Antichrist, Lars Von Trier’in Bir Kadın ve Bir Erkek Üzerinden Din, Tanrı ve Sistemler üzerindeki görüşleri 

 Film(2009)

 Antichrist, Lars Von Trier in senaryosunu Nietzsche’nin Deccal kitabından esinlenerek yazdığı ve yönettiği bir filmdir. Antichrist grotesk, gerçeküstü, şiddet, cinsellik, yas, keder, acı ve umutsuzluk içeren üstünde oldukça çok konuşulan filmlerden biridir. Dogville, Manderlay den sonra Washington filminin üçlemesi beklenirken Trier kendisini sevenleri oldukça şaşırtmış oldukça çarpıcı bir film olan Antichrist‘la ortaya çıkmıştır. Aslında söylentiye göre Trier iki yıl bir depresyon dönemi geçirdikten sonra bu filmi depresyon etkisi ile yapar. Trier’in bu kez gerçekten şiddet içeren ve pornografiye varan düzeyde çektiği bu film için bazı eleştirmenler depresyon etkisi ile çekilmiş deseler bile, bundan önceki filmleri de bu kadar sert olmamasına kaşın bu kadar değildir. Bu filmin diğer filmlerine göre daha karanlık olmasının nedeni senaryosunun Nietzsche’nin felsefesi ile birleşmesi nedeniyle yaratılmış sinerji olabilir. Lars Von Trier içe bakış filmleri çeker ve Nietzsche’nin felsefesi de içe bakış felsefesi olup, insanın bizzat iç dünyasının derinliklerini  inceleyen, bütün felsefelerin ve sistematik  düşüncelerin karşısında politik olmayan yaşam içindeki, gücü kendinden menkul insanı anlatan bir felsefedir. O insanın bugünkü duruşunu insan olmaya hiç yakıştırmaz. O yüzden bugün Hristiyan kültürünün, insanının her an geldiği yere yani hayvan olacağı yere geri gidebileceğini düşünür. Film ilk izlendiğinde olmaz böyle şey gibi insanca ve romantik bir tepki duyulsa da ikinci ve üçüncü izleyişte gerçekten özel bir seyirci kitlesine ihtiyaç duyulduğu anlaşılacak ve film için yapılan genel eleştirilerin aslında o kadar da haklı olmadıkları ortaya çıkacaktır. Sonuçta sert bile olsa yine de bütün yaldızlar sıyrıldığında diğer filmlerindeki insancıl hümanist sorgulayan içinde yaşadığımız küresel sistemi eleştiren bu kez Nietzsche’den oldukça etkilenmiş sert, çığlık çığlık bağıran ama yine haklı, bir Lars Von Trier le karşılaşılacaktır. Pek çok unsurun bir arada  ve aslında dibine kadar zorlandığı bir film olan Antichrist, Trier’in diğer filmlerinde olduğu gibi insanı didikleyen, sınır tanımayan bir içe bakış filmidir.

Oldukça sert ve karanlık olan bu filmi anlamak için  Nietzsche’nin Deccal adlı kitaba bir göz atmak (İngilizcesi Antichrist) bu eseri ve felsefesi hakkında biraz bilgi sahibi olmak gerekecektir. Nietzsche ye göre insanlar doğa karşısında diğer canlılarla eşit konumdadır. İnsan sadece düşünüyor diye diğer yaratıklardan farklı değildir. Hiç beklemediğiniz anda beklenmedik şekilde aniden hayvanlar gibi içgüdüleri ile hareket edebilirler. Yaşamın kendilerine buyurduğu en önemli görevi kendi değerlerini ve kendi görevlerini yerine getirmedikleri zaman hata yaparlar. Birebir görev ile genel görev birbirine karıştırılmamalıdır. Nietzsche ye göre, insan yüksek değerli, geleceğe sağlam basan güçlü bir insandır. Bu güçlü insan tipi geçmişte var olmuş ancak insanlık, daha doğrusu Hıristiyanlık ondan korktuğu için onun karşıtı olan evcil hayvan ve hasta hayvan olan insanı zorla yaratmıştır. Hatta bu insan doğadaki diğer canlılardan farklı olmayan hayvandır. Nietzsche insanı toplu olarak köle gibi, sürü gibi gören bütün kurumlara karşıdır bu anlamda Hıristiyan düşüncenin insanların toplumsal kurumlarının içinde egemen olmasından nefret eder. İnsanları aciz ve güçsüz kıldığını düşünür.  Nietzsche iyi ve kötünün ne olduğunun yeniden yazılmasını savunur. O’na göre iyi olmak diğer insanlara karşı güçlü olmak demektir. Yani gücün kendisini yükseltmektir. İyilik ve kötülük konusu Trier’in de daima sorguladığı bir sorudur.  Zaten diğer filmlerinde de Nietzsche’den farklı düşünmemektedir. İçinde yaşadığımız küresel sistemin bütün dayatmalarına iyi ve kötü kavramının bireysel olarak ne anlama geldiğine dair içe bakış filmleri yapar. Dogville‘de mafya lideri babası ile filmin son yirmi dakikasında yaptıkları konuşmada ki bu son yirmi dakika filmin en önemli bölümüdür. Grace babasına sen kötüsün çünkü güç uyguluyorsun sözüne mafya lideri babası sen de insanlara, sana ne yaparlarsa yapsınlar daima saf bir iyiyi temsil ederek onlara güç uygulamıyor musun, diye sorar. Nietzsche kötünün tanımını zayıflıktan doğan her şey diye yapar. Mutluluk ise gücün büyümesiyle ortaya çıkan duygudur. Kişinin güçsüz olmasını köleci ruhu ve çileci yaşamı onaylamasını ve bunu Hıristiyan ahlakının desteklemesini eleştirir. Nietzsche bugüne kadar oluşmuş toplumsal değerlere, geleneklere dinsel buyruklara karşı kişinin kendi değerlerini yaratmasının gereğini savunur. Nietzsche filme konu olan Deccal adlı kitabının önsözünde, kendisini anlayacak insanların özgür düşünceden yana olması ve buna kendini adaması, uzlaşmaz bir dürüstlüğe sahip olması, siyasi yaşamı küçük görmesi ve ondan bağımsız olması, faydacılık veya rahatlık düşüncesiyle sulandırılmamış bir hakikat kaygısına sahip olması, yasaklanmış olana yüreklilik göstermesi şeklinde tanımlar. Nietzsche’ye göre, onun gerçek okuyucusu “kendi kendine saygı, kendi kendine sevgi ve kendi kendine karşı koşulsuz bir özgürlük içinde bulunmalıdır.. Aynı şekilde Lars Von Trier de seyirci kaygısı taşımadan eleştirilere özellikle kadınlar tarafından gelecek eleştirilere karşı seyirciden belli bir katılım bekler ve hala anlayamayacak olanlara karşı yani feministlere karşı ben o kadını o adamdan daha iyi anlıyorum der. Nietzsche eski bilinen bütün değerlerin yeniden gözden geçirilip yeniden oluşturulmasından yanadır. Lars Von Trier bazen kendi bakış anlayışı ile Nietzsche’yi harmanlasa da yine de Deccal adlı esere bağlı  kalır. Lars Von Trier de Nietzsche gibi bireyi sorgulayarak toplumsal yapıya gider. Antichrist, esas olarak kadını ele alır. Kadının temel olduğu çekirdek aile üzerinden dünyanın üstünden yükselen bir çığlığı bir kadın ve bir erkek bir çocuk ve evlilik aracılığı ile sanki uzaya haykırır… 

Deccal aynen Trier’in diğer filmlerinde de olduğu gibi iyi ve kötü ve merhamet duygularını tartışır. İnsanlar doğanın yasasının kendilerine vermiş olduğu güçlü kalmak, bağımlı olmamak, köle ruhunu bırakmak doğanın diğer canlıların yapması gereken güçlü kalma, dirençli olma durumunu bir takım toplumsal baskılar adına bırakmışlardır. Bunlardan en çok nasibini alan kadınlar olmuştur.  Trier, bundan önceki filmlerinde özellikle Dogville’de yine toplumsal kurumlarda kadına yapılan işkenceyi ve iyi ve kötü tartışmasını irdelemişti. Yine bu film de kadınlara ortaçağdan beri yapılan işkenceleri sorgular. Çekirdek aile kavramından bütüne gidecektir. Evli bir çiftin sevişmesi sırasında yandaki odada ki çocuklarını kaza ile kaybetmeleri ile başlar. Kaza ile çocuğunu kaybeden kadının bütün sorumluluğu ve acıyı tek başına üstlenmesi ile başlar.

Baba rolündeki adamın çocuğa ait sorumlulukların hiçbirini almamasını irdeler. Evlilik çok donuk bir şekilde verilir kaza öncesi ve kaza sonrası insanların yüzü hep aynı donuk acı ve hüzünlüdür. O acı hüzünlü soğuk ve durgun ifade kadının ve adamın yüzünde inanılmaz bir ironi ile filmin başından sonuna kadar devam edecektir İhtimal ki birbirlerini seviyorlardır. Ancak evlilikleri aşklarının ölüm evi gibidir. Adam sürekli evden uzakta çalışmaktadır psikolog ve terapisttir. Dışarıda binlerce hasta tedavi ettiğini söyler ancak evde kadın ve çocuktan pek haberi varmış gibi değildir. Kadın pek fazla yaşayamadığı cinselliğini yaşadığı sırada kaza olunca kendisini çok suçlu hisseder. Çünkü adamın çocuk hakkında bir bilgisi yoktur çocuk geceleri kalkıp dolaşmaktadır. Kadın ev işleri ve etrafı keşfetme yaşlarında küçük bir çocukla bunalmaktadır. Bir taraftan tek başına çocukla ilgilenirken öte yandan ortaçağdan itibaren kadına yapılan işkence ve katliamları anlatana bir tez hazırlamaktadır. Bu araştırmayı yazmak ve çocuğun sorumluluğu onu o kadar zorlar ki çocuğu o tez yazarken uzaklara gitmesin diye pabuçlarını ters giydirir. Bu durumdan babanın asla haberinin olmaz. Daha sonra babanın çocuğunun ayak kemiklerinin deforme olduğunu çok sonraları rapordan sonra öğrenmesi durumu asla fark etmemesi oldukça çarpıcı bir durumdur.

 

 

Kadın başka kadınlara yapılan işkenceleri yazarken belki de kendi içinde bulunduğu kaosu da anlar ve yazmaktan vazgeçer.  Kadın çocuğunu cinselliğini yaşadığı sırada kaybettiği için mi neden bilinmez artık öç almak ister gibi cinselliğe saldırır. Kadın hep edilgen ve güçsüzdür adamın gücü evliliğine ve kadına geçer. Adam kendisi doktorlardan nefret eder kendisini doktorların yanında güçsüz görür. Çünkü. Kendisi psikolog olduğu için karısını psikiyatr olan Doktordan daha iyi tedavi edeceğini söyleyerek zaten başlamış olan trajediyi körükler. Kadın zaten çocuğunu kaybetmenin acısı ve sancısıyla o kadar bitkindir ki kocasına öfke duymasına karşın sesini çıkaramaz kurbanlık bir koyun gibi adam ne diyorsa onu yapar Adam sevgi adına kadını iyi etmek istediğini söyler. Zaten adam ne yapıyorsa sevgi adına yapmaktadır. İşe yarayacak tek şey yüzleşmedir.

Önce kadının korktuğu şeylerin listesini yapmaya kalkar. Kadın neden korktuğunu bilmediğini söylemesine karşın kadını ikna eder. İçinde kendilerine ait bir orman evinin bulunduğu ve adına Eden, (cennet) adını verdikleri orman olduğuna karar verir. Adam kadını o kadar zorlar ki adeta işkence eder. Bu işkence artık nerdeyse bir hipnoz seanslarına dönecektir. Adam kadını alır sözde iyileştirmek için ormanın içinde bulunan dağ evine götürür. Burada kadına doğa ol der. Kadını hipnozla O kadından bir dengesiz vicdansız bir kadın çıkarmayı becerir. Kadın çıldırmış hayvana dönüşmüş bir haldedir.  Bir taraftan inanılmaz işler yapar bir taraftan daima sevişmek ister. Filmde yas, acı, umutsuzluk; üç dilenci metaforu ile anlatılır. Bunlar Tilki Karga ve Geyik olarak sembolize edilir. Tilki acıyı, karga umutsuzluğu geyik kederi temsil eder. Kadın bu üç metaforu üç dilenci gibi açıklar bunların üçü birden geldiğinde birisi mutlaka ölecektir. Filmde üç dilenciyi simgeleyen simgeler ya tek tek ya da üçü birlikte gösterilir. Gece gökyüzünde takımyıldızlarmış gibi sunulur. Bu üç metafor bir arada olduğunda yaşam birileri için ölüm demektir. Bu üç metafordan uzak olmak gerekmektedir. Bunlar dilenciler gibi insanın yakasına yapıştıklarında asla bırakmazlar insanı tüketene kadar gitmezler. Trier yasın rengini  lacivert olarak verecektir. Planlar daima yüzlerde ve çok yakın çekimdir. Adam lacivert çiçekler getirir. Kadın daha sonra hep lacivert ve kırmızı desenlerde giysiler giyecektir. Kamera el kamerası ve planlar hep yakın çekimdir. Yüzlere doğru tutulur.

İnsan doğada güçlü olmak zorundadır. Başına ne gelirse gelsin  yaşamak zorundadır. Acı umutsuzluk ve keder denilen bu üç dilenciden uzak durmak acılara karşı uyumlu ve dirençli olmak zorundadır. Eğer insan doğada kendi başına yaşasaydı umutsuzluk acı ve kedere karşı daha dirençli olacaktı bu üç dilenci insanların yakasından inmiş olacaklardı. Nietzsche’ye göre bunun sorumlusu Hıristiyanlık ancak  Lars Von Trier’e göre de Küresel Sistemi temsil eden Amerika’dır. Sonuçta bir şey fark etmez. Aslında filmde bu üç metafor o kadar çok iç içe geçmiştir ki. Bazen adam üç dilenciyi temsil eder kadınının yakasına yapışır ve onu doktorun tedavisine bırakmaz kendi haline bırakmaz acıyla baş etmesine unutmasına yardım etmez en sonunda kadını tüketir.  Yok eder. Kadın aslında ezilen insanı temsil eder. Bazen de adam ezen kurumları temsil etmektedir. Kadına zorla doğa ol der. Kadın gerçekten doğasına döndüğü zaman kendisine yapılanları hazmedemeyip hayvanlaşacak ve acımasız duygusuz biri olacak ve öcünü alacaktır. Çünkü kendini güçlü kılacak donanımlara sahip değildir. Kendini güçlü kılacak donanımlara sahip olsaydı orada ezilen tarafta olmayıp hayvanlaşmayacaktı. Bir başka halkada adam aslında kadını ezen güç olsa bile kendisi de ezilen biridir aslında. Onun ezildiğini de ormandaki hayalet ağaçların altında yatan yüzlerce erkekten anlaşılabilir… Ancak bir gün üç dilenci gerçekten kötülük edenlere karşı gelecektir. Doğanın yasaları yanlışı düzelteceklerdir. Doğa daima yanlışı düzeltecektir. Üç dilenci bu kez adam için gelecektir. Adamı yüzü olmayan ve ezileni temsil eden kadınlarla ve binlerce dik duran sağlam yürüyen kadınlarla anlatacaktır. En çok kadınlar ezildiği için belki de önce onlar doğruyu bulacaklardır. Binlerce yüzü olmayan sağlam duruşlu kadın bu kez üç dilenciyi kendilerini ezen sistemi temsil edeni yok edeceklerdir. Film çok iç içe geçmiş Salvador Dali tabloları gibidir. Aile bazen sistem içinde ezilmiş çekirdek aile gibi algılanır. Bazen adam ezen sistem kadın ezilen sürüyü temsil eder. Bazen üç dilenciyi; çocuk, anne ve baba temsil eder. Trier’in altı bölümlük filminin önsöz ve sonsöz bölümleri o kadar çok güzeldir ki. Tarkovski’yi andıran siyah beyaz görüntüler ışığın yukarıdan inmesi perdenin açılması, çocuğun arkadan pencerede duruşu, aşağı inerken yüz ifadesi masumluğu ve saçlarının hareketi, aynı anda adamla kadının aynı ahenkteki yüz ifadeleri harikadır. Aslında en çarpıcı sahnelerden biri de bir erkek eli eski sistem bir banyo musluğunun vanasını çevirmektedir. Sanki filmin başından sonuna kadar gidecek olan trajik öykünün musluğunu açmaktadır. Yine o sahneden sonra bir çamaşır makinesinde çamaşırlar yıkanmaktadır. Çamaşırlar bittiğinde ise hayat kirlenmiş acı başlamıştır… Filmin asla kaçırılmayacak ve dahice bir buluş olan Farinelli filminde de çalınmış olan müziktir. Önsöz ve sonsöz bölümlerinde sahneler müziğin ritmine göre hareket eder ki, işte bu o trajik sahnelerin arasında size yönetmenin göz kırptığı epik sahnelerdir.

Müzik, George Friedrich, Handel Tuva Semmingsen Rinaldo, HWV 7 – Lascia Ch’Io Pianga parçasıdır. Diğer bölümler yukarıda da anlatıldığı gibi lacivert kırmızı ve zaman zaman az yeşil ve toprak rengi renkleri kullanılarak çekilmiştir. İnanılmaz güzel bir kurgusu ve kareleri vardır. Film normal olarak pek sorunsuz izlenebilir bir film değildir. Elbette seyirciden anlayış farklı bir gözle bakmak bugüne kadar edindiği diğer değer yargılarından bağımsız irdelenmek ister yani seyirciden katılım ister. Film gerçektir ve karanlıktır belki insanın kendiyle belki toplumun insanla yüzleşmesidir. Zaten Nietzsche de kitabının Deccal kitabının önsözünde benim okuyucum azdır. Bazıları beni anlar kimileri öldükten sonra doğar. Dememiş midir?  Trier in bu filmini anlamak gerçekten Nietzsche’nin okuyucusu gibi farklı bir seyirci olmayı gerektirir. Zaten Trier’in seyircileri de farklı değil midir? Trier ve Nietzsche sevenler için film muhteşemdir. Her şeye rağmen sonuçta deccal ve yecüc mecüc ün gelmesi bile umudu bitirmeyecektir. Film Tarkovski’ye adanmıştır umut ve güvenle…

Dr. Alev Turanlı

 

Dr.Alev Turanlı 

alevturanli@gmail.com

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir