Bir Yılbaşı Gecesi

Hiç dinlememeliydim Zafer’i, ne işim var bu insanların arasında diye düşündü. Çoktandır bir araya gelmemiş toplulukta herkes aynı anda konuşuyor, duyulabilmek için seslerini daha da yükseltiyor, arka arkaya kahkahalar atıyorlardı. Uzun bir masaydı. Zafer’in çevresi geniş, her önüne gelenle konuşacak gülüşecek bir mevzu bulmakta zorluk çekmez. Ahmet öyle değil. Zıtların birbirini çekmesi denilebilir dostluklarına. Senelerdir bağları kopmadı. Yeni mezunken aynı dönemde işe başladıkları bankanın şimdi adı bile hatırlanmıyor, defalarca alınıp satılıp, ismi değişmiş. İki arkadaş oradan oraya savrulmalarına rağmen haftada bir görüşmelerini ihmal etmiyorlar. Zafer, arkadaşının hiçbir özel günü önemsemediğini bildiği halde özellikle bu yılbaşı gecesi onu yalnız bırakmak istemedi. O, insanların yalnız kalınca mutsuz olacaklarını düşünür. Ahmet’in de üzüntüsünü içine attığını sanıyor, onu yalnız bırakmamaya çalışıyordu.

Ahmet etrafına bakındı, garson siparişleri alıyordu. Salatamın rokası bol olsun, içinde kırmızı lahana olmasın, fava tekmil gelsin, soğanlarını şöyle ince ince lütfen, benimkinin eti çok az pişsin…sesler uzayıp gitti kulağında. Ben de varım, farklıyım demeye çalışıyorlardı sanki. Ahmet’in özel bir isteği yoktu, ne yemekte ne hayatta. En sık kullandığı kelime “fark etmez”. Fark etmiyordu gerçekten, yemek az da pişse çok da  karnı doyuyordu işte; hayat böyle de geçiyordu. O yüzden yok sayılıyordu: iş yerinde önemsenmiyor, karısı ve oğlu onu küçümsüyordu. Oğlunu düşündü, bugün yine telefonlarına cevap vermemişti. Annesi mi dolduruyordu acaba onu, niye kendisine böylesine uzaktı? Küçükken maçlara götürür, parklarda omzunda taşırdı. Ne zaman başlamıştı odasına kapanıp babasından uzak durmaya, annesine benzeyen kara, zeytin gözlerini kısıp da küçümsercesine bakmaya, “aman baba boş ver şimdi” diye terslemeye.

Ahmet, Zafer’i izledi bir süre. Yemeği ayarlayan kişi olarak düğün sahibi gibi tek tek ilgileniyordu masadakilerle. Koca göbekli, saçlarını arkaya doğru yapıştırmış bir adam gülerken Zafer’in omzuna vurdu sertçe, neredeyse düşürecekti sandalyesinden. Bu kadar gülecek ne buluyorlar acaba diye düşündü Ahmet. Rakı masası da abicim edebiyatının tam yeriydi. Şarap evlerinin şık salonlarında buğulu bakan, süzülen kadınlar; rakı masasına gelince, sigarasını iki parmağı arasına sıkıştırıp dik tuttuğu elini yanındakinin omzuna yaslayıp diğer eliyle rakısını tokuşturuyordu.

Uzun süre konuşmadan durmanın yadırganacağı düşüncesiyle karşısında oturan çiftle, yanındaki genç kadının muhabbetine katılmaya çalıştı. Kırk yaşlarındaki çift çocukları olmasını çok istiyor, tüp bebekle ilgili konuşuyorlardı.

“Randevumuz önümüzdeki hafta.”

“Seyhanların doktoru mu sizinki de?”

“Evet, çok övdüler. Bu sefer olsa keşke, çok heyecanlıyım.”

“Sadece bir kadeh hayatım, o da bu gecenin hatırına olsun. Biliyorsun içki yasak.”

“Sen hiç merak etme aşkım.”

Ahmet konuşmaları dinlerken bir kez daha telefonunu kontrol etti, oğlu geri dönmemişti.

“İnsan çocuğu olsun istiyor, olduktan sonra çok emek veriyor ama işler hiç umduğunuz gibi gitmiyor maalesef. Mesela yirmi yaşında bir oğlum var, telefonlarıma cevap vermiyor.”

Kimseden ses çıkmadı, çift karşılıklı birbirine baktı. Ahmet yanlış bir şey söylediğini anladı. Düzeltmek için devam etti.

“Demek istediğim, zaman çabuk geçiyor, çocuklar da büyüyüp gidiyorlar. Eşler sonunda baş başa kalıyor. Önemli olan insanın eşiyle birbirini sevmesi, birlikte mutlu olabilmesi, öyle değil mi?”

Yanındaki genç kadın havayı değiştirmek için çifte doğru kaldırdı kadehini

“Haydi o zaman ömür boyu mutluluğunuza içelim kumrular, dedi. Ahmet’e doğru döndü”

“Hakkınız var. Hem kişiye göre değişir bu mevzular. Ben çocuk istemem mesela. O sorumluluğu alabileceğimi hiç düşünmüyorum.”

“Akıllıca. İnsan özgür davranamıyor çocuk olduktan sonra. Oğlumun okul taksitleri için senelerce istemediğim bir işte çalıştım, fazla mesai yaptım. Daha mutlu olabileceğim işler bulabilirdim pekala.”

“Hayatınızla ilgili kararlarınızda suçu çocuğunuza atıyorsunuz, farkında mısınız? Annemle babam da bana senin için çektiklerimiz der dururlar, oysa ben istemedim ki doğmayı.”

Genç kadın, kulak misafiri olduğu diğer tarafındaki konuşmalara katılmak üzere döndü. Ahmet kendi içinde düşüncelere daldı. “Hayatımla ilgili kararlar mı” dedi kendi kendine. Karar vermek zorunda olduğunu bile düşünmeden yaşıyordu yıllardır. Belki de yıllar önce boşanmaya karar vermesi gerekiyordu. İş güç, çocuğun sık hastalanması bunları düşünmeye fırsat bırakmamıştı.

 

Asude ile ilk tanıştıklarında onu ne kadar sakin sessiz bulduğunu hatırladı. Onunla hayat ne kadar güzel geçecekti. Oysa öyle olmamıştı. Doğada iştah açıcı mantarlar görür ama zehirli olduklarını bildiği için uzak dururdu. Asude tıpkı iştah açıcı mantarlar gibiydi ama ilk görüşte tanıyamamıştı onu. Sonraları, her bakışıyla, sözüyle Ahmet’i zehirlemeye başladı. Ahmet bir süre sonra onu görmemeyi, duymamayı öğrendi. Evde televizyon kurtarıcısı oluyordu çoğu zaman; tartışma programları, spor kanalları onu evin boğucu havasından uzaklaştırıyordu. Eşi sitemlerine, şikayetlerine cevap alamadıkça daha çok hırslanıyor, sinirleniyordu. En zoru arkadaşların, akrabaların yanında oynanması gereken roldü. Asude’nin bu rolü çok güzel becerdiğini düşünüyordu: başkalarının yanında bakışları bile değişir, sevecen özverili bir eş izlenimi uyandırırdı. Ahmet ise bu tür davetlerde çok pot kırardı. En son; eşi arkadaşlarına ne kadar titiz bir ev kadını olduğunu anlatıyordu; “Benim gözlerim çok iyi görür. Hiçbir lekeyi kaçırmam, Ahmet’in gözleri o kadar iyi görmez, arkasından ben temizlerim lavaboyu.” Ahmet dayanamayıp; “bense lavabodaki kiri değil belki ama insan ruhundaki kiri, çirkinliği hemen görürüm” cevabını yapıştırmıştı. Hepsi gülmüştü ama eşi kaçamak bir  “bunun hesabını sonra verirsin” bakışı göndermişti.

Ahmet cevap vermemeye devam edecek, doğum günlerini unutacak, hediye almayacak, onu dinlemeyecekti… Eşi en sonunda pes edip yurt dışında okuyan oğullarının yanına taşındı iki ay önce. Ahmet artık yalnızdı. On, dokuz, sekiz, yedi,….sesleri ile uyandı daldığı düşüncelerden. Üç, iki, biir…Herkes neşeyle birbirine sarılıyordu. O ise bir kez daha yüzüne neşe maskesi takmak istemedi, sessizce uzaklaştı oradan.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir