GRANGE- SON AV
23 Haziran 2020
Popüler kitaplar serimize devam ediyoruz ve polisiye-gerilim türünün başarılı yazarlarını selamlıyoruz.
Fransız yazar Jean-Christophe Grange’nin Son Av adlı romanı oldukça farklı bir konuyu anlatıyor: “Avcılık ve avlanma halleri”.
Grange romanlarının kadrolu komiseri bir cinayet araştırması için Fransa’nın sınır komşusu Almanya’ya geçmek durumunda kalır. Hikaye tarihsel süreçte iki devletin bir türlü paylaşamadığı Alsace bölgesinde ormanlık bir arazide işlenen cinayet üzerine kurulmuştur. Çok geniş bir alanı kaplayan orman zengin bir ailenin özel mülküdür. Bir önceki macerasından bitik çıkmış, yaralı, yorgun ve kısmen emekli komiserimiz ormancılık uzmanı ekipler tarafından düzenli olarak bakılan ve iyileştirilen koruma altındaki bu ormanda düzenlenen vahşi bir avı soruşturacaktır.
Sıradanlıktan, normal yaşamdan çok uzak, gerçek olabileceğini düşünemeyeceğiniz bir hikaye var karşımızda. Çok farklı bir geçmişe sahip olan, bugün ise eyalet çapında bir zenginliği yönetirken çok güçlü siyasi ilişkiler kurmuş bir ailenin son temsilcileri ile tanışıyoruz.
Aile köklerini Orta Çağ’a kadar tek tek izleyebilen, günümüz dünyasında ise, en geçerli sektör olan bilişim konusunda muazzam başarılar elde etmiş bir mühendislik şirketini yöneten zengin ve köklü bir ailenin çağlardan bu yana süre gelen aile geleneği sürek avını sürdürürken, en güçlüyü seçme/ayıklama işlemini de gerçekleştiren yeni nesil üyeleri Nazi Almanya’sına kadar uzanan yöntemleri kullanmaktan sakınmıyorlar.
İnanılmaz bir kendin beğenmişlik, ayırımcılık, başarı ve yönetim hırsı nedeniyle insani değerleri hiçe sayma hakkını kendinde görme, aile içindeki iktidar savaşının bir ölüm kalım mücadelesi olduğunu ta çocukluktan itibaren bilerek büyümek, çocuk, genç, birey olmak yerine akıllı, programlı ve acımasız robot olmak zorunda kalmak ve dahası. Gerçekten sürprizlerle dolu bir gerilim.😲
İnsan doğasının karanlık yüzlerinden biri olan öldürme tutkusuna bu kadar yakından tanıklık etmek doğrusu beni yordu, zorladı.
“Avlanma, insanoğlunun bazı fertleri için gerçek bir tutku, yaşam tarzı. Ve aslında bize yabancı değil, tam aksine varoluşumuzdan beri bizimle gelmiş bir içgüdü. Zayıf olanı avlamak ve onunla beslenmek ilk çağlarda insanoğlunun hayatta kalması için elzemdi. Ta ki medenileşene dek. Modern çağlarda, avcılık, bir “hobi” olarak maskelenir oldu. İnsanın yaşamını devam ettirebilmek için et ile beslenmesini elzem bulanlar var. Ama ya kan tutkusu? Avcılığı hobi olarak yaparken, avının korkusundan ve kan kokusundan tahrik olmak, ne kadar medeni?” soru-yorumuna katılıyor ve bu roman hakkında yazılmış iyi bir analizi dikkatinize sunuyorum:
https://kayiprihtim.com/inceleme/son-av-jean-christophe-grange/
Grange gerilim türünün dahisi. Konular eşsiz, anlatım tempolu. Ancak gizemi korumak isterken roman kahramanlarının karakter analizleri yüzeysel kalmış ve kalın bir kitap kotarma çabası içinde aynı konulara, benzer düşünce ve duygu akışlarına yeniden dönülmüş. Komiserimiz ve yardımcısının birbirlerini sevip, güvendiklerini bildiğimiz halde, aralarında anlayamadığımız bir gerilim, şeffaf olmayan, kapalı tutumlar söz konusu.
Benim favori Grange romanım hala Lontano ve devamı niteliğindeki Kongoya Ağıt.
Okuyunca dehşete düşmüştüm. Belçika Kralının Kongo’nun madenlerine el koyma planı, ülkenin hem madenlerini hem de insanların hayatını çalma hikayesi çok çarpıcı anlatılmıştı. Kongo’da gerçekleştirilen katliamı okuyana kadar emperyalizmden, sömürgecilikten bu kadar kanlı ve canlı nefret edebileceğimi bilmezdim. ☹️
Bir Grange okurunun sevimli mektubunu da sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Jean-Christophe Grange’ a açık mektup,
Sevgili Jean. (tüm kitaplarını okuduğum için bu tarz samimi bir hitabı kullanmakta bir sakınca görmüyorum.)
Sen nasıl bir insansın? El alem cinayet romanlarını, klişeleşmiş bir hikaye olan, polis ve suçlu kurgusuyla yazarken, sen nasıl oluyor da ülkelerin siyasi tarihlerindeki kara lekeleri bile bir romana dahil edip, üstelik bunu ustaca kullanarak bir katilin psikolojisiyle bağıntılı hale getirebiliyorsun? Kah, insanlara, bir leyleğin peşinde dünyanın yarısını gezdiriyorsun. Kah, okuyucuyu gazeteci ruhuna sokup bir katilin hikayesini yazmak için hayatlarını tehlikeye atıyorsun. Kah, masa başında görev yapan kadın bir sorgu yargıcını elinde hiç bir imkan, yetki yokken ve sadece “neden?” sorusunu araması için kariyerini ve tüm parasını bu yolda harcatıyorsun. Başka bir macerada, arkadaşının ölüm sebebini araştırması için Avrupa’nın tamamını dolaştırdığın Fransız komiserden ve emekli olmasına rağmen, gittiği kilisenin papazının öldürülmesini araştırmak için yollara düşürdüğün ve uyuşturucu müptelası genç komisere katlanan, kendine Ermeni süsü veren polisten bahsetmiyorum bile.
Mektubuma burada son verirken, senin hayal gücünden önce, coğrafya, anatomi, fizik, paleontoloji, antropoloji bilgini tebrik ediyor, yanaklarından öpüyorum.”😅