Başka Çocuklar da Daha İyi Bir Hayat Yaşasın

“Bir kitap okudum, hayatım değişti” demeyeceğim. Ama kitap okuduğum için yıllar içinde ben çok değiştim, bin bir renge boyandım, zenginleştim.

2018 Nisan’ının ilk hafta sonuydu. Kıymetli kuzenim ve ağabeyim sevgili Papiro’nun oğluna “kız isteme” heyeti üyesi olmak gibi beni heyecanlandıran ve mutlu eden görevim nedeniyle İzmir yolcuğu için kapıdan çıkmadan son anda sırt çantama Marcy Levi‘nin son kitabı Bir Başka Mutluluk Fikri adlı romanı tıkmıştım.

Ailece görevimizi tamamlayıp, Ankara’ya dönerken havaalanındaki kitapçıda bir de ne göreyim!  Oya Baydar. Son kitabı Yolun Sonundaki Ev raflarda yerini almış meğer.

Her iki yazarın da yayınlanmış hemen tüm romanlarını daha ilk baskılarında okudum ve sevdim, çok sevdim.

Marcy Levy,  Bir Başka Mutluluk Fikri adlı kitabında hemen hiç bilmediğim ABD’de 60’ların sonu ve 70’lerin başındaki üniversite gençliğinin baş kaldırısını anlatmış. Gerçek olaylara dayanarak, belgesel tadında bilgiler vererek ama roman olduğunu unutmadan. Hikaye 70’lerin başında başlıyor ama kırk yıl sonraya bağlanıyor. 1970’li yıllardın savaşa, ırk ayrımcılığına, eşcinselliğin üzerindeki baskılara, devletin orantısız güç kullanımına itiraz eden özgürlükçü hareketlerini anlatıyor. Hapishanede otuz yıl geçiren ve dünyadan bihaber olan romanın ana kahramanı Agatha,  birlikte uzun bir yolculuk yaptığı genç Milly üzerinden  ‘sosyal medya’ ile tanışıyor ve  ‘’özel hayat’’ kavramının ‘’özel’’ kısmını atlamışsınız, buna inanamıyorum diyerek, bugünü en kısa yoldan tanımlıyor.

Can Yayınları tarafından Şubat 2018’de basılan Bir Başka Mutluluk Fikri adlı kitabın tanıtım yazısından alıntılıyorum: Philadelphia’da 2010 ilkbaharının ilk günlerinde, hayatının otuz yılını parmaklıklar ardında geçiren Agatha hapisten kaçar. Artık ellilerini sürmekte olan bu kadının cezasını tamamlamasına kısa bir süre kalmışken hapishaneden firarı, başta FBI olmak üzere Amerikan emniyet güçlerini harekete geçirir. Tüm bu karmaşadan habersiz, sıradan hatta sıkıcı bir yaşam süren Milly’nin hayatı ise, bu kaçak tarafından rehin alınmasıyla birlikte hiç ummadığı biçimde değişir. Peşlerindeki kanun adamlarını atlatmaya çalışarak emektar bir Oldsmobile ile yaptıkları beş günlük bu yolculuk sırasında, uğradıkları şehirlerde eski dostlarına yaptığı her ziyaret Agatha’nın geçmişine ait sırları tek tek ortaya çıkaracaktır.

Yazdığı romanlar çok sayıda dile çevrilen ve milyonlarca okura ulaşan Marc Levy, bu kez edebiyat severleri, yıllar sonra özgürlüğün ve mutluluğun peşine düşen iki kadınla birlikte heyecan dolu bir yolculuğa çıkarıyor.”

Romandan da kısa bir alıntı yapmak istiyorum:

… bir erik ağacını sallar gibi sallamak istiyorum seni! Sadece iyi olduğu için biriyle hayatını paylaşmazsın, senin içini titrettiği, seni güldürdüğü için paylaşırsın, seni engellemeden yanında olduğu için, o yan odadayken bile onu özlediğin için, sohbetleri kadar sessizlikleri de sana bir şeyler anlattığı için, senin iyi yanların kadar hatalarını da sevdiği için, akşam uykuya dalarken ölümden korktuğunda seni yatıştıran tek şey onun bakışını, ellerinin sıcaklığını düşünmek olduğu için.

Oya Baydar ise son romanı olan Yolun Sonundaki Ev kitabında ‘mekan’ olarak, Sıcak Külleri Kaldı ve Erguvan Kapısı romanlarına da ev sahipliği yapan eski mahallesine, sokağına roman karakterleri ile eş düzeyde yer vermiş. Ancak asıl anlattığı yüz yıllık bir örgü. Roman;  komşuluk, dostluk, aile,  başkaldırı, aşk ve aktivistlik örgüsünü şiir tadında ve hatta şiirler eşliğinde anlatıyor.

Can Yayınları tarafından Mart 2018’de basılan Yolun Sonundaki Ev adlı romanın tanıtım yazısından alıntılıyorum: “Morsalkım bütün cepheyi sarmış, üç katı aşıp çatıya kadar tırmanmış, salkım salkım çiçekli dallar damdan aşağı sarkıyor. Ardındaki boydan boya balkonları, o balkonlara açılan geniş pencereleri düşünüyor. Kimler var içerde? Gidenler, kalanlar… Çocuklar büyümüştür, gençler çoluk çocuğa karışmıştır, kim bilir nerelerdeler. Umut? Hatırlanması yasak bölge. Her hatırladığında yasak bölgenin dikenli tellerinin içini kanattığı, acıyı bastırabilmek için hemen uzaklaştığı suç ve günah coğrafyası.”

Bir ülke, bir şehir, bir semt ve bir ev: Yolun sonundaki mor salkımlı ev. Ülkenin yüz yıllık tarihinin kader zincirini kırmak mümkün mü? Yıllarca tüm sakinlerinin birer birer deneyip de başaramadığını uzaklardan gelen çocuk başarabilecek mi? Yoksa bu aile apartmanından çıkan diğer tüm kurbanlar gibi o da zincire eklenecek bir halka mı olacak?

Oya Baydar, 1913’te bir suikastla başlayıp 1960’lı yıllarda aynı apartmanda kesişen çizgilerle ülkenin son yüz yılının haritasını çiziyor. Yolun Sonundaki Ev, okuyan herkesin kendinden bir şeyler bulacağı bir Türkiye panoraması.”

Oya Baydar romanı hakkında Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan söyleşide şöyle demiş:  “Düşünüyorum da, ben bu romanı yazmayı çok istemişim. Yolun Sonundaki Ev anı değil. Bir biyografi de değil ama biyografik öğeleri taşıyor. Bunca yıl yaşadık ama nasıl? “Nasıl geçti bu yıllar?” sorusunu günden güne daha fazla düşündüğümü hissettim. Böylelikle de yazmaya koyuldum. Edebî serüvenimde Hiçbir Yere Dönüş veya Yetim Kalacak Küçük Şeyler ’deki seviyeye ulaştığımı düşünmüyorum. Bunun cevabını verecek sizlersiniz elbette ama sözünü ettiğim iki kitap, bence yazdığım en iyi metinler.” Bu söyleşinin linkini buraya ekliyorum: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/oya-baydarin-yeni-romani-948673

Can Yayınları tarafından sadece bir ay arayla okura ulaştırılan bu iki romana da zaman ayırmanızı önermek istiyorum. Tesadüf mü bilemedim, her iki romanın kahramanları da “başka çocuklar da daha iyi bir hayat yaşasın” düşüncesini yaşama geçirmek için kendi yaşamlarından hatta özgürlüklerinden vazgeçiyorlar.

Kitapları okuyup, kapaklarını kapadığımda; “peki ben“, dedim, “tanımadığım, o uzaktaki başka çocuklar için ne yaptım?”

 

Birsen KARALOĞLU

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir