BİR ŞEHİR MASALI-2

 

TİYATRODA BARDA

 

Beykoz’da var bir tiyatro, Kadıköy’de bir bar.

 

Tiyatroda güzel bir çift oyun oynar, barda başka güzel bir çift şarabını yudumlar.

 

Şarabını yudumlayan güzelin elinde var bir pembe gül.

 

Beyaz, mavi, yeşil, pembe…

 

Eve geç gelmiş kadın, gelince geç, hemen yatmış uyumuş.

 

Geç yatıp geç kalktım denir ya kalkmamış yatağın tembeliymiş. Yattığı yerden başlamış yazmaya akıllı telefonuna, o güzel çiftle ne yaşadıysa…

 

Âşıkmış tiyatroya, yorgunluğunun ilacı tiyatro aşkı depreşince telefon etmiş köyündeki cep tiyatroya.

 

Akşam olmuş, fırtına varmış dışarıda, kızılca kıyamet kopsa da onu kimse durduramazmış, düşmüş yola;

 

Bata çıka, uça düşe varmış tiyatroya,

 

Lobide masanın üstünde beyaz tüller içinde pembe bir gül duruyormuş, gözü pembe güle ilişmiş olsa da geçmiş salona,

 

Oyunun adı, Bankta İki Kişi.  İzlemeye başlamış diğer izleyenlerle. Cep tiyatroda oyun izlemek bir başka güzel imiş.

 

Oyundaki serzenişi, ikisinin her hali ve de mimikleri almış onu ondan…

 

Işıklar ışımış, oyun bitmiş,

 

Çıkarken yine gözü pembe güle ilişmiş.

 

Dayanamamış, oyunu oynayan aktrisle tanışlarmış, göstermiş telefona yazdıklarını:

 

Bardayım.

 

Oldum olası pek sevemedim barları. Ta ki bu kafe bara gelene kadar. Kaçınılmaz son; şimdilerimin tez canlılığı ile yine çok erken geldim. Soğuk olsa da dışarıdaki masaya oturdum. Çay söyledim. Sigaramı yaktım. Kitabımı açtım. Bitirmeliydim okunacakları.

 

Bar işletmecisinin,  arkadaşları olan arkadaşlarım on dokuz da gelecek, okuduklarımız üzerinden konuşulacak, edebiyat dolu güzel bir akşam olacak.

 

Dışarıdan içerisi güzel göründü gözüme. Saat erken. Çalışanların dışında kimsecikler yok.

 

İçeriye girmeliydim.

 

Girdim de.  Raflar, loş ışığın altında imgelere dönüşmek isteyen ve de fotoğrafla beni diyen nesnelerle dolu.

 

Üç duvar saati ise bana bakmakta ben de onlara.

 

Duvarlardaki resimler ise verir yazıya esinler… 

 

Bakarken.  Esinlenirken. Derken;

 

Yirmili yaşlarda sarmaş dolaş iki genç girdi içeriye.

 

Paltolarını-mantolarını çıkardılar astılar askıya. 

 

Buz mavisi kotun üzerine gök mavisi balıkçı kazak giyen genç adam, siparişi verirken, güzel genç kadın gülümsemekteydi, beyaz tüle sarılan, elindeki pembe gülüyle,

 

Öpüp koklaşan çiftleri rahatsız etmemek adına ben de ilişiverdim ötedeki sandalyeye.

 

Bu çiftin güzelliği, birbirlerine aşkla bakışları;

 

Camın şeffaflığından yansıyan kadehteki kırmızı şarap ve beyaz peynir tabağı;

 

Genç kadının menekşe gözleri, balıkçı yakalı beyaz yün elbisesi, elbisesinin üzerine düşen sarı saçları, saçlarının sarıpapatyaları;

 

Her biri barın loşluğunda yağlı boya tabloyu andırmakta.

 

Fondaki müzik değişti gençler barın yanına doğru gitti,

 

Dans ediyorlar ayaklarındaki beyaz spor ayakkabıların getirdiği hafiflikle.

 

Dansları bitti.

 

Şampanyayı patlattılar. Göz göze geldik…

 

Yanlarına gittim. Hanginizin doğum günü, kutlu olsun, dedim.

 

“Doğum günü değil” dedi delikanlı gülerek.

 

“Az önce evlendik biz. Onu kutluyoruz.”

 

Genç kadın

 

“Thank you. “Dedi. 

 

Eh o kadarını bildim. Rus gelin teşekkür etti.

 

Gençlerin tabiri ile “çok pis bozum oldum” Ah bu tabularımız! Hayalimdeki gelinle damada benzetememiştim; yün kazak ve yün elbiseli bu iki genci,

 

Gülüyorlar, anlamış olacaklar bozulduğumu. O da, Boğaz’ın çocuğuymuş şampanya ikram etti.

 

Sevindim. İçtim. Hafifledim.

 

Fotoğrafımızı çeker misin? Dediler.

 

Çekmem mi? Seve seve…

 

Taş duvarın raflarına doğru gidiyoruz, fotoğraf çeke çeke.

 

 Duvardaki bir fotoğrafa takılıyoruz; bankta oturan iki kişi bir birlerine sırtlarını dönmüşler.

 “Siz öyle olmayın e mi diyorum,”

 

Delikanlı Rusça tercüme ediyor.

 

Güldüler. Güldük.

 

Bir iki kare daha alalım dedik. Ala ala yürüdük.

 

Objektife yansıyan;

 

Arka planda, Rus yapımı, oyuncak tankla tüfek

 

Ve de

 

Rus harflerinden oluşan; beni benden alan, mavi mavi tuşları ile ışıldayan; siyah eski bir daktilo, durur rafların içinde…

 

Ön planda,  gelinle damat el ele.  Andırırlar beyaz kelebekleri, beyaz-mavi giysileriyle.

 

Objektife yazılan;

 

Yenecek tankı tüfeği daktilonun mavisinden uçuşan; ateş böcekleri

 

Yaşanası dünyanın beyaz yüzü olacak, sınır tanımayan mavi göğe sevdalı beyaz kelebeklerin;  pembe yeşil, beyaz mavi gülümsemesi…

 

 

O pembe gül şimdi kadının evindeymiş.

 

Ertesi gün, Fa CE’nin sayfasın da, pembe gülle birlikte fotoğrafları paylaşıp aktriste teşekkür etmiş, saat on üç yirmi yedide

 

Notunu da yazmış, fotoğrafların kimisi tiyatrodan kimisi bardan diye

 

Yazmasaymış olmazmış!

 

Bu kısacık yazıda da ne çok birbirine benzeyen konu bir arada olmuş.

 

Bu kadar denklik masallarda olurmuş.

 

Çokçana da kurallar silsilesi aranmış.

 

Önemi var mıymış? Kuralı kim koymuş?

 

İnsanlar koymuş.

 

Eh! O zaman çok da önemi yokmuş.

 

Değişemez miymiş?

 

Değişirmiş elbet, yasalar bile değişirken.

 

Öyleyse;

 

Pembe sarı, beyaz mavi ve de kırmızı…

 

Gökten düşsün aşkın gülleri, sevenlerin kalbine.

 

Güler Demir

26.11.2017/20.07

Resim. Ogün Kızmaz

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir