yazar Fatmagül Berktay‘dır. Onun Tektanrılı Dinler Karşısında Kadın ve Tarihin Cinsiyeti isimli eserleri benim kadın olmak meselesine bakışımı kökten değiştirmiştir. Ataerkil ve taraflı tarih anlatımına mahkûm olmadığımı onun eserleri ile fark etmişimdir.
Bu eserler Ana Tanrıça Kültü ya da Ana Tanrıça İnancı dediğimiz, çağlara yayılmış bir var oluşu anlayabilmek, çalışabilmek için bana ışık olmuştur.

 

 

kybele heykeli

Ana Tanrıça

Ana Tanrıça inancına dair çalışmalar edebiyat, mitoloji, felsefe ve tarih bilimlerinin ortak alanında olsa da onu görünür kılan arkeoloji bilim dalının yaptığı keşiflerdir. Anadolu’da İ.Ö 6500-7000 yıllarına tarihlenen Ana Tanrıça heykelleri göbekli, dolgun memeli, geniş kalçalı, kucağında ya da sırtında bir bebek taşıyan ya da emziren bir kadın figürü olarak karşımıza çıkar. Ormanlarda bir taşa sırtını dayamış şekilde yapılmış kabartmaları bulunmuştur. Figürinler, idoller ya da büyük heykelleri de vardır.
Yöreye göre nasıl imgelendiği değişiklik gösterir. Bazen dört yol ağızlarında, başında üçgen bir çatı, altında ise iki yanında iki aslan ile görünür. Bu sunaklara menekşe gibi kır çiçekleri, güzel kokulu yağlar adanır.
Aslan, her zaman yanında gördüğümüz kutsal ya da göksel hayvanıdır. Onun ilahi doğasını temsil eder. Bir küçük çocuk, kucağında ya da memesinde görülebilir. Bu, kimi yerlerde eşini, kimi yerlerde çocuğunu temsil eder.
Ana Tanrıça’ya doğurganlık ve analık vasıflarının atanmasının, daha ileri tarihlerde Yunan ve Roma mitolojisinde ön plana geçirildiği görülmektedir. İnancın erken dönemlerinde analık vasfından ziyade yaratıcılık, bolluk ve berekete vurgu yapıldığı düşünülmektedir. Ana Tanrıça’nın dizinde oturan ya da omzunda gözüken küçük insan figürü, onun yaratıcı doğasının simgesidir.
En belirgin sembolleri; karnında yer alan aşağı bakan üçgen, yanında duran aslanlar, başında güneşi simgeleyen hare ya da yuvarlak plakadır.

 

kybele tapınağı

Kybele, Kubaba, Hepat, MA, İsis ya da Venüs

Ana Tanrıça,  henüz tam olarak  kavrayamadığımız, yeterince araştırma materyali sahibi olmadığımız, oldukça eski ve köklü bir inanışı kapsar. Neredeyse her toplumun arkaik inançlarında karşımıza çıkar. Anadolu topraklarında doğan, Yunan ve Roma işgallerine uğrayan bu inanç, karşılaştığı her toplumda kendine bir yer bulmuştur. Sonunda önce Akdeniz’e sonra Asya ve Avrupa’ya kadar taşınmıştır. Pek çok isimle anılır. Kybele, Kubaba, Hepat, İsis, Artemis, Venüs en tanınmış isimleridir.
Ana Tanrıça, Kazdağı başta olmak üzere çeşitli dağlar ile ilişkilendirilir. Tapım merkezleri dağlık alanlar, kırsal alanlar, ormanlar ve yol ayrımlarıdır.
Doğayı bütün canlılığı, verimliliği ile simgeleyen, evrensel nitelikler taşımaktadır.
Tarihsel bulgular çok çeşitlilik gösterse de bizim için en temel hatta tek kaynak Frig kayıtlarında gördüğümüz Attis mitosudur.
Kybele, Attis adlı genç bir adama âşıktır. Genç Attis, Kral Midas’ın kızı ile evlendirileceği sırada oraya gider. Kybele Attis’i çıldırtır. Attis bu çılgınlık içinde kendi hayalarını keser. Fışkıran kanı ile toprağı sular. Bitkilerin hızla büyümesine sebep olur ve bir çam ağacına dönüşür.
Bu mitostaki kanlı kurban, Attis’in kendini Ana Tanrıça’ya kurban etme sembolü, temel tapınma biçimini de belirler. Frig topraklarında, Kybele tapınaklarında rahipler benzer bir kurban olma canlandırmasıyla kendini hadım eder.
Toprak-bereket efsanelerinin hepsinde görülen bu ölme-dirilme motifi, Ana Tanrıça kültünün en belirgin sembollerindendir. Farklı coğrafyalar, değişik isimler ve görünümler altında dahi onu çevreleyen efsanelerde ölüm ve dirilme motifi görülür.
Frig tarihinde etkin bir şekilde kayıtlara alınmış olsa da Kybele inancının çok daha eski bir inanç olduğu izlenimini destekleyecek arkeolojik verilere ulaşılmıştır. Buna rağmen Frigler Anadolu’ya geldiklerinde bu inancı benimsemiş ve korumuştur. Daha sonra Yunan ve Roma dönemlerinde Ana Tanrıça inancı Frig adı ile özdeşleşmiştir. Çoğu Yunan eserinde Frigyalılar’ı ayrıştırmak için kullanılan bir göstergedir.
Tarih boyunca varlığını siyaset üstü bir konumda tutmayı başarmıştır. Buna karşın Roma inancının bir parçası haline gelişi, önemli sosyal ve siyasal etkilere sahiptir. Artemis, Venüs ve Afrodit ile ilişkilendirildiğinde bekâreti ve güzelliği diğer vasıflarının önüne geçmiştir.
Roma’da Magna Mater (Tanrıların Anası) adı ile anılmıştır. Bu arketipin etkilerini günümüz Hristiyan inancında görmeye devam etmekteyiz.

 

Yeni Tanrıçalar

kybele ve savaş arabası
Ana Tanrıça sanatın her dalını derinden etkilemiştir. Simgesel ve kavramsal olarak varlığını hala sürdürüyor olması onun evrensel doğasının en güzel kanıtıdır.
Sınırlar, pasaportlar ve vizeler ile çevrelenmiş, aşırı kontrollü ve dar kalıplı modern yaşantımızda bir inancın böylesi büyük coğrafyaları fethetmesi bizim için kavraması zor bir olgu olabilir. Azra Erhat’ın güzel sözcüklerini anımsamakta fayda var. Burcu burcu kültür doğurmuş Anadolu’nun nice medeniyete ve inanışa ev sahipliği yaptığını, tek tanrılı dinler öncesi tarihi ve bu topraklardaki kültür zenginliğini kolaylıkla unutuyoruz. Başında güneş, yanında aslanları ile toprak ve gezegenin anası kabul edilen Ana Tanrıça’yı bugün mistik olgularla anmak bizim için daha konforlu, daha kolay.
Venüs’ün güzelliğini, Artemis’in saf namusunu yüceltirken toprağın gerçeğini azımsıyoruz sanki. İnsanın doğurganlığına kafayı taktığımız kadar, gezegenin doğurganlığını düşünebildiğimiz günler geri gelir mi? Tabiatı, çiçekleri, ekinleri, toprağı ve ondan beslenenleri korumak ve kollamak ile görevlendirilmiş bir tanrıçayı hayal edebilir miyiz?
Yiyeceğini yetiştirmekten aciz biz şehir insanları için ne kadar da fantastik düşünceler değil mi?
Belki de en kestirmeden şunu sormalıyız kendimize? Kadının, kadına biçilen rollerin tarihini yeterince biliyor muyuz?
Sevgi ve barış dolu günlerimiz olsun.

 

Azra Erhat eserlerine buradan ulaşabilirsiniz.

Fatmagül Berktay eserlerine buradan ulaşabilirsiniz

 

Yazarımızın diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

1 thoughts on “KYBELE ve YENİ TANRIÇALAR / E. Ceyda Kafadar

  1. Hulya dedi ki:

    Sevgili Ceyda Kafadar yeni okuyabildim. Keyif verdi bana. Mitoloji okumalarım edebiyata göre daha az bu nedenle de kaçırmamaya çabalıyorum. Eline, bilgine sağlık

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir