aysel karaca yazar
Aysel Karaca

ÖZGÜRLÜK VE HUZUR

Kadının adı yok; şiddet yüklü bir dünyadan merhaba hepinize!

İnsanın insanla yaşadığı bedbahtlığın içinde devinip dururken bambaşka bir şeyle, dünya dışı varlıklarla konuşma ihtiyacı duyuyorum son günlerde.  Belki halden anlayan birilerine denk düşebilme ihtimaline tutunma isteği, belki de birbirimize umuda dair söyleyecek sözcüklerimizin yitmesi. Derdimize derman arayacak takatimiz de kalmamış sanki. Dünya ölüyor. Bizse kendimizi kapattığımız sarı odalarda Platon’un gölgeleriyle itişip duruyoruz. Ömrümüze yas ve umutsuzluk tohumları eken savaşı konforlu koltuklarımıza açılan gedikten izliyoruz. Oldu olacak…
Okumakta olduğunuz yazının yekûnu ne kadar tutacak henüz ben de bilmiyorum ancak metin boyunca söylemek isteyeceğimin özü şudur:
Doğa Ana’nın emrinden çıkıp Devlet Baba’nın güdümüne girdiğimiz günden beri kan döküyor, kan ağlıyoruz. Bunca kötülük ve şiddetin sorumlusu ataerkil yani erkek egemen dünya düzenidir. Ve bu kıyımdan en çok zarar görenler de kadınlar, çocuklardır. Hayal bile edemediği bir kötülük tarafından kuşatılmış kadınlık; babaların günahını ödemek zorunda kalacak olan çocuklar…
Adına medeniyet dediğimiz aldatmaca mekanik olarak insan ırkını ileriye taşımış olsa da mağara insanının tapındığı, tanrıçalaştırdığı kadın cinsini, karnından sıpası sırtından sopası eksik edilmeyen kullanışlı bir metaya dönüştürmüş. Mümkün olan her yaratım, yönetim ve bilim alanından uzak tutulan bu cins, her türlü üretim faaliyetinde işçi olarak kullanılmaya ve bitimsiz bir emek sömürüsüne maruz kalmaya devam etmekte.
Sevgili okur, niyetim bu ayın yazısını üçüncü sınıf bir köşe yazısına çevirmek değil elbette. Gündelik hayatımızı ablukaya alan ve geleceğimizi karartan bu sistemi bir an evvel layık olduğu cehennem çukuruna gönderebilmeyi umuyor, yazımı hem edebi hem de feminist görüşlerimizin atalarından-analarından biri olan sevgili Virginia Woolf’dan söz ederek sürdürmek istiyorum.
1882’nin Londra’sında dünyaya gelen Virginia Woolf dönemin tanınmış yazarlarından Sir Leslie Stephen’ın kızıdır. Annesi ve babasının ikinci evliliklerinden dünyaya gelen Virgina kalabalık ve sıra dışı bir ailede dünyaya gelmenin avantajlarını ve dezavantajlarını sonuna dek yaşamıştır. Victoria dönemi aristokrat ailesinin sağladığı konfor, üvey kardeşler, kuzenler ve entelektüel camia içinde yaşanan renkli, hareketli, yaratıcı, öncü deneyimler… Tüm bunlara Virginia’nın kıvrak ve meraklı zihni ve cesur karakteri de eklenince, hastalığının onu yok oluşa doğru sürüklediği zamana kadar eşsiz bir yaşam sürmeyi, tüm zamanlarda geçerliliğini koruyacak üstün nitelikli bir öğreti oluşturmayı ve sonsuzluğa uzanan edebi metinler yazmayı başarmıştır.
Woolf tıpkı Zweig gibi birinci ve ikinci dünya savaşına tanıklık etmiş, insanlık üzerinde yarattığı tahribatı tüm çıplaklığıyla gözleme imkanı bulmuştur. Erkek cinsinin dışında kalan cinsleri yok sayan bu ataerkil sistemde, hem yaşamıyla hem de eserleriyle katı Katolik ortamın itiraz ettiği ne varsa yaşamış, tüm insanlığın sorunlarına, özellikle kadınların hakları, sınıfsal farklılıklar, aşk, evlilik ve özgürlük gibi meselelere çokça kafa yormuştur.
“Neden erkekler şarap içerken kadınlar su içiyorlardı? Cinslerden biri o kadar varlıklıyken öbürü neden yoksuldu? Yoksulluğun kurmaca üzerinde nasıl bir etkisi vardı? Sanat eserleri yaratmanın koşulları nelerdi? Bir anda binlerce soru dikildi karşıma. Ama benim sorulara değil, yanıtlara ihtiyacım vardı…”
“Görünüşe göre her iki erkekten birinin elinden şiir ya da sone yazmak gelirken neden hiçbir kadının edebiyatın o olağanüstü türünde tek bir kelime bile yazmadığı bugüne dek yanıtı bulunamamış bir muammadır. Kadınlar nasıl koşullarda yaşadılar, diye sordum kendime…”
“…bir kadın eğer kurmaca yazacaksa, parası ve kendine ait bir odası olmalıdır ve göreceğiniz gibi bu, kadının gerçek doğasına ve kurmacanın gerçek doğasına dair büyük sorunu çözümsüz bırakmakta.”
Roman kahramanlarının yaşamları, mücadeleleri, umutları, acıları bu merkezden anlatılmıştır. Gece ve Gündüz, Deniz Feneri, Mrs. Dalloway, Flush, Kendine Ait bir Oda, Orlando gibi eserlerinde, kadın ve kadın haklarını, çocuklar ve hayvanları da ihmal etmeden Shakespeare’i kıskandıracak bir kurgu ve dille işlemeyi başarmıştır.
“Eğer elinin altında balta, ocak demiri, ne türden olursa olsun babasının göğsüne saplayıp onu oracıkta öldürüverecek bir silah olsaydı James hemen kavrayacaktı. Mr. Ramsay bir şey söylemese bile, sade aralarına girmekle çocuklarının içinde işte böyle olmayacak heyecanlar uyandırırdı. Şimdi de orada bıçak gibi daracık ince bedeniyle durmuş, sadece oğlunu umutsuzluğa düşürmek, her bakımdan (James’e kalırsa) kendisinden on bin kat üstün olan karısını gülünç düşürmek zevkiyle değil, aynı zamanda kendi düşüncesinin doğruluğuna inanan gizli bir büyüklenmeyle alaylı alaylı sırıtıyordu.”
Belki abartılı bir yakıştırma olacak ancak ne zaman Virginia okusam, aynı çağda yaşasalardı Shakespeare’le aralarında büyük bir aşk olacağı hissine kapılıyorum. Hamlet’in Ophelia’sı olsa olsa Virgina’dır diyorum. Üstelik o hem ‘Orlando’ ile yıllar süren bir aşk yaşamaya cesaret etmiş hem de eserinde Shakespeare’in hayali kız kardeşine dair şunları yazmışken:
“Gerçeklere ulaşmak pek zor olduğundan, hayal kuralım ve diyelim ki Shakespeare’in çok yetenekli bir kız kardeşi vardı, adı da Judith’ti. Çok muhtemeldir ki Shakespeare ortaokula gitmiştir –annesine para kalmıştı–, orada Latince –Ovid, Vergilius ve Horace–, ayrıca gramerin ve mantığın esaslarını öğrenmiştir … arkasından, şansını aramak içi Londra’ya gitmişti. Anlaşıldığına göre tiyatrodan anlıyordu; işe sahne kapısında nöbet tutarak başladı. Çok geçmeden tiyatroda bir iş buldu, başarılı bir oyuncu oldu… Olağanüstü yetenekli kız kardeşinin de o arada evde kaldığını varsayalım. O da ağabeyi kadar maceraperest, hayalperestti ve dünyayı görmeye can atıyordu. Ama okula gönderilmemişti. Dilbilgisi ve mantık öğrenme şansı yoktu, nerede kalmış Horace ve Vergilius okuması. Ara sıra eline bir kitap alır, belki de ağabeyinin kitaplarından birini, ve birkaç sayfa okurdu.”
Virginia’yı enikonu anlatmaya girişirsem onlarca sayfalık bir metin yazmak zorunda kalacağımın farkında olduğumdan burada duruyor, hazır mevsim bahara eviriliyor, dallar tomurcuklarla cilveleşmeye can atıyorken atamızın sesine kulak verelim, cinsiyet eşitliği için mücadeleyi sürdürelim, kadının aklının ve kadın gücünün dünyayı özgürlüğe, ‘Altın Çağ’a yeniden kavuşturacağına inanalım diyorum.
“Hem özgürlük olmalıdır hem de huzur.
Ne bir tekerlek gıcırdamalı ne de bir ışık parlamalıdır… 
Bunun yerine bir gülün yapraklarını yolmalı ya da nehirde sakince yüzen kuğuları seyretmelidir.”

Kaynakça

Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf, İletişim Yayınları Mart 2012

Deniz Feneri, Virginia Woolf, İletişim Yayınları Mart 2012

 

 

 

Genel Yayın Yönetmenimizin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

3 thoughts on “ÖZGÜRLÜK VE HUZUR / Aysel Karaca

  1. Alev Turanlı dedi ki:

    Ne güzel bir yazı olmuş ellerine sağlık, kadınlar ayı için sevgilerimle

  2. Özlem Y. Uçak dedi ki:

    Dünyanın tün kadın emekçilerine selam olsun…

  3. Birsen Karaloğlu dedi ki:

    Yazın dünyasının kadın emekçilerini Virginia ile selamlayan yazınız için kutluyorum “Kendine Ait Bir Oda” her yıl bir kez daha yeniden okunmayı hak ediyor yola devam etme cesaretini ve gücünü toparlayabilecek için.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir