BİR İNTİHAR

Ayakkabıma yapışmış çamurları eve kadar getirmiştim. Her yerim ıslaktı. Yağmur, toprak yolları delik deşik etmişti.

Sonunda eve gelmeyi başardım.

Babam haberleri dinliyordu, sesi bayağı açmıştı. Kapıyı açınca daha fazla duymaya başladım. Spiker, bir sonraki habere geçmişti:

“Kayseri’de, yalnız yaşayan otuz altı yaşındaki Faruk Katmer, evinde başından vurulmuş hâlde bulundu.”

Ekrana kilitlendim, adamın intihar ettiği masayı gördüm; mektuplar, faturalar, belgeler ve ayrıca bir köşede durmuş, delil niteliğine bürünmüş intihar notu.

Belki de onun intiharına sebep olan şey, mektuplardı. Mektuplar, eski zamanın fosilleri. Yüzüne çarpıyordu, zamanı, geçip gidenleri duyguları; eksimiş, dermansız duyguları.

Faruk Katmer, geçmişinin, hafızasının suikastine uğramıştı. Tetiği çeken işaret parmağı değildi; hayatın onu itina ile eskitmesiydi.

Bunları düşünerek, düşürdüm kendimi yatağa; kısa sürede uykuya daldım. Bilincim, fişini çekti.

Bir adam yaklaştı, şakağından akan kanlar, suratına dağılmıştı. “Faruk Katmer’im ben!” diye bağırdı; kanla karışık tükürükleri savruldu etrafa.

Uyandım.

İntihar eden adam, tüm yalnızlığıyla ruhumu sarmıştı. Onu anlamalıydım, onu anlarsam ondan kurtulabilirdim. Ancak anlayabildiğim şeyden kaçabilirdim. Günlerce bekledim, intihar notunu okumalıydım; Faruk Katmer’in son yazdıklarını okumalıydım.

Araştırmaya devam ettim. İlk haftanın sonunda, birisi, Faruk Katmer’in intihar mektubunu paylaşmıştı, fotoğrafı kötü çekilmişti, ama bir şekilde okunuyordu:

 

“Büyük bir yanılgı olduğunu anladığım canlılığıma, birazdan son vereceğim. Kendi ellerimle yapacağım bunu. Ve belki de ilk kez tamamen özgürce bir şey yapmayı başarmış olacağım.

Bu hayat, sonsuz aldatmacaların bizi oynattığı bir gölge oyunu. Kendimize yakıştırdığımız kutsallıkların, yaratılmışlıkların, tüm o böbürlenmelerimizin koca bir yalana dayandığını gördüm. Zor oldu uyanmak, kaçırdı uykularımı. Ve farkına vardım, Adem ve Havva gibi, gökten yere düştüm, onlardan binlerce yıl sonra.

Neşeli bir insandım ben! Hoşuma giderdi hayatın keşmekeşi. Kalabalıklar, gelip geçenler, arabalar, bağırışlar, gülüşler; canlılığa dair şeyleri çekerdim içime. Ama her şeyin, edebi bir monotonluğa dönmesi, bıkkınlığa sürdü beni. Aynılıklar, değersizleştirdi aldığım nefesi.

Şimdi, son kez mektuplarımı, belgeleri, notları incelemek için oturuyorum masaya.

Açıyorum mektupları, amcamları ziyarete gideceğimi haber verdiğim mektup; ah o eski zaman heyecanları! Nasıl da terk edip gittiniz beni.

Bir mektup daha açıyorum, ilk aşkımdan, Nagehan’dan; kabarmış gözbebekleriyle, merhametli sarılışı geliyor hatrıma. Yirmi sene olmuş! Durup dinlenmeme fırsat vermeden ne oldu da bir başıma, sefil bir hâle geldim! Allah’ım, nasıl oldu tüm bunlar?

Anneme yazdığım mektup, on sene önce; ilk kez işe başlamıştım, mektubun arasına sıkıştırdığım yüz lirayı ölene kadar yeleğinin cebinde gezdirmişti annem. ‘Kazandığın ilk para, yavrum.’

Neredesin şimdi anne? Gökyüzü neden bu kadar uzak! Uzansam dizlerine, kahverengi eteğine, döksem gözyaşlarımı, bağırsam. Ah, nasıl da çaresizim şimdi.

Mektuplar! Ah o mektuplar, beni gömüyorsunuz artık yaşanamayacaklar olanlara. Ben de gömeceğim kendimi, bundan sonra yaşamayacak olana; bir zamanlar yaşamış olanların tek işareti olan mezarlara. Bu ellere! Ellerime, bitiyor artık.”

 

Mektubu bitirdiğimde, ilk kez bir insanın kendini öldürmesi mantıklı gelmişti bana. “Ne yani,” demiştim kendi kendime, “yaşanmış olanları, yaşanacak olanlara tercih etmiş, o kadar!”
Rüyalarım serbestti artık.

 

 

 

1 thoughts on “BİR İNTİHAR/ Furkan Kemer

  1. kalgayhan donmez dedi ki:

    Furkan
    Yüreğine sağlık. Yalın ve gerçek. Hayat ve ölüm arasındaki tercih bu kadar basit. Gömleğin rengi için yapılacak basit bir seçim gibi. Yaşanmışlar bazen fazla gelir….

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir