GÜZ SONATI ve YÜKSEK TOPUKLAR – ANNELER VE KIZLARI HAKKINDA İKİ FİLM

Kimimiz çocukluğumuzdan itibaren, kimimiz özellikle ergenlik dönemimizde, kimimiz de ömür boyunca annemizle sorun yaşamışızdır. Kendimizce bu sorunun kaynağını araştırmış, belki annemizle de bunu paylaşma imkânı bulmuşuzdur. İşte bu konuda çekilmiş iki önemli film:

Güz SonatıIngmar Bergman, 1978 veYüksek TopuklarPedro Almodóvar, 1991

İlk film bir sonat gibi üç bölüme ayrılabilir; giriş, ilerleme ve özetleme. Bergman bu duygusal yapıyı; Chopin’in Prelude No. 2 in A Minor, Bach’tan bir viyolonsel süiti ve Händel’den bir flüt sonatı üçlemesi ile hissettirmiştir.

Güz Sonatı’nda anne dünyaca ünlü bir konser piyanisti, Yüksek Topuklar’da ise ünlü bir şarkıcı. Her iki anne de şan, şöhret, kariyer peşinde koşarken kızlarını ihmal etmiştir. Tabi bu durum da kızların duygusal çöküntüler yaşamalarına sebep olmuştur. Yıllarca görüşmedikten sonra anneler kızlarını ziyarete gittiğinde – hasret giderme pozitifliğinde geçen bir süreden sonra- yüzleşme vakti gelip çatmıştır. Her iki ziyarette de anneleri bekleyen sürprizler var. Güz Sonatı’nda anne zihinsel özürlü diğer kızını ziyaretine gittiği diğer kızı Eva’nın evinde bulur. Ona Eva bakmaktadır. Yüksek Topuklar’da ise Becky, kızı Rebeca’yı kendisinin eski sevgililerinden biri ile evli bulur.

Eva bir rahiple evlenmiştir ve gösterişli annesinin tersine mütevazı bir hayat sürmektedir. Rebeca ise bir televizyon kanalında haber spikerliği yapmaktadır. Evlendiği annesinin eski sevgilisinin cinayete kurban gitmesi işleri iyice esrarengiz bir hale sokacak ve karıştıracaktır.

Burada Güz Sonatı’nın anne rolünde başrol oyuncularından biri olan Ingrid Bergman’a da değinmek gerekir. Zira kendisi de Roberto Rossellini ile İtalya’da yaşamak için Amerika’daki eşini ve çocuklarını terk etmişti. Tartışmasız büyük bir aktrist olan Bergman’ın belki de en duyumsayarak oynadığı rollerden biriydi bu filmdeki rolü.

Almodovar filminde yer alan aşağıdaki repliklerin direkt Güz Sonatı filmine gönderme yapması da çok hoş olmuş:

Güz Sonatı’nda piyanistin zavallı bir kızı vardı. Bize benziyor. Annesi piyano çalan kızını görmeye gidiyor. Kızına kendisi için bir parça çalmasını istiyor. Kız utanıyor ama sonunda kabul ediyor ve heyecanlı bir şekilde Chopin çalıyor. Başarısından dolayı annesi tebrik ediyor ama öğüt vermeden de duramıyor. Kız için daha aşağılayıcı bir şey yoktu. Çünkü annesi şöyle demişti: Sen hiçbir şeysin! Nasıl olur da böyle yüce bir şarkıyı çalmaya cüret edersin. Seni destekleyeceğimi mi sandın? Benim hareketlerimi taklit edemeyecek kadar sıradansın. İstesen bile benim soluk benzerim bile olamazsın. Taklidin saygı değil bir tür sataşma bana!”

Bütün gece boyunca devam eden konuşmaları yeri geldiğinde çatışmaları sonrasında sabah olduğunda Eva büyüyor. Bergman’ın dediği gibi: “Anne babamızdan gençken uzaklaşıyoruz ve sonra yavaş yavaş onlara geri dönüyoruz ve o anda büyüdük.”

Ben de tümüyle katılıyorum bu düşünceye. Olgunlaştığımızda annelerimizi daha iyi anlamaya başlıyoruz. Neler yaşadı, nelerden etkilenip böyle davrandı? Empati kurabiliyoruz onlarla. Yine iki kadın Meral Okay ve Sezen Aksu’nun sözlerini birlikte yazdığı şarkıdaki gibi;

Olur olmaz yere ıslanıyorsa kirpiklerin artık her şeye
Anneni daha sık anımsıyorsan hatta anlıyorsan

Kalbini bir mektup gibi buruşturulup fırlatılmış
Kendini kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorsan
İçindeki çocuğa sarıl, sana insanı anlatır…

Masum değiliz hiç birimiz…”

Sevgiyle kalın…

Sedef Ergürbüz

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir