“Şehrin ortasında bir deniz / Denizin ortasında bir ada / Adanın ortasında ben / Ellerimde çam sakızı / Dilimde bir İstanbul masalı…”

Deniz etrafında değildir İstanbul’un. Şiirdeki gibi tam ortasından geçer. İçine, ruhuna işlemiştir nakış gibi. İşveyle, nazla mavi eteklerini sürüyerek dolaşır şehri baştan sona.  Bazen Poyrazköy’den Karadeniz’i, bazen Üsküdar’dan Marmara’yı seyreder.

Taşı toprağı altın, suyu hayat, denizi masal, martısı düştür: “İstanbul deyince aklıma martı gelir/ Yarısı gümüş, yarısı köpük, yarısı balık, yarısı kuş.”*

Ebedi yalnızlığındaki Kız Kulesi’nin yüzyıllar öncesine açılan penceresinde bir kız belirir bazen. Biraz solgun, biraz mutsuz, çokça aşık bir kız. Bazı geceler bir hıçkırık sesi duyduklarını söyler Salacak’tan geçenler. Gerçek midir, şehir efsanesi midir, bilinmez…

Yosun kokar Haliç’e bakan evleri İstanbul’un. Koruma altına alınan ahşap, yorgun, birbirine sırtını dayamış evler. Biraz Rum, biraz Osmanlı, biraz da bugünü yaşayan hayatlar barınır içlerinde. Ve her penceresinde bir saksı küpe çiçeği, bir saksı fesleğen. Çan sesiyle ezan sesinin birbirine karıştığı dar sokaklarda, geçmişin izlerini hala saklayan Arnavut kaldırımlarının  size anlatacak hüzünlü öyküleri vardır.

“Boğaziçi aşıkların diyarıdır” derler, doğrudur. Ama aynı zamanda şairlerin de diyarıdır. “İstanbul’da Boğaziçi’nde bir garip Orhan Veli” yaşamıştır mesela. Beşiktaş’ta Behçet Necatigil, Aşiyan’da Tevfik Fikret, Kanlıca’da Yahya Kemal, Boğaziçinin en kuytu köşelerine kadar işlemiş A.Şinasi Hisar ve tabii ki Salah Birsel. Ve elbette Ece Ayhan: “Ayıptır söylemesi, vakitsiz Üsküdar’lıyız abiler.”

Kim ne derse desin, İstanbul’un kalbi Beyoğlu’nda atar. Taksim’den Tünel’e akan bir insan selidir İstiklal. Her kültürden, her yaştan, her milletten insanın olduğu yirmi dört saat yaşayan bir caddedir. Meyhanelerinden Mevlevihanesine, Çiçek Pasajı’ndan Pera Palas’a, tüm zamanların en çok çalışan karakolundan batakhanelerine, en şık mağazalardan,  sinema,  tiyatro, kitabevi ve sergilerine uzanan kültürel değerleriyle bir başka dünyadır Beyoğlu.

“Artık eski tadı kalmadı” diyorlar, tartışılır…

“Bu şehir, o eski İstanbul mudur?”**  değildir elbet!

Bir ucundan diğer ucuna –eğer arabanız yoksa- aynı günde gidip gelemezsiniz. Musluğundan akan suyu içemezsiniz. Mor salkımlı, leylaklı köşkleri göremezsiniz. Arnavutköy çileğini, Beykoz cevizini, Bayrampaşa enginarını, Alibeyköy mısırını bulamazsınız.

Ama Sultanahmet’te tarih,  Kapalıçarşı’da bedesten, Mısır Çarşısında  o baharat kokusu, Vefa’da boza, Sarıyer’de börek, Emirgan’da çay, Kanlıca’da yoğurt, Kavaklarda midye tava hala saltanatını sürdürüyor…

Yolunuz düştüğünde buyurun, bekleriz efendim.

*Bedri Rahmi Eyüboğlu

**Attila İlhan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir