DÜN / AGOTA KRİSTOF
Macar bir yazardan okuduğum ikinci kitap olan Agota Kristof’un dilini çok sevdiğimi söyleyebilirim. Bu yazarla henüz tanışmamış olan varsa, bugüne kadar neden kendisine şans vermemişim diye düşünebilir. Kitap, ince olmasının da avantajıyla başladığınız gibi bitiveriyor. Okurken sohbet havasında bir anlatıma sahip olan yazarın dilini son derece akıcı buldum. Kurgusuyla ve olayların akışıyla bir anda başlayıp hızlıca biteceğine emin olabilirsiniz. Bence yazdıklarında yaşamının etkisi de büyük rol oynuyor. Sanırım külliyatını okuyacağım.
Yazar 21 yaşındayken, Stalin karşıtı sosyalist işçilerin, rejimi devirmek için çıkardığı ayaklanma, Sovyet ordusu tarafından bastırılınca, kocası ve çocuğuyla birlikte Macaristan’dan İsviçre’ye kaçmış. Burada fabrikada çalışmaya başlarken, bir yandan da Fransızca öğrenip ve tiyatro oyunları yazmaya başlamış. Yazarlık hikayesi de böylece başlamış. Daha önce okuduğum kitabı Büyük Defter, Kanıt, Üçüncü Yalan adlı üçlemesinde de, bu kitabında da fark ettiğim şey; son derece ağır konuların işlemiş olması. Buna rağmen insanı hiç sıkmayan, yormayan bir anlatıma sahip.
Hikayemiz, Tobias ile annesinin sefalet içindeki yaşam öyküsüyle başlıyor. Sonrasında içinde bulunduğu yaşantıdan kopmak isteyen Tobias’ın, adını değiştirerek Sandor Lester olarak, ülkesinden kaçıp başka bir hayata başlamasını ve bunun sonrasında gelişen olayları anlatıyor. Konu ilerledikçe bir annenin çocuğuna yaşatabileceği travmalara, hayretler içerisinde kalarak tanık olacaksınız. Bu sırada yaşanan olayların çocuğun psikolojisi üzerinde etkilerini ve büyüdükçe kendisinin garipliklerine de şaşırmadan edemiyorsunuz. Platonik olarak âşık olduğu, ilkokuldaki kız arkadaşını kaybedip daha sonra yeniden bulmaya çalışmasını ve bu sırada karşınıza çıkan sürprizleri okurken son derece sarsılacaksınız. Şaşırtıcı bir kurgusu olan novella hakkında daha fazla spoiler verip tadınızı kaçırmak istemem. Fakat bu kavuşmanın hiç kolay olmadığını bilmelisiniz. Saplantılı ilk aşkının hikayesini okurken düşünmeden edemiyorsunuz, acaba gerçekten değer mi? Bu sevgi bunca çabayı hak ediyor mu diye? İnsan geçmişinden ne kadar kaçabiliyor? İster istemez bunu sorguluyorsunuz. Peki sizce kaçabilir mi? Ben okurken bunu çok sordum ve çocuk Tobias’ın, Sandor olarak adını yaşantısını değiştirmesine rağmen aslında koskoca bir geçmişi de sırtında taşıyarak hayatına devam ettiğine tanık oldum. Okuyun bakalım siz de ne duygular uyandıracak. Macar yazarlardan vazgeçmemeye karar verdim. Eminim benim gibi geç tanışan okuyucular da seveceklerdir. Magda Szabo’dan sonra Agota Kristof’un da benim için önemli bir yeri olduğunu söyleyebilirim.
Alıntılar
“Tek bir isteğim vardı: Gitmek, yürümek ya da ölmek, umurumda değildi. Uzaklaşmak istiyordum, kaybolmak, ormanda ve bulutlarda eriyip gitmek, hatırlamamak, unutmak, unutmak.” (S.20)
“Hayatın, olduğundan farklı olamayacağını düşünüyordum, yani hayatın adeta hiçbir şey olduğunu. Ama hayat bir şey olmalıydı ve ben o şeyin olmasını bekliyordum şeyi arıyordum.” (S.22)
“Sanırım yakında iyileşirim. İçimde ya da uzayda bir şey kırılacak.Bilinmedik yüksekliklere tırmanacağım. Dünyada yalnızca hasat, katlanılmaz bekleyiş ve ifade edilemez sessizlik var.” (S.59)
“Yürekleri kırılan dostlar asla geri dönmez.” (S.69)
“Aşkı bilmedikleri için mutlu olan insanların olduğu yere git. O kadar doygundurlar ki,ne birbirlerine ne Tanrı’ya gereksinim duyarlar. Geceleri kapılarını sıkı sıkı kilitleyip hayatın geçmesini sabırla beklerler.” (S.69)
Daha fazla Panzehir kitap analizine buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.